8 Kasım 2013 Cuma

TEK PARTİ DÖNEMİ VE TOPLUM

ÖZET

Tek Parti Dönemi yeni kurulan bir devletin kendine gelmeye ve kalkınmaya çalıştığı bir dönemdir. Bu dönemde gelişmek için yapılan batılılaşma hareketleri, inkılaplar arasında savaştan yeni çıkmış bir topluma yeni bir kimlik arayışı vardır. Biz bu çalışmada o dönemdeki hükümetin ve meclisin birtakım uygulamalarını incelerken bir yandan da toplumla ilişkisini vermeye çalıştık.  

 TEK PARTİ DÖNEMİ

 

Tek Partili Dönem, 1923 Cumhuriyetin ilanından 1946’da Demokrat Parti’nin kurulmasına kadar yaşanılan süreçtir.(İleri,2008) Türkiye’de Cumhuriyetin kurulusundan 1946 yılına kadar tek siyasi parti olan CHP ve onun hükümetleri işbaşında olmuştur. Bu nedenle bu süreç “Tek Parti Dönemi” olarak nitelendirilmektedir. (Yüksel,2006)

Atatürk Dönemi

 

Atatürk İlkeleri doğrultusunda, 1922 ve 1938 yılları arasında sosyal hayatı etkileyebilecek birtakım siyasi uygulamalar yapılmıştır. Bu uygulamaların amacı, Atatürk tarafından dile getirilen; "Türkiye'yi gelişmiş devletler seviyesine çıkartmak" olarak düşünülmüştür.
Tarihçi Toktamış ATEŞ, Türk Devrim Tarihi adlı eserinde şunları yazıyor:

"Kemalist Devrim'in özü, felsefe olarak Tanrı egemenliğine dayanan bir monarşiden, halk egemenliğine dayanan bir cumhuriyete geçilmesi; iç siyaset amacı olarak monarşik iktidarın 'kaderci kulları' yerine çağdaş bir cumhuriyetin 'onurlu vatandaşlarını' oluşturmak; dış siyaset amacı olarak da 'tam bağımsızlıktan kesinlikle ödün vermeden', karşılıklı çıkar temeline dayanan eşitlikçi ilişkiler kurmaktı. Tüm Kemalist devrimler aslında bu amaçlara yöneliktir.(Toktamış,2010)

 

Milli Şef Dönemi     

    

Atatürk'ün ölümü üzerine 11 Kasım 1938'de cumhurbaşkanlığına seçilen İnönü Cumhurbaşkanlığının yanı sıra CHP genel başkanlığına da getirildiğinden yönetim üzerinde geniş otorite sahibi oldu. 26 Aralık 1938’de toplanan CHP Üçüncü Büyük Kurultayı'nda İsmet Paşa değişmez genel başkan ve Milli Şef ilan edilmesiyle yaklaşık 12 yıl sürecek olan milli şeflik dönemi başlamış oluyordu.(Karpat,2011)
“Atatürk’ün ölümünden hemen sonra İnönü, tek muhalif oyla cumhurbaşkanı seçilmiş, iki buçuk ay kadar sonra da kabineye fazla dokunmadan, sadece Başbakan Celal Bayar’ı uzaklaştırıp yerine Dr. Refik Saydam’ı iş başına getirerek iktidar sahnesinde yerini almıştır. İnönü, inkılâpları korumak ve dünya siyasi krizi karşısında karar verme yetkilerini tek elde toplamak maksadıyla parti ve devlet birliğini sağlam tutmaya çalışmıştır.”(Karpat,2012)

Muhalefetler:

Serbest Cumhuriyet Fırkası
Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın kuruluş süreci, Türkiye Cumhuriyeti Paris Büyükelçisi Fethi Bey'in 1930 yılının Temmuz ayında iznini geçirmek üzere Türkiye'ye gelmesiyle başladı. Fethi Bey Mustafa Kemal'e, ülkede gördüğü genel bunalımla ilgili ayrıntılı bir rapor sundu ve aksaklıkları tek tek sergilemeye çalıştı. Hükümetine ilişkin düşüncelerini ve eleştirilerini açıkladı.Gazi Mustafa Kemal, Fethi Bey'e bir muhalif bir fırka kurmasını bildirdi ve bu fırkanın adını kendisi “Serbest Cumhuriyet Fırkası” olarak açıkladı.Daha sonra Fethi Bey ile Gazi Mustafa Kemal, Başvekil İsmet Paşa ve CHF Umumî Kâtibi Saffet Bey'in de katıldıkları bir görüşme daha yaptılar. Bu görüşmede partinin kurulması ile ilgili olarak Fethi Bey'in Mustafa Kemal'e, M. Kemal'in de Fethi Bey'e bir mektup yazması ve bu mektupların basında yayınlanması kararlaştırıldı.(Yetkin,1997)

