30 Haziran 2013 Pazar

Armağan ZENGİN- ...Yeni Bir Hayat ... (#DirenTürkiye)

Adım Gibi Armağan Olsun bu Ülke Bu İnsanlara.. Evet güzel Türkiyem; Tam 1 ay oldu.. Tam
30 gün doldu.. Bitmedi ve bitmeyecek.. Neden? Bu insanlar ne istiyor (ya da ne istemiyor)? -Düşündünüz mü? Bazıları var içlerinde daha ne istediğini bilmiyor. Ama mutlu ve huzurlu. Kahrolsun ''Bağzı Şeyler'' Yaşasın Apolitizm ! 

Bi düşünelim 30-31 Mayıs 2013 tarihinde neler oldu veya öncesinde neler vardı.. İnsanlar ne istiyordu? ( Park, Yeşil, Huzur, Çocuklar, Uçurtma, Piknik ve En önemlisi İnsan Hak'kını.. ve niceleri.. ) Çok mu şey istediler peki? Yine bi düşünelim..
10 yıldır iktidarda olan bi parti ve ilk 4 senesi mükemmel işlerle oluşan bir AKP ve ekip çalışması.. Sol Sağ diye düşünmeyi bırak; Hak isteyip Hak vermemek bize yakışmaz. Helal Olsun ( O İlk 4 Seneye ) Peki Ya Sonra.. Sonra N'oldu biliyor musunuz? Sonra tatlı gelen bir şey çıktı ortaya; ''PARA'' yani bana göre bi (Kağıt Parçası).. Bir tek bu ekibe değil; Tüm başa gelenlere ''PARA'' tatlı geldi. Şeytana uymamaları elde mi? Sonuçta bu Yatlar,Katlar,Arabalar,Motorlar,Vapurlar, Gemicikler...! Ne ile elde edilir bi söylesenize? N'oldu söyleyemediniz mi? Hımm tmm nyse anldm bn :s :s
Her neyse konumuzdan şaşmayalım efendiler.. Bu halk ne istedi? Bu Halk şunu istedi: -Ey Başbakanım! bi iki dk 'nı ayır da bizi dinle, Lütfen!
-10 Yıldır bizim sayemizde o koltuktasın çıtımız dahi çıkmadı. Bekledik Sabrettik!
-10 Yıldır Zengin oldun; Zengin ettin çıtımız dahi çıkmadı. Bekledik Sabrettik!
-10 Yıldır Doktor Avukat Öğretmen Asker bırakmadın. Çıtımız dahi çıkmadı Sabrettik!
-10 Yıldır Hukuk sende; Asker sende; Güç sende; Para sende; Din sende; İman sende; Irk sende; Vatan Sende; İnsanlar sende; Sadece SEN 'de.. Her Şey Sende! Bizde peki? -Bizde Yoooook. Canın Sağolsun Başbakanım.. Yine Bekledik!
- Ve daha nice şeyler oldu Bekledik Sabrettik.. Ama son olayımız: Gezi Parkı. İnsanlar; Sustu,Bekledi ama artık SABIR EDEMEDİ ! Bir haykırış yükseldi YETEEEEEER ! Bu haykırış neydi söyliyim size hemen.. **Başbakanım, 10 Yıldır hep istediğin oldu tamam eyvallah ama Yeter; Bir kere de BİZİM istediğimiz olsun, Lütfen!
Peki ya ne istediler?
Para mı? AVM mi? Gemi mi Gemicik mi? Köşk mü? Hotel mi? Rant mı? Torpil mi? NE İSTEDİLER? 
Sadece 1 Park istediler. Şimdi ve Geleceğimiz için 1 Park istediler. ''GEZİ PARKI'nı bize ver; Sonra al tüm Paralar Yatlar Katlar senin olsun umrumuzda değil'' dediler.
                                               ...
1 Ay sanki 1 Asır geçti.. Ama kıyamete dek; Unutulmayacak Belli ki! ''Bunlar/Çapulcu/Marjinal/Provakatör/Dengesiz/Mahluk/.. gibi dışlayıcı edilen lafların hepsini sineye çeken ve cevabını sadece Bu Foto'larda Anlatan Bir Türk Halkı.'' İşte Fotoğraflar ile geçen Koskoca Bir Zaman.. (Fotoğraflardan sonra anlattığım; O Son Kısım (En Değerli Gerçeklik)  


















































''İnsanlar Hayalleri için Yaşamalı.. Ne de haklıymışsın Deniz Gezmiş..''