Böylece ikinci fırkayı kurmakla görevlendirilen Fethi Bey, 12 Ağustos 1930 tarihinde fırkanın tescilini isteyen dilekçeyi İstanbul Valiliği'ne gönderdi ve resmi işlemlerin tamamlanmasıyla SCF siyasal yaşama atılmış oldu. Kurulduğu ilk andan itibaren, Serbest Cumhuriyet Fırkası halktan yoğun bir ilgi gördü. Yüzlerce mektup partinin kurucusu ve lideri olan Fethi Bey ile muhalefetin sesi olan gazetelere gönderildi. Bazıları yeni partiye iyi niyet dileklerini iletirken, bazı mektup sahipleri henüz yerel teşkilatların kurulmasını beklemeden üyelik başvurusu yapıyorlardı. SCF'nin üye sayısı ilk haftada 10.000'e, ikinci haftanın sonunda 13.000'e ulaşmıştı.(Yetkin,1997) Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın toplumsal tabanına ilişkin açıklamalar partinin kuruluşuna ilişkin yapısal yaklaşımlarla uyum içindeydi. Siyasi açıklama tek parti yönetiminden hoşnut olmayan grupları öne çıkarırken; sosyal perspektif, Kemalist reformların kitleler üzerinde yarattığı yabancılaşmayı vurguladı. Özellikle ikinci açıklamaya göre, cumhuriyet ve modernleşme karşıtları partinin tabanını oluşturmaktaydı. Son olarak SCF'nin bulduğu yoğun destek ekonomi merkezli bir yorumla değerlendirildi. Buna göre muhalefet partisi, Büyük Buhran'dan bunalan kitleler ve hükümetin mali ve ekonomik politikalarından rahatsız olan toplumsal gruplar tarafından desteklenmişti. Partinin kapanmasına yol açan olay, TBMM'de Fethi bey'in seçimlerde yapılan yolsuzluklara ilişkin önergesinin tartışılmasında ortaya çıktı. Bu tartışmalar üzerine M. Kemal, partiler üstü konumu ile bir milli blok kurulmasına ilişkin önerisinin artık gerçekleşemeyeceğini Fethi Bey'e söyledi. Bu, her şeyin sonu demekti. 16 Kasım 1930 akşamı bir kere daha M. Kemal ile görüşen Fethi Bey, kapatma kararında olduklarını bildirdi ve aynı akşam fırkanın Ankara'da bulunan milletvekilleriyle bir toplantı yaparak verilen kararın yerinde olduğunu saptamıştır.(Tunçay,1999)
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası
 
17 Kasım 1924 tarihinde kurulan Terakkiperver Parti’nin kurucuları ve idarecileri arasında Ali Fuad, Kazım Karabekir, Hüseyin Rauf, Rüştü Paşalar ile Adnan Adıvar, İsmail Canbolat, Halis Turgut gibi birçok isim vardı.(Karpat,2012)
Bu fırkanın kurulmasında iki ana gaye vardı. Bunlardan birincisi “…diktatörlüğe yönelmiş olan Cumhuriyet Halk Fırkasının karşısına bir muhalefet çıkararak, Cumhuriyet’in kuruluşundaki çoğulcu demokrasiyi savunmak ve korumaktı.”(Karpat,2012) İkinci gayesi ise “…yürürlüğe konmuş veya konulacak inkılâpların, milletin ve yurdun temel kültürü, tarihi devamlılığı ve benliğini yaralamadan gerçekleşmesini sağlamaktı. Başka bir deyişle Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, isminde de ifade ettiği gibi ilerlemeyi ana gaye edinmekle beraber bu ilerlemenin halkın ihtiyacına, çıkarlarına, eğilimlerine, çağın gereklerine ve adalet prensiplerine göre olmasını istiyordu.” (Karpat,2012)  

Parti, mecliste kuvvet kazanarak yurt çapında taraftar bulmuş, bu ise Halk Fırkasını tedirgin ederek Terakkipervercilere ağır hücum ve tenkitlerde bulunmasına sebep olmuştur. Nihayet İsmet Paşa hükümeti Şeyh Said İsyanı’nı bahane ederek irticayı körüklediği bahanesiyle yeni çıkarılmış takrir-i sükûn kanununa dayanarak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kuruluşundan 7 ay sonra kapatmıştır.(Karpat,2012)

 

TEK PARTİ DÖNEMİNDE TOPLUM VE MİLLİ KİMLİK

 

CHP İdeolojisi ve Toplum

 

Başlangıçta, 1920’li yılların sonlarına dek, CHP eklektik bir ideoloji benimseyerek felsefesini muhafazakârların görüşleriyle bir şekilde uzlaştırmaya çalıştı. Muhafazakâr grup, toplumun temel kimliğinin ve tarihsel süreklilik duygusunun korunması şartıyla cumhuriyetin ve ilerlemenin sadık bir destekçisi oldu. 1930 yılında CHP benimsediği eklektik görüşü bir kenara bıraktı. Bunun temel sebebi, önceki ideolojik farklılıkların nihayet bir sınıf ayrımında somutlaşmış olmasıydı. Bu ayrım, parti üyeliği ve bürokratik görevler yoluyla üstün bir ekonomik ve siyasi konuma yükselmiş olanlar ile bu grubun ayrıcalıklı konumunu ortadan kaldırmak isteyenler arasında açıkça gözlemleniyordu. Bu kitlenin partiyle kurduğu ilişki, ideolojik bağlanmadan, kişisel çıkarlardan ve lidere sadakatten kaynaklanıyordu. Bununla birlikte, bu durum başka bir siyasi ikilem doğurdu. Yukarıda değinildiği üzere, CHP, öncede belirlenmiş bir (batılı) model doğrultusunda değişimi gerçekleştirmek üzere kurulmuştu ve bir ulus-devlet kurarak bu devleti güçlendirmeyi hedefliyordu. Bu temel görev 1935 itibariyle neredeyse tamamlanmış durumdaydı. Gelgelelim bu balarının ardında partinin yaratıcılığından ve gücünden ziyade Mustafa Kemal’in kişisel karizması ve belli tarihsel koşulların toplumu ulus-devlet kurmaya çoktan hazırlanmış olması yatıyordu. Bu hedefe ulaştıktan sonra CHP, iktidarda kalışını savunmak için yalnızca yeni rejimin ve reformların koruyucusu olduğu gerekçesini öne sürebilirdi. Dolayısıyla 1931’den sonra CHP, yönetimde kalışını rejime yönelik birtakım tehditlere dayandırdı. 1945-1946’da muhalefet partilerinin kurulmasına izin verilmesinin ardında bile, seçmenin karşısına gerçek bir programla çıkmayı başaramadı.1945’te nihayet bir program hazırladığında ise merkezin solunda devletçi bir ideoloji benimsedi.(Karpat,2011)