Ve.. Bugün 30 Haziran 2013.. Tam 1 ay oldu.. Tam 30 gün doldu.. 

En son'a ayırdım sizi Ey Güzel Evlatlar..


-Mustafa Cömert

-Ethem Sarısülük

-Mehmet Ayvalıtaş

-Mustafa Sarı

-İrfan Tuna

Allah'ım size Cennet'teki en güzel yeri bahşetsin inşallah..

Ve sen Tek Katil.. Sen kendini iyi biliyorsun.. Tek bir cümlen ile bu ülke sana daha çok bağlanacaktı, daha çok benimseyip kollayacaktı seni. Sen ise Ülkeyi ''Bayram'' havasına değil; ''Yas'' havasına soktun.. Sen bir KATİL'sin! Ve şunu bil ki; '' Korkmuyorum, Korkmuyoruz Senden '' !!!

 ''Bu 4 güzel insan; senin Kibirine ve Taht Sevgine karşı YENİLDİ!'' Mutlusundur artık Sayın Başbakanım.. Unutma; Bu dünya Tek kullanımlık Geçici, Öbür dünya Kalıcı ve Gerçek.. Sizin ve artık Sizi desteyekleyen herkes için çok üzülüyorum. Yazık...

Ve gel gelelim M.Kemal Atatürk'e.. Boş yere Koskoca Vatan'ı Gençlere bırakmamış.. Değerini yeniden çok çok anladık Ata'm.. Allah bize güç kuvvet verdikçe; İzindeyiz.. Şerefimiz Üzerine Sana Söz Veririz!

Artık başka bir hayat var önümüzde.. Yep''Yeni Bir Hayat''.. 

Alpay ne güzel söylemiş..
Ethem ve Mustafa: ''Tamam tamam, Ben yenildim Siz yendiniz.. Ama Biz Kazandık; Siz Kaybettiniz'' !  ... #DirenGeziParki / #DirenTürkiye ...  Umarım Bu Video 'yu ve Yazımı beğenirsiniz.. Tüm Vatan Şehitlerimiz İçin :




Armağan ZENGİN

Halkla İlişkiler-Bugün Pazar

Her Pazar Sabahı gökyüzünü mavi gördüğümde ve güneş vurduğu an tepeden gözlerimi
kamaştırınca ışığı, aklıma bir tek kişi geliyor. Bir tek şiir geliyor.

Nazım Hikmet geliyor o içli güzel şiiri geliyor. İçinde insan sevgisi olan, içinde doğa sevgisi, vatan sevgisi olan insanın içeride yatması 12 yıl.

Ne kadar zor. Demir parmaklıkların ardında. Gökyüzünden, güneşten, yağmurdan uzak.
Ağaçlardan, gölgelerin altından o huzur veren serinliklerinde şiir yazmaktan uzak.
Sonra yıllar geçiyor bazı şeylerin değerini yeni anlamaya başlıyoruz. Bazı insanların değerini yeni anlamaya başlıyoruz. En son hangimiz bir resimde yada televizyonda yada İstanbul da saat kulesine bakınca ağladık, şiir yazdık. Oraya baktığımda aklımıza ne geliyor. Aaa ne kadar güzelmiş demekle mi yetiniyoruz. En son saat kulesini gördüğünüzde ne hissettiniz karşınızda kimi gördünüz. Ben hiç saat kulesini görmedim İstanbul’dan. Anca resimlerden, televizyonlardan, İstanbul adına düzenlenmiş belgesellerden. Ama her gördüğüm de aklıma Nazım Hikmet geliyor. Saat kulesine yazdığı şiirler geliyor.

Ve ben her pazar olduğunda gökyüzüne baktığımda Nazım Hikmet geliyor aklıma.
Başka bir konudan Saat kulesine nereden mi vardım.
Çünkü Nazım Hikmet her Pazar olduğunda insanların arasından o kuleyi izlermiş ona şiirler yazarmış.
Ve hapiste geçirdiği her Pazar Saat Kulesini görmediği için, için için ağlarmış.
Nazım Hikmet i kalp yetmezliğinden kaybettik...
Nedeni çok açık değil mi...

Ve Pazar olunca aklıma gelen şiir ise..

Bugün Pazar
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ömrümde ilk defa gökyüzünün
bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldanmadan durdum.

Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga,ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben
Bahtiyarım…

Ve ben bu şiirden sonra Saat Kulesini düşünmeye başlıyorum
Bugün Pazar...

  
Halkla İlişkiler

29 Haziran 2013 Cumartesi

Bir Zat'ın Kaleminden-Yazmak Üzerine

Yazmak anlaşılması zor bir duygudur.Herkes hisse alamaz o duygudan..Ruhun derinliklerine dalıp ordan inciler çıkarmak her yiğidin harcı değildir elbette.Yazmak tutkuysa eğer o tutkuya kapılan insan yazmasa hep bir yanını eksik hisseder.Hayatı hep yarım kalır.Herşeyde bir adım eksiktir.

Yazmak; bir zeka faaliyetidir.İnsan, aklının bütün fakültelerini çalıştırarak  bir ürün elde etmeye çalışır. Amerika'yı keşfetmenin hazzı, belkide esamesi okunmaz bir değer olur yazarken insanın kendi aklındakileri keşfetmesinin yanında.

Yazmak; analiz yeteneğine sahip bir düşünüş gerektirir aynı zamanda.Yazamayan insan herhangi bir olayı tek bir perdeden izlerken ağzı açık bi vaziyette, Yazabilen insan soğuk kanlılıkla bir çok perde arasında mekik dokuyarak olayın iç yüzüne ulaşır aslında.

Yazmak aynı zamanda çalışmanın bir erdem olduğunu kavrayan zihinlerin ortaya koyduğu sistemli bir çalışma ürünüdür.Çoğuna göre yazmak çok kolaydır.Eğer yazmaktan kasıt, kelimeleri yanyana sıralayıp onların bir anlam ifade etmesini beklemekse kolaydır elbet yazmak, ancak kelimelerin el ele tutuştuğu o büyülü ahengi yakalayıp onlara o en estetik pozu verdirmekse yazmak, o zaman sanattır,zordur.

Yazılan kelimeler, insanın içinden sancıyla doğmuyorsa, güneşi arkasına alıp karanlık zihinlere ışık tutmuyorsa, kelimelerin israfına, onu okuyan gözlerin yorgunluğu da israf olarak ekleniyor demektir.

Yazmanın büyüsünden kurtulamayanlar yazar.Fikirler bırakmaz onu, yeri gelir de uyutmaz belki.Bilinmeyene bir pencere açar zihni, bir kere insan o bilinmeyene dalıpta o bulanıklığın içinden mercana ulaştımı yazma büyüsüne kapılmış olur.Yazarak o mercanın kabuğunu sabırla yavaş yavaş açar ve eğer hakettiyse kabuğun ardındaki o narin inciye ulaşır.İşte o inciyi okuyucuyla paylaştığında yazar, okuyucuya o inciyi hediye etmiş olur.Bu zarif hediyeyi alan okur, yazara hep minnettar kalacaktır.

Bir Zat'ın Kaleminden

28 Haziran 2013 Cuma

Necip HAN- DHKP-C Gerçekleri (2)

DHKP-C Gerçekleri üzerine yaptığımız bir önceki haberle örgütün eylemlerini ve eylem mantığını açıklayan twitleri yayınlamıştık.Bu twitleri atan kişinin gerçekliğine dair kanıtı bir önceki haberimizde bulabilir ve hatta kişiyi kendiniz takip ederek gerçek olma ihtimaline dair çıkarımı kendiniz yapabilirsiniz;      https://twitter.com/Mustafaselanik3

Şimdi yayınlayacağımız twitlerde ise yine çok can alıcı bilgiler yer almakta.Örgütün tabanı, gelir kaynakları, hedefi, lojistik desteği hakkında paylaşımlar sunulmuş.Bizde bunları düzenleyip paylaşmak istedik.




    













Necip HAN

Bir Zat'ın Kaleminden-Hedefsiz ve İdealsiz Nesiller

Nesilller kendilerine gösterilecek yüksek gaye ve yüce ideallerle canlılıklarını muhafaza ederler. Hedefsiz, idealsiz kaldıklarında da kadavralaşır ve birer iskelet haline gelirler. Bitkiler, ağaçlar, hatta doğadaki bütün varlıklar, canlı kaldıkları sürece çiçek açar, meyve verir ve yararlı olabilirler. Adem evladı ise; ancak güçlü ideâlleri, aksiyon ve gayretleriyle canlı kalır ve varlığını sürdürebilir. Durağan bir uzvun kireçlenip kuruması, kullanılmayan bir parçanın paslanıp çürümesi ne ise hedefsiz, idealsiz, bundan ötürü de hareketsiz kalan nesillerin, delik deşik olup gitmesi de aynı şeydir.