Karpat başka bir yerde şöyle diyor; “Gerçek halkçılığı unutan ve halktan gittikçe kopan Cumhuriyet Halk Fırkası, halk tarafından kabul edilecek hakiki manada sosyal ve ekonomik refah yollarını bulamamış ve sonuçta halkla karşı karşıya kalmış ve onunla çatışır konuma gelmiştir.”(Karpat,2012)

Milli Kimliğin Yeniden Tarif Edilmesi 

 

Milli Mücadele’nin başarıyla sonuçlanmasıyla birlikte, sınırları belli toprak esası üzerine kurulmuş milli devletin gelişimi tamamlanmıştır. Ve her alanda artık yeniden teşkilatlanmak gerekmektedir. Esas mesele, çok eski olan Türk toplumunun nasıl yeni bir siyasi teşkilatlanmaya tabi tutulacağı hususu olmuştur. Başka bir deyişle ana mesele mazisi ve gelenekleri çok daha eskiye dayanan Türklüğe nasıl milli ve modern bir veçhe verileceğiydi.(Karpat,2012)
Karpat o dönemle alakalı şöyle diyor;

Milli Türk devletinin sınırları içinde yaşayan Türk milletinin kimlerden meydana geleceği hususu ise Cumhuriyet’in ilk yıllarında tartışılıp bir karara bağlanmıştı. Hükümete kültür sahasında ışık tutan Türk Ocakları 1924 yılı kongresinde, ırkçı görüşü savunan birkaç delegenin, Türk soyundan gelmeyen ve ana dilleri Türkçe olmayan kimselerin Türk sayılmamasını istemeleri tepkiyle karşılanmış ve çoğunluğun kararı ile Türk kavramı kültürel ve tarihi esaslara göre tayin edilmiştir. Buna göre Türk asıllı kadın ve erkekler kültürleri dolayısıyla Türk sayılırken, kendilerini Türk hisseden ve tarihi bağlarla Türklüğe bağlı olan herkes de Türk olarak kabul edilmiştir,”(Karpat,2012)    

 

YAPILAN İNKILÂPLAR VE TOPLUM

 

Sosyolojik ve psikolojik incelemeler göstermiştir ki bir toplum içinde meydana gelen kültür ve düşünce değişimleri, bilhassa devlet tarafından zorla kabul ettirilen değişimler, herkesin ortaklaşa kabul ettiği bazı temel değerleri, kurumları ve tarihi hatıraları hiçbir zaman kökünden söküp atamamaktadır. İnkılâplar, toplumu hem geçmişi hem geleceği hem de bütün sosyal ve rejimi hakkında yeniden bir bilinçlenmeye sevk eder. Toplumların bilinçlenmesi ise inkılâpların en büyüğüdür. İşte Türkiye’de de inkılâplar böyle bir bilinçlenme çığırı açmıştır. Ayrıca inkılâpların siyasi düşünce üzerindeki etkisi de çok büyük olmuştur. Gerçi düşünce, yaşayış ve davranışlarda alaturka-alafranga ikiliği devam etmişse de artık bu ikiliğe son vermenin ihtiyacı duyulmaya başlanmış ve bu konuda tartışmalar yapılmıştır. Toplumun meselelerini çözecek yolları eninde sonunda toplum içinde ve toplumun kendi gücüne dayanarak bulma mecburiyeti anlaşılmaya başlanmıştır.(Karpat,2012)

Birtakım inkılâplar:
 

İsviçre Medeni Kanunu

 

İsviçre Medeni Kanunu örnek alınarak TBMM’de 17 Şubat 1926’da yeni bir medeni kanun kabul edilmiştir. 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe konulmuştur.
Medeni hukuk toplumda şahıslar arasındaki ilişkileri düzenleyen bir hukuk dalıdır ve bu medeni kanun o zamana kadar Türk toplumunda kullanılan kanunların yerini almıştır ve artık toplumu düzenleyen bu kanundur. 