Bir topluluk, üzerinde kurulup geliştiği felsefe ve manevî değerlere sımsıkı bağlı kaldığı sürece, büyüklük ve dinamizmiyle payidar olur. Kendine has bu diriltici iklim ve bu esaslı kurallardan uzaklaşmaya başladığı an itibarı ile  de içten içe kokuşup çürümeye ve dağılıp gitmeye yüz tutar.

Dertsiz, davasız, hedefsiz ve ülküsüz nesillerin önce içten içe yanarak karbonlaşması, sonra da bir alev, bir tûfan haline gelerek, etrafındaki her şeyi yakıp yok etmesi doğal ve kaçınılmaz olur.

Gelecek günlerde, bizleri nelerin beklediğini söyleyerek saf düşünceleri ümitsizlik içinde boğmaya gerek yok; millete, kendini yenileme yolları gösterilmeli ve geleceği  omuzunda bayraklaştıracak genç kuşaklar, yüce hedeflere, yüksek ideâllere ulaştırılarak gayesizlikten kurtarılmalıdırlar. 


Bir Zat'ın Kaleminden


 

27 Haziran 2013 Perşembe

Necip HAN- DHKP-C Gerçekleri (Solun Karanlık Yüzü)

Daha önce DHKP-C yapılanmasının içinde bulunan bir isim yakın zamanda bir twitter hesabı açtı ve bu hesap üzerinden DHKP-C'nin kan donduran eylemlerini, yapılanmalarını ve nasıl çalıştıklarını takipçileri ile paylaşıyor.Yazdıklarının çok ciddi bilgiler olması ve takipçilerinin, bilgileri paylaşan kişinin gerçekliğinden %100 emin olmak istemesi nedeniyle paylaşımcı dün Gazeteci-Yazar Özlem Özcan ile buluştu.Ve Özlem Özcan tüm samimiyetiyle bu kişinin gerçekten daha önce bu yapılanmanın içinde olduğunu  kişinin anlattıklarıyla tasdik ettiğini, bu kişinin twitterdan böyle ciddi bilgileri paylaşmasının sebebi olarak ise kendisi gibi başka gençlerinde aldanarak bu yapılanmanın içinde bulunmamasını istediği için yaptığını  açıkladı.Bende bu kişinin paylaştığı o çok mühim bilgileri derleyip sizlere sunuyorum. Paylaşımcıyı  https://twitter.com/Mustafaselanik3  adresinden takip edebilirsiniz.

Not: Resimlere tıkladığınızda orjinal boyutuyla açılacak ve okumanız mümkün olacaktır.


















































Necip HAN

26 Haziran 2013 Çarşamba

Mert EYGİ-Halk Forumu


Bugün (25 Haziran 2013) İzmir Gündoğdu’da Alsancak İskelesi önünde İzmir Gündoğdu Forumu'nu güçlendirmek adına İzmirli akademisyenler ve öğrencilerin katıldığı HALK FORUM’una katıldım. Birkaç arkadaşımla beraber toplaşıp gitme kararı aldığım için bi yarım saatlik gecikme de yaşasak da oraya vardıktan sonra yerimizi çimlerin üstünde aldık ve sırası ile konuşmak isteyenlerin konuştuğu, içinde bol miktarda tebessüm ve bazı da yeni fikirler barındıran güzel bir 1buçuk saat geçirdik. Üniversiteyi merkeze alan bu forumun ana başlıkları şu şekildeydi ;
- Üniversitedeki her tür iktidar ilişkilerinin tartışılması.
- Üniversite bileşenlerinin sokakla ilişkisinin tartışılması.
- Üniversitenin işlevini yeniden düşünmek.
- Daha sonra neler yapacağız?

            


Ben de not alabildiğim ve duyabildiğim ölçüde(çünkü ne yazık ki sesler bazen anlaşılmadı) sizlerle konuşulanları paylaşmak istedim. Bir Ege Üni. Sosyoloji bölümü okuyan bir öğrenci itaati öğreten süreci öğrenmenin bugün yaşananları üniversitelerde yapılanları anlamamızda çok önemli olacağından bahsetti. İş güvencesinin olmaması ve çok fazla işsizin olması itaatliğe götürdüğünü söyledi. Kadrolaşmanın büyük bir sorun olduğunu dile getirdi. Üniversitedeki ARGE’ lerin sanayi şirketleri amaçları doğrultusunda yönlendirildiğini ve tam olarak bilim yuvası olamadığından bahsetti. Ege Üni’den bir öğretim üyesini en önemli sorunun mobbing olduğunu (en basit tabiriyle bir grup tarafından yapılan psikolojik baskı ) örgütsüzlüğün de buna mahal verdiğini dile getirdi. Bir lise öğrencisi üreme konusunun anlatılmadığından bahsetti bir devlet okulunda. Marmara Üni.’de okuyan bir öğrenci de okullarında sıklıkla Darwin karşıtı konferanslar verildiğinden bahsettikten sonra kendi üniversitesiyle ilgili okullarında kullanılması zorunlu olan(en başta yemekhaneden yemek yiyebilmek için) kredi kartından bahsetti ve o karta her sene 50 lira kart ücreti veriliyormuş.Bunun üzerine forum başkanı, bu kararın kazanılan 2 tane mahkeme kararını ihlal ettiğini ve okulun bu kredi kartlarını toplayıp normal öğrenci kartlarına dönmesi gerektiğinden bahsetti fakat yönetim bu kararları görmezden gelmekteymiş..hiç şaşırmadım..Eskişehir Osmangazi Üni’den bir öğrenci de konuşulması gereken en büyük konunun YÖK olduğuna değindi. YÖK gibi hükümetin dayatmalarını üniversitelere uygulatan bir kurum olduktan sonra üniversitelerin özgürleşemeyeceğinden bahsetti ve ayrıca örgütleşmenin olmadığından bahsetti akademisyenler bazında. Başka bir öğretim üyesi de İTÜ’lü akademisyenlerin oluşturduğu bir platformun olduğundan bahsetti. (http://ituasistandayanismasi.blogspot.com/p/hakkmzda.html linkinde bu oluşumla ilgili gerekli açıklama mevcuttur). Bir EĞİTİMSEN üyesi de sendikaların kasko gibi görülmesinden yakındı. Böyle oluşumların siz varsanız var siz yoksanız yok olduğundan bahsetti ve bu konularda duyarlı kişileri görev almaya çaba göstermeye davet etti. EĞİTİMSEN ‘in yüksek öğretim bürosu 4 5 yıldır faaliyetteymiş ve belli aralıklarla toplanıp üniversitedeki sorunlar üzerine konuşuluyormuş. Bunlardan sonra konu ne yapmalıyıza geldi ve genel anlamda İzmir Ünilerinin birlik içinde olmalarından bahsedildi hem öğrenci hem akademisyen bazında. Bunlar tabi güzel temenniler ama birazcık da soyut temenniler. Benim hoşuma giden somut temenniler de olmadı değil. Bunlardan biri – her ne kadar üniversitelerle alakalı olmasa da gündemle alakalı- İzmir’i sadece Alsancak Karşıyaka Bornova olarak değerlendirmemeliyiz diyen bir arkadaşımızın mesela Ethem Sarısülük için 40’si 52’si yapalım Eski İzmir’e gidelim, Boyakaya , Kale’ye gidelim oradaki insanlara anlatalım Ethem kimdir, neden öldürüldü, öldürülmesine rağmen Polis serbest kaldı.bunları halk görsün.Gerçekten de önemli bu tarz şeylerin yapılması. Bir diğer somut öneri de bir akademisyenden geldi ; (benzeri galiba önceden bir zamanlar denenmiş) bu sene Akademisyenler olarak hangi ünide olursak , hangi dersi veriyorsak olalım dönem başladığında birkaç dersimizi Direniş’e ayıralım. Direniş nedir ne değildir nasıl olmalıdır nasıl yapılır nasıl mücadele edilir.Tarihsel örneklerden bahsedelim bunları anlatalım öğrencilerimize denildi.Ve ayrıca da forum başkanı ortak bir mail ağının olduğunu direnkampusizmir@gmail.com buraya dilek ve görüşlerini herkesin iletebileceğini belirtti.

 Bu çok zevkli forumun sonlarına kalamasam da yine de bulunduğum süre zarfında oldukça hoş vakit geçirdiğimi söylemeliyim ve şunu ekleyeceğim.Eğer yarınlara daha büyük umutlarla bakmak istiyorsak bu Halk Forumlarına gitmeliyiz dinlemeliyiz konuşmalıyız ve çevremizdekilere bu forumlardan bahsetmeliyiz onları teşvik etmeliyiz.ancak bu şekilde büyüyeceğiz ve toplumumuz için gerekli tartışmalar yapıldıktan sonra bu toplum en doğru kararını vericektir..Daha güzel yarınlara..