“İsviçre Medeni Kanunu kabul edilerek o zamana kadar kullanılmış İslami kanunlar bırakılmıştır. İsviçre Medeni Kanunu aslında rejim değişikliği kadar önemli bir hareketti. Çünkü bu kanun yalnız şeriatın yerini almakla kalmıyor, Türk toplumunu batı medeniyeti kültüründen esinlenilmiş bir kanunla idare etmek gayesini de güdüyordu. Bütün İslam dünyası bu hareketi yadırgarken Avrupa, İsviçre Medeni Kanununun kabulünün Türkiye’nin modernleşme isteğinin en büyük göstergesi olarak görmüştür” (Karpat,2012)

Takrir-i Sükûn Kanunu

 

1925 Şubat ortalarında Şeyh Sait isyanı patlak verince, Doğu Anadolu 'da hemen sıkıyönetim ilân edildi. Fethi Bey düşürüldü ve yeni hükümeti 3 Mart'ta İsmet Paşa kurdu. Yeni hükümet ilk iş olarak Takrir-i Sükûn Kanunu'nu Meclis'ten geçirdi.
Bu kanunun aslında “sadece o sıralarda patlak veren Şeyh Sait İsyanı’na kaşı olmadığı; asıl amacın, devrimlere devam etmek için karşı ağızların susturulması ve devrimlerin sakin bir ortamda yürütülmesi amacıyla çıkarıldığı” (Toker,1991) da söylenmiştir. Bundan böyle, sosyal yaşamda çağdaş nitelikli devrimsel değişimlerin kolaca gerçekleştirilmesi için de uygun ortam sağlanmış olduğu söylenmektedir.

"Takrir-i Sükûn Kanunu’nun çıkarılması ve İstiklal Mahkemelerinin kurulması çağdaş Türkiye tarihinde, gerçek bir dönüm noktası oluşturur. Aşırı bir baskı döneminin habercisi olan, tarihsel önemi büyük bu kararın, iki yıl boyunca uygulanması, tüm siyasal muhalefetin ve basının susturulmasını, Kürt etnik ve dinsel kimliklerinin sert bir biçimde ezilmesini ve 1926'da Ankara ve İzmir’de yapılan yargılamalarla Kemalist çevre dışındaki tüm potansiyel iktidar rakiplerinin yok edilmesini gerektirdi. Bu iki yıllık dönem sona erdiğinde, Kemalistler artık kendilerini yasanın yürürlükten kalkmasına izin verecek kadar güvenlikte hissediyorlardı. Ancak, bu yasanın yarattığı siyasal sistem, iklim ve kültür, onu izleyen yirmi yıl boyunca temelde aynı kalacaktı." (Zürcher,1991)
Yani Takrir-i Sükûn Kanunu hem Cumhuriyet’e yönelik tehditleri ortadan kaldırmak ve Cumhuriyet'i korumak için hem de devrimleri sakin bir ortamda gerçekleştirmek için çıkarılmıştır.

Tevhid-i Tedrisat Kanunu

 

Tevhid-i Tedrisat Kanunu Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 3 Mart 1924 tarihinde kabul edilmiştir ve ülkedeki bütün eğitim kurumlarının Maarif Vekâleti’ne (Milli Eğitim Bakanlığı’na) bağlanmasını öngörür.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu ayrıca tekke ve zaviyelerin kapatılması; dinsel olduğu düşünülen Arap harflerinin kaldırılıp Harf Devrimi’nin yapılması gibi diğer bazı Atatürk devrimlerinin gerçekleşmesi için de altyapıyı oluşturmuştur.(Özkan,2006)



Şapka ve Kıyafet İnkılâbı

 

Şapka ve Kıyafet Devrimi, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasının ardından, halkın kılık ve kıyafetinin düzenlenerek batı ülkelerindeki normlara uygun hâle getirilmesi için 1925 ve 1934 yıllarında çıkarılan iki kanunla yapılan düzenlemedir. Yasadan önce, Osmanlı Devleti'’nde olduğu gibi farklı dinlerden yurttaşlar farklı başlık ve kıyafetler giymeye devam ediyordu. Dinî kaynaklı giyim farklılıklarını ve geçmişin simgelerini ortadan kaldırmak isteyen Mustafa Kemal Atatürk o sene Kastamonu’ya yaptığı gezide bir şapka giyerek halka şapkayı göstermiş ve tanıtmıştır.(Kılıç,1995)

Harf İnkılâbı

 

Harf Devrimi, Türkiye'de 1 Kasım 1928 tarihinde "Yeni Türk harflerinin kabul ve tatbiki hakkında Kanun"un kabul edilmesi ve yeni alfabenin yerleştirilmesi ile gerçekleşmiştir.
Atatürk devrimlerinden harf devrimi, sosyo kültürel alanda yapılan en büyük devrimdir. Arap alfabesinin yarattığı olumsuzluklar ilk kez Tanzimat döneminde tartışılmaya başlandı. Meşrutiyet yılları da Tanzimat yıllarında olduğu gibi alfabe tartışma konusu oldu. Ancak yapılan tartışmalar daha çok var olan Arap harflerinin ıslah edilmesi ile ilgiliydi. Tanzimat ve Meşrutiyet yıllarında yapılan tartışmalarla olgunlaşan alfabe sorunu, gerekli siyasal ve sosyal şartların sağlanması ile birlikte Atatürk’ün önderliğinde Latin harflerinin kabulüyle çözüme kavuştu.(Üngör,2010)

 

 

 