Mert EYGİ
İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü
Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği
3. Sınıf Öğrencisi

Bir Zat'ın Kaleminden-Çile

Çile, yüce hedeflere varmanın ve yüksek neticeler elde etmenin tek yoludur. İnsan, çile ile günahlardan arınır; onunla saflaşır ve onunla özüne erer. Çilenin olmadığı yerde ne olgunlaşmadan ne de ruhla bütünleşmeden bahsedilemez. Hayat, onunla aydınlığa kavuşur ve kişi ancak onunla yaşamanın zevk ve şuuruna erer. Çilesiz hayat monoton, o olmadan yürünen yollar renksiz ve bıktırıcı ve bu yolların garip yolcuları da yaşamaktan bezmiş talihsizlerdir. Çile görmemiş ruhlar ham, gönüller de kolu kanadı kırık ve ölgündür.

Çile, çalışmaya ve o yolla elde edilen şeylere kat kat değer kazandırır. Çilesiz elde edilenler ise mirastan gelen mal gibidir. Gelişi emeksiz, gidişi de üzüntüsüz olur. Evet, ancak, binbir ızdırapla kazanılan şeylerdir ki muhafazası uğrunda canlar feda edilir...


Bir millet ve bir medeniyet büyük muzdarip ve çilekeşlerin öncülüğünde kurulmuş ise sıhhatli, istikrarlı ve gelecek adına ümit vericidir. Aksine, hayatında bir kere olsun ağlamamış, inlememiş ve sancı çekmemişlerin elinin altında doğmuş ve gelişmişse, zâyi olmaya namzet ve talihsizdir.


Her ideâl dönem, bu türlü muzdarip ve çilekeşlerin omuzunda bayraklaştı ve yükseldi. Onların yerini alan gün görmemiş ızdırapsızların elinde ise yıkıldı yerle bir oldu;


Âh, şu çile bilmeyen, ızdıraptan hoşlanmayan nefsim! Rahata, rehâvete müptelâ ve meftûn nefsim! Öbür âleme ait lezzet ve nimetleri burada yaşayıp, burada bitirmek isteyen nefsim! Kâmil insan olmayı kimseye vermeyen ve kemâl yolunu bir türlü bilmeyen nefsim! 'Gün buralara, bulut dağlara!' düşüncesiyle sefilleşen ve var olmadaki zevkli sancıyı idrâk edemeyen nefsim! Bilmem ki sana, çilenin yükselticiliğini ve rahatseverliğin öldürücü bir zehir olduğunu anlatabilecek miyim..?


Bir Zat'ın Kaleminden

25 Haziran 2013 Salı

Bay Hiç Kimse-Kapitalizm ve Din

Kapitalizm ve Din

Tüm sosyal kurumlar zamanla birlikte değişime uğrar.Ekonomi,politika ve aile yapısı geçtiğimiz yüzyıl boyunca bir çok aşamalardan geçip şu an ki konumuna dönüştüler ve tabi ki manevi tarafımızı kapsayan dini yaşam da bu dönüşüme dahil olmaktadır.

Laikleştirme

Atatürk her alanda olduğu gibi din konusunda da hassasiyetini göstermiş ve hurafelerin ve şeyhülislamlar tarafından istismar edilen fetvaların insanları nasıl da yanlış yönlendirdiğini görmüş ve bu durumu düzeltmek için  zamanın şartları ile en uygun çözümü din işlerinin devlet işlerinden ayrılmasında bulmuştur.Ancak Atatürk’ün bu hassasiyetinin farkında olmayan bir kısım kesimler bu çalışmayı bir dinsizleştirme politikası olarak algılamış ve ne yazık ki yüzyılın gelmiş geçmiş en büyük politik zekasına karşı kin ve nefret besleme gafletine düşmüşlerdir.Sunay Akın’ın dediği gibi   "Bu millet şunu biliyor mu! Bu gezegenin en doğusundaki (ve batısındaki) sabah ezanının ilk okunduğu camiyi Mustafa Kemal Atatürk yaptırmıştır."Atatürk dinle dindarla değil,hurafeyle ve dinciyle mücadele etmiştir.Çünkü o zamandan biliyordu ki bu dinci kesim sırf kendi rahatları ve başkalarının alçak amaçları için milletin manevi değerlerini gözünün yaşına bakmadan kullanmak da hatta timsah gözyaşlarını da buna dahil etmektedirler.Bu oynanan oyuna iyi niyetiyle inanan anadolu insanını gerici,yobaz olarak yaftalamak ise Kemalist kesimin düştüğü en büyük yanlış olmuştur.Siz akp hükümetinin oynadığı oyunları ve hizmet ettiği kuruluşları belgeleriyle birlikte bu insanlara gösterdiğiniz de dahi karşınızda bulursanız o zamanda sadece susma hakkını ve başkalarının özgürlüklerine saygı gösterme kanaatinizi kullanırsınız.