KAYNAKÇA:

Ateş,T. (2010).”Türk Devrim Tarihi”,İstanbul:Bilgi Üniversitesi Yayınları
İleri,Ü.(2008).”Tek Partili Dönem’de..(1923-1946)”, TUHİS İş Hukuku ve İktisat Dergisi,c.21
Karpat, K.H.( 2012), “Kısa Türkiye Tarihi”, Ankara: Timaş
Karpat,K.H.(2011),”Türk Siyasi Tarihi”,Ankara:Timaş
Kılıç,S (1995). “Şapka Meselesi ve Kılık Kıyafet İnkılabı”, Ankara Üniversitesi Atatürk Yolu Dergisi, Cilt 4,Sayı 16
Özkan,F.(2006). “Atatürk’ün Laiklik Anlayışının Eğitim Sistemimizdeki Yansımaları (1919-1938”), Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Kütahya
Toker, M.(1991). "Takrir-i Sükun 1925'den Tahkikat Komisyonu 1960'a", Milliyet Gazetesi, 24-27 Ağustos
Tunçay,M. (1982), “TC’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması”, İstanbul: Cem Yayınevi
Üngör,F.(2010).”Harf Devriminin Halkla İlişkileri”, Gazi Üniversitesi - Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara
Yetkin, Ç. (1997). “Atatürk'ün Başarısız Demokrasi Devrimi: Serbest Cumhuriyet Fırkası”, İstanbul:Toplumsal Dönüşüm Yayıncılık
Yüksel,K.(2006).”Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Partili Dönemden Çok Partili Döneme Geçişte Chp’nin Yönetim Anlayışındaki Gelişmeler (1938-1950)”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,c.8
Zürcher, E.J.. [1991]2007. “Cumhuriyetin İlk Yıllarında Siyasal Muhalefet: Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası 1924-1925”. İstanbul: İletişim Yayınları.







5 Kasım 2013 Salı

Cumhuriyetten Günümüze Aile Ve Ailedeki Değişim


Özet


Bu yazımda kısaca ailenin ne olduğu, önemini, kuruluşunu, görevlerini farklı kaynaklardan yararlanarak ifade edeceğim. Aynı zamanda cumhuriyetten günümüze aileyi dönem dönem ele alarak ailedeki değişimin sebep ve sonuçlarıyla sunacağım. Sonuç olarak da aileyi ve toplumu senkronize bir şekilde nasıl devam etmesi gerektiğini akta racam.



İçindekiler

1. Aile Ve Ailenin Önemi

2. Alenin Kuruluşu

3. Ailenin Başlıca Görevleri Nelerdir?

4. Ailenin Yapısı

5. Cumhuriyetten Günümüze Aile ve Ailedeki Değişim




Cumhuriyetten Günümüze Aile Ve Ailedeki Değişim



1. Aile ve Ailenin Önemi

Aile anne, baba ve çocuklardan oluşan ve toplumun temelini oluşturan kurum olarak tanımlanır.

Dr. Hüseyin AĞCA aileyi “hepimizin bağlı olduğu, içinde rahat ettiğimizle, saydıklarımızla bütün bir hayatı paylaştığımız bir yuva.”(AĞCA, 1993) olarak tanımlamaktadır.

Yazarımız Hüseyin AĞCA’nın belirttiği gibi aile insanların mutlu, güven ve huzur içinde yaşadığı bir ortamdır.


2. Ailenin Kuruluşu

Öncelikle farklı cinsten iki bireyin bir araya gelerek oluşturduğu bir toplumsal kurumdur. Türk Medeni Kanununa göre ise; Aile hukuki bir işlem olan nikâhla kurulur.

3. Ailenin Başlıca Görevleri Nelerdir?

İnsanoğlunun yaradılışı ötürü öteki canlılara göre yavrusu son derece zayıftır. Bundan ötürü ailenin en önemli görevi bu savunmasız ve hadsiz ihtiyacı olan yavrusunu koruyup, kollayıp, büyütmektir. Bunun yanında; aileyi sağlıklı, güvenilir temellere oturtmak, ailenin dirlik, düzenlik içinde devamını sağlamak, akrabalık ilişkilerini sürdürmek, ahlaka, hukuka ve öteki toplum kuralarına uygun yolları çalışıp kazanarak ailenin refahını sağlamaktır.


Aynı zamanda aile; üyeleriyle ilgili insani, dini, ahlaki, hukuki görevleri yerine getirmekle görevli kılınmıştır.


Toplumun bir parçası olan yaşamın temelini oluşturan aile varlığını devam ettirebilmek için üyelerine tatmin edici bir yaşam kalitesi sunmak zorundadır. Aynı zamanda yaşam kalitesinde sürdürülebilir, yaşam kalitesinde sürdürülebilir iyileşme, kişinin, ailenin ve ülkenin hedefi olmalıdır. Aksi takdirde kalite düşecek ve gelecek kuşaklar için durum şimdikinden kötü olacaktır. Bu nedenle yaşam kalitesinin ölçümü önem taşımaktadır.(Yaşam Kalitesi, 2004)



4. Ailenin Yapısı

Geleneksel toplumlarda daha kalabalık bir grup olarak akrabalık ilişkilerinin daha yoğun ve birliktelik arz ettiği bir yapı olmuştur. Bunun aksine modern toplumlara gelindiğinde üye sayısı ve işlevsel özelliklerinde değişiklikler olmuş, çekirdek bir hal almış, aynı zamanda devamını sağlamıştır.

Günümüzdeki modern ailelerdeki değişimin en temel sebebi kadının çalışır duruma gelmesidir. Bu tip ailelerde hane halkı sayısı sınırlı düzeydedir, görece akrabalık bağları da zayıflamıştır, aynı zamanda karar alma mekanizmasının aile üyeleri arasında paylaştırılmış olması ile geleneksel yaşam tarzından ayrılmıştır.(Gökçe, 2004)

Günümüz ailenin büyüklüğünü aşağıdaki tabloda belirtilmiştir.




Frekans
Yüzde
1 kişi
320
5,3
2 kişi
956
15,8
3 kişi
1283
21,3
4 kişi
1693
28,1
5 kişi ve üzeri
1783
29,5
Toplam
6035
100,0

TABLO: 7


Görüldüğü gibi geniş ailenin yerini büyük oranda çekirdek aile almıştır.



5. Cumhuriyet’ten Günümüze Aile ve Ailedeki Değişim



Cumhuriyet Döneminin ilk yıllarında Türk ekonomik ve toplumsal yapısı kırsal ekonomiye dayalı, geleneksel geniş ailenin ya da ataerkil geniş ailenin kısmen de geçici geniş ailenin egemen olduğu durumda idi. Nüfus, daha çok kırsal kesimde yoğunlaşmıştı. Kentleşme yaygın değildi. 

Sanayileşme çok hızlı olmadığı için çekirdek ailenin gelişimi ise yavaş bir seyir takip etmekteydi. Bu dönem toplumun yapılanma aşamasında olduğu için aile açısından fazla çeşitlenmelerin olmadığı, yozlaşmaların fazla görülmediği, devrimlerin yerleşmekte olduğu, çağdaş toplum olma çabasının yoğunlaştığı bir dönemdi. Bu nedenle aile yapısında nispeten istikrarlı bir dönem yaşanmıştı. Yeni bir toplum olarak nüfusun artması gerekiyordu. Bu nedenle nüfusun artması teşvik edilmişti. 

Lâikliğin yerleşmesine çalışılan bir dönemdi. Bu nedenle lâikliğe ters düşen dincilikle bağnazlıkla, gericilikle mücadele edilmişti. Kadının topluma katılması çabaları ve kadının eğitimi gibi konular oldukça zaman almıştı. Böylece çağdaş toplumlardaki aile yapısı model olarak alınmıştı. 

Ailede var olan geleneksel öğeler bir kenara atılmış, yeni, çağdaş bir aile yaşantısı amaçlanmıştı. Bunda da başarılı olundu ve böylece 1950’li yıllara değin gelindi. Bu dönemde çıkarılan Türk Medenî Yasası aile yaşamını demokratikleştirdi Erkek, kadın her yurttaşa eşini seçme özgürlüğünü tanıdı. Böylece aile, karı ile kocanın gerçek arkadaşlığı ve kararlarda ortaklığı üzerine dayandırıldı. Medenî yasa, kadına, kocasının tek karısı olma hakkını getirdi.(Tezcan, 2010) 

Boşanmayı isteme hakkı da kadına tanındı. Evlenme yaşını, evlenmeye uygun biyolojik ve ruhsal gelişme çağına uygun bir düzeyde saptadı. Kadın, ev dışında meslek edinme hakkına kavuştu. Miras hakkı ve çocuklar üzerinde velilik hakkı bakımından kadını erkekle eşit hak düzeyine yükseltti. Evlenmenin, kesinlikle devletin resmî görevlisi tarafından, herkese açık bir nikâhla yapılmasını zorunlu kıldı. Kadının isteği dışında evlendirilmesini önledi. Çok karılılığı önledi. Dinsel nikâh ise isteğe bağlı kılındı. (Ozankaya, 1999) 

1950’li yıllardan günümüze değin Türk ailesi ise oldukça farklılaşmış, çeşitlenmiş bir görünüm kazanmıştır. Bununla birlikte yine de kendine özgü yönleri olan bir ailedir. Bu dönemin en önemli özelliği, sanayileşme hareketinin hızlanmasıdır. Buna bağlı olarak kentleşme de gelişmiştir. Böylece yoğun bir iç göç yaşanmıştır. Kırsal nüfus kentlere taşınmıştır. Aynı bağlamda yurtdışı göçler de bir başka göç biçimidir. O halde bu dönem bir hareketlilik, dinamizm dönemi olarak nitelendirilebilir. 

1990 yılı rakamlarına göre nüfusun %60’ı kentlerde yaşamaktadır. Çekirdek ailelerin toplam hanelerin %67’sini oluşturduğu görülmektedir. (Gökçe, 1996) 1990 istatistiklerine göre evli nüfus %60.4, bekâr nüfus ise %34.5’tir. Akraba evlilikleri ülkemizde kırsal yörede %25 oranında oldukça yüksektir. Sakıncalarına rağmen gelenekler doğrultusunda halen sürmektedir. 