Günümüz dünyası para kazanmak uğruna.

Para kazanmayı neden isteriz? Yemek, yatacak bir yer edinmek,barınma ihtiyacını karşılamak ve içinde bulunduğumuz şartları daha da iyileştirmek.

 Artık günümüzde kapitalizmin getirdiği bir düzen var ve bu düzen içinde mücadelemizi şekillendirmemiz gerektiği vurgulandı hep. İşte öğretimiz tam da bu noktada karakterimize negatif yönde etki etmeye başlıyor. Savaşlar meydanlarda değil, artık gökdelenlerin bilmem kaçıncı katındaki firma genel merkezlerindeki oldukça iyi konfor şartlarına getirilmiş mekanlarında gerçekleşiyor, ve belki de sizin hakkınızda hiç bilmediğiniz yerlerde çok önemli kararlar alınıyor ve siz belki de hiç tanımadığınız kişilerle o ofis odalarında çoktan bir ekmek kavgasına tutuşmuş ve mücadele sizin dışınızda gerçekleşmekte.

Halbuki bize dünyanın güzelleştiğini ve zenginleştiğini söylüyorlar, zenginleştikçe de insanların daha iyi şartlarda yaşadığını. Ya da biz bu yalan ortamında savrulup duruyoruz, bir o tarafa bir bu tarafa. İnsanoğlu geçmişte bir ekmeğe ulaşmak için kendini yetiştirir ve gerçekten yaşam koşulları içinde diğerlerinden daha güçlü ve birtakım şeyleri daha iyi yapar hale gelirdi, böylelikle mücadelesini kazanma şansının doğmasını sağlardı. Ancak gelişen (!) dünyada buna ihtiyaç yok, iyi olmanıza hiç gerek yok, çünkü yaşam sizin iyi olmanızla pek alakalı değil. Sizin hakkınızda alınan kararlar önemli, çünkü sizi bilinmeze sürükleyen o süreç. Ve bu süreç de insanı riyakarlığa götürüyor. Karakter açısından olması gerekeni değil, olmaması gerekeni yapmayı öğreniyoruz çünkü. Günümüz dünyasında ancak bu şekilde ayakta kalacağımıza inanmışız karakterimizden fazlasıyla ödün vermek zorunda kalsak da.

Zenginleşiyor muyuz, yoksa karakterimizi kaybederek daha da fakirleşiyor muyuz?

Artık insanlarda bu farkındalığı yaratmanın zamanı geldi.Geç olmadan aklımızı başımıza alıp dosdoğru yolda ilerleyebilmeliyiz.

Abraham Lincoln’un oğlunun hocasına yazdığı mektup

İnsan olduğumuzu unutmamak için,

Öğret O'na

Zaman alacak biliyorum, fakat eğer öğretebilirsen O'na,

Kazanılanılan bir liranın, bulunan beş liradan daha değerli olduğunu öğret.

Kaybetmeyi öğret O'na ve hem de kazanmaktan neşe duymayı.

Kıskançlıktan uzaklara yönelt O'nu. Eğer yapabilirsen.

Sessiz kahkahaların gizemini öğret O'na.

Bırak erken öğrensin, zorbaların görünüşte galip olduklarını...

Eğer yapabilirsen, O'na kitapların mucizelerini öğret.

Fakat O'na sessiz zamanlarda tanı,

Gökyüzündeki kuşların, güneşin altındaki arıların ve yemyeşil yamaçtaki

çiçeklerin ebedi gizemini düşünebileceği..

Okulda hata yapmanın, hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret O'na...

O'na kendi fikirlerine inanmasını öğret.

Herkes O'na yanlış olduğunu söylediğinde dahi...

Tüm insanları dinlemesini öğret O'na,

Fakat tüm söylediklerini gerçeğin eleğinden geçirmesini,

Ve sadece iyi olanları almasını da öğret.

Eğer yapabilirsen, üzüldüğünde bile nasıl gülümseyeceğini öğret O'na...

Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret.

O'na kuvvetini ve beynini en yüksek fiyatı verene satmasını,

Fakat hiçbir zaman kalbi ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret.

Uğultulu bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret O'na.

Ve eğer kendisinin haklı olduğuna inanıyorsa, dimdik dikilip savaşmasını öğret.


Bay Hiç Kimse

24 Haziran 2013 Pazartesi

Mert EYGİ - #SataSataDoyamayanAdam



Youtube’da hükümetin politikalarıyla ilgili bir televizyon kanalındaki bir programın videosuna rastladım ve resmen kanım dondu. Sanıyorum önümüzdeki günlerde pek çok kez görürüz özellikle facebook üzerinden paylaşımlarla bu videoyu. Tamam, biliyoruz Vatanımızı, uğrunda ölen Ata’larımızı görmezden gelerek yok sayarak satıyorlar fakat gerçeklerle böylesine yüzleşmek bana bile –bu durumu AKP hükümetinin bana kanıksatmış olmasına rağmen – PES dedirtti!

Videoda, AKP Hükümetinin Maden Politikası ve Son çıkan Petrol Yasası Kanal 99 Tv de yayınlanan Analiz programında ele alınıyor ve programın konuşmacısı Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkan Yardımcısı ve Ekonomist olan Selim Kotil.

Selim Kotil çıkarılan yasalarla Türkiye’nin Satılmasının nasıl meşrulaştığına değiniyor ve sözlerine Atatürk zamanında çıkarılan yasayı yani AKP hükümetinin zamanına dek değiştirilemeyen yasayı hatırlatıyor. O zaman ki yasa şu şekildeymiş; ‘Yabancıların Türkiye’de köy arazilerinde maden araması yasaktır’.Bu kanun 2003 de AKP iktidara geldiğinden hemen 6 ay sonra değiştiriliyor ve yabancıların arama yapabilmesinin önü açılıyor. Bu kanunla sınırla kalmayan AKP hükümeti sonra da esas içimizi ve ATA’larımızın kemiklerini sızlatan, içinde apaçık bir şekilde ihanet barındıran 5177 sayılı maden kanunu çıkartmış. Bu kanunda yazan şey ; yabancıların Türkiye’de çıkardığı madenlerin %2si devlete geri kalan %98’i ( yüzde DOKSANSEKİZ) kendilerine. Yani yabancılara kalıyor. Böyle bir şey yenilir yutulur bir şey midir? Bu maddeyi çıkartırken hiç mi vicdanınız sızlamadı hiç mi canınız acımadı. Hangi akla hizmet ,sen sahip olduğun değerleri böylesine satabilirsin. Sadece daha çok borçlanarak büyüyen Ekonomiyi napayım ben kime ne faydası var bunun? Sanayiye bir katkı yapmadığın yetmezmiş gibi bir de doğal hazinelerimizi babalarının malı gibi satılması hiçbir şekilde tarifi olabilen bir şey değildir benim gözümde.

Video’nun sonraki bölümünde konu petrol kanuna geliyor. Hani şu Gezi parkı olayları sırasında bir gece yarısı apar topar çıkartılan yasa var ya işte ona. Orada yapılan değişikliklerin de çok can alıcı olduğunu söylüyor sayın Selim Kotil. Şöyle ki yeni çıkan petrol kanununda 1. hayrete düşürücü madde, ‘Türkiye Petrolleri Anonim ortaklığının Türkiye Cumhuriyeti ve milleti adına petrol çıkartma imtiyaz hakkı elinden ALINMIŞTIR’ .yani kendi topraklarımızda devlet olarak petrol çıkartma hakkımız yok. Bunu yerli ya da yabancı(ki muhtemelen yabancı) şirketler yapacaktır. 2. Değişiklik de orman arazilerinde de petrol aranabilir maddesi. Ve bu arama sırasında çevreye zarar verme durumu olursa da en fazla ödeyeceği ceza 500 bin dolar. Ve bu maddeye ek olarak şöyle bir değişiklik de var “petrol aranan bölgede bütün su kuyularını-yer altı veya yer üstü su kuyularının- imtiyaz hakkı ruhsat sahibine aittir”. Orda bir nehir geçiyor. O suyun kullanım hakkı o firmaya ait. Ve Selim Kotil’in söylediğine göre şuan 43000(kırk üç BİN) ruhsat verilmiş bu da demek oluyormuş ki Türkiye’nin 4’te 1 i şu şartlar altında resmen SATILMIŞ !

Daha ne konuşulabiliriz bu yapılanlar üstüne.gerçekten Allah’tan tek temennim var geleceğim ve milletimin geleceği için. Halk, AKP’ye oy veren kesim, tüm bu yapılanları görsün ve iktidarı vezir yapmasını bildiği gibi rezil de yapsın ve sonrasında da şu ülkenin başına gerçekten Vatanını seven onu düşünen, onun gelişmesi için çaba harcayan birilerini getirsin.





Mert EYGİ
İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü
Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği
3. Sınıf Öğrencisi