Okuryazarlık oranı 1990 nüfus sayımına göre %80.4’e çıkmıştır. Kadın nüfusun okuryazarlık oranı %72 iken bu oran erkek nüfusta %89’dur (Gökçe, 1996)

Tüm İslâm ülkeleri arasında Türkiye bugüne dek her düzeyde en fazla yüksek öğrenim görmüş kadın yetiştirmiştir. Türk kadınının bir başka sorunu ise siyasetle olan ilişkileridir. 1995 yılına göre kadınlarımız %2.3 ile parlamentoda temsil edilmektedir. Bu rakam çok azdır. Kariyer olarak siyasetle ilgilenen kadın sayısı giderek azalmıştır. Bu ilgisizliğin temelinde kadın-erkek eşitsizliği rol oynamaktadır. 

Toplumumuzda kadın bir yandan çağdaşlığa yönelirken, diğer yandan tutucu güçlerin engellemeleriyle karşılaşmaktadır. Kadın giyiminde çarşaf, başörtüsü, uzun pardösünün yaygınlaşması, üniversitelerimizde giyim kuşamın hala gündemde oluşu, kadını toplum yaşamından uzaklaştırma politikası, ona erken emeklilik hakkı verilmesi, yöneticilik görevi verilmemesi gibi uygulamalar, bu tutuculuk örnekleri arasında sayılabilir. Ayrıca kadının toplum içinde alışılagelmiş yerinin değişmesi konusunda gösterilen kararsız tutum ve tepkilerin de rolünü unutmamak gerekir. 

Kadın-erkek eşitliği de bu çevrelerde yanlış olarak yansıtılmaktadır. Onlar konuyu, doğanın iki ayrı cinse vermiş olduğu nitelikler ve yetenekler yönünden ele almaktadırlar. Oysaki bu eşitlik, toplumun insanoğluna tanıdığı haklar ve fırsatlar yönünden ele alınmalıdır. Örneğin eğitimde fırsat eşitliği, eşit işe eşit ücret, eşit izin, eşit emeklilik gibi. 

Bu konularda çağdaşlık, cinsiyet ayrımı yapılmaması, eşitlikçi rol tutumu yaşama geçirmektir. Çekirdek ailede de geleneksel aile ilişkilerinin yoğun olarak yaşanmakta olduğu gözlenmektedir.(Tezcan, 2000) 

Nikâh biçimi bakımından hem resmî, hem de dinî nikâh oranı %85’dir. (DPT, 1992) Gelirin nasıl kullanılacağına karar veren daha çok evin erkeğidir. Fakat bu oran giderek azalmaktadır Eşlerin ikisinin birlikte karar verme oranı yükselmektedir. Akraba evliliği de sürmektedir. 1987 yılı verilerine göre toplam evliliklerin %17’si akraba evliliği yapmıştır. 

1960 yılından günümüze değin boşanma eğilimi incelendiğinde, 1970 yılına değin azalma, 1970’den sonra ise artma eğilimi görülmektedir. 6-10 yıllık evliliklerde boşanma oranı en yüksek boyutlardadır. Türkiye genelinde toplam evli nüfusun %94 ü tek-evlilik yapmıştır. Çok çocuklu ailelerde boşanmalar azdır. En fazla boşanma, çocuksuz ailelerde olmaktadır. 

Fiziksel şiddete ailelerin üçte birinde rastlanmaktadır. Sözlü şiddet oranı bundan daha fazladır. Ailelerin sahip olduğu gayrimenkulün büyük bölümünün erkeğe ait olduğu araştırmalarca saptanmıştır. Kadınların yaklaşık üçte biri (%36) erkeğin ev işlerine yardımcı olmasını bekliyor. Diğer üçte biri (%32), kocanın hiçbir şeye karışmamasını, ya da fazla el-ayakaltında dolaşmamasını istiyor.(DPT,1995) 

Türkiye’de yapılan araştırmalar gösteriyor ki düşük gelirli kentsel ve yarı kentsel yörelerde ve özellikle köylerde çocuğun zihinsel gelişmesini ve dil gelişimini destekleyebilecek çevresel uyaranlar (örneğin, dikkat ve el becerilerini geliştiren materyaller, oyuncaklar, kitaplar v.b. gibi) ile neden - sonuç ilişkilerine dayanan açıklamalı - ussal sözlü tartışma ortamı ve iletişim çok yetersizdir. Bunun nedeni düşük gelirli ana babaların az okumuş olmaları ve sınırlı sözcük dağarcığına sahip olmalarıdır. 

Bu yüzden de sözlü tartışmaya pek girmemeleri yüzündendir. Başka bir neden de, çocukların genelde okul yaşından önce evde de öğrendiklerinin ve eğitilebildiklerinin pek bilinmemesi ve bilinçli bir çocuk hedefli ve çocuk gelişimi amaçlı çaba gösterilmemesidir. (Kâğıtçıbaşı, 1990).

Bu tür çocuk yetiştirme eğilimlerinin çocuğun konuşma ve kavrama gelişimini olumsuz yönde etkilemesi olasıdır. Türkiye’de çocuklar için okul öncesi hizmetlerin hem nitelik, hem de nicelik yönünden çok yetersiz olduğu bir gerçektir.  

Değişmeler, Türk ailesinin geleneksellikten oldukça uzaklaştığını göstermektedir. 1990 yılı bakımından 57 milyon nüfusun %60’ı kentsel alanda %41’i kırsal alanda yaşamaktadır. İçgöç hareketi 1940’lı yıllarda başlamıştır. Makineleşme ve toprak mülkiyetindeki parçalanma, tarımsal yapıda değişmeye yol açarak kırsal alandaki nüfusun kentlere yönelmesini sağlamıştır.

Türkiye de aile kompozisyonuna baktığımız da geleneksel büyük aileden, çağdaş küçük aile ve tek ebeveynli ailelere kadar çeşitlenen farklı aile tipleri görmekteyiz Hane halkı ortalaması giderek düşmektedir. 1993’de kırsal kesimde 5,4, kentte ise 4,2’dir. Hane halkı ortalaması 4,9’dur. (Gökçe, 1996) 

Bütün verilere baktığımız zaman Türk ailesinin modern nitelikler kazandığını görürüz. Geleneksel köy ailesinin birçok özellikleri değişmiş, kentsellik kazanmıştır. Sanayileşme, kentleşme gibi toplumsal göstergelerin bu hususta geniş rolü olmuştur. Kısmen geleneksel özellikler de sürmektedir. Başlık parası, kan davaları, namus cinayetleri, akraba evlilikleri gibi feodal özelliklerin önemi azalmıştır. Akrabalarla ilişkiler ise yine geleneksel bir uygulamadır. Bu niteliğin gelecekte de sürmesini yararlı görüyoruz. Özellikle gelecekteki yabancılaşmayı önleme açısından yararlı olabilir. Çünkü bireyciliğin artmakta olduğunu görmekteyiz. Olumsuz geleneksel öğelerin bir kısmının kaynağı ise, feodal yapının varlığıdır. Kuşkusuz demokratik bir aile için böyle bir yapının varlığını sürdürmesi zararlıdır. 

O halde farklılaşmış çeşitlenmiş bir aile yapısının varlığını gelecekte de görmek olası. Gelecekteki Türk ailesinden söz ederken yurt dışında yaşayan Türk ailelerinin sorunları ağırlıklı olarak gündeme gelecektir. Bu nedenle o ülkelerle yasal ve sosyo-ekonomik düzeyde ilişkilerimizin artacağını söyleyebiliriz. 

Aile, Türk toplumunda zaman içerisinde değişimlere uğramıştır. Etkinliğini ve önemini kaybetmemiş bir kurumdur. Gelecekteki aile açısından 8. Beş Yıllık Kalkınma Planının hükümlerine de bir göz atmakta yarar vardır.

• Millî ve manevî değerlerin korunmasında ve geliştirilmesinde, millî bütünlüğün ve dayanışmanın pekiştirilmesinde aile kurumunun güçlendirilmesi esastır. 

• Ailenin toplumsal ve ekonomik değişmeye uyum sağlamasına yardımcı olacak önlemler alınacak aile bireyleri arasında bağlılık ve dayanışmayı geliştirici ve özendirici politikalara ağırlık verilecektir. 


• Ailenin gelir sürekliliğinin, sağlık ve eğitim hizmetleri ihtiyacının karşılanması ve aileye sosyal güvenlik ve sosyal yardım sağlanması hususunda gerekli düzenlemeler yapılacaktır.(Tezcan, 1995)


Sonuç  

 Aile toplumun en küçük yapı taşını oluşturduğu için ailedeki sıkıntıların toplumu, toplumdaki sıkıntıların da aileyi etkilememesi kaçınılmaz bir sonuçtur. Burada etkisi göz ardı edilmeyecek noktalar vardır.  Sağlıklı bir toplumun olması için, sağlıklı bir ailenin olması vazgeçilmez öncelikli şarttır. Toplumda zamanla meydana gelen değişimlere ailenin bu değişimlere ayak uydurmasında aşırı zorluklar çekmesi toplumu yıpratacaktır. Bunun içindir ki birbiriyle çok sıkı bağlı olan bu iki kurum arasındaki değişimler senkronize olmalıdır. Böylece bu kurumlardaki değişimler daha sağlıklı olur. 





KAYNAKÇA



Aile-Özel İktisat Komisyonu Raporu, 8. Beş Yıllık Kalkınma Planı, DPT Yayınları, Ankara 2001.                                                                    

GÖKÇE, Birsen, Türkiye’nin Toplumsal Yapısı ve Toplumsal Kurumları, Savaş Yayınevi,  Ankara 1996.

AĞCA, Hüseyin, Ailede Eğitim, Kılıç Yayınevi, Ankara 1993.

KÂĞITÇIBAŞI, Çiğdem, İnsan, Aile, Kültür, Remzi Kitapevi Yayını, İstanbul 1990

OZANKAYA, Özer, Sosyoloji, Doğan Yayıncılık, Ankara 1999.

TERZİOĞLU, Günsel, Ailelerin Yaşam Kalitelerini Etkileyen Bazı Objektif ve Sübjektif Göstergelerin İncelemesi, Ankara 2004.

TEZCAN, Mahmut, Sosyolojiye Giriş Temel Kavramlar 4. Baskı, Ankara 1995.

TEZCAN, Mahmut, Türk Ailesi Antropolojisi, İmge Kitapevi Yayınları,               Ankara 2000.

TEZCAN, Mahmut, Cumhuriyetten Günümüze Türk Ailesinin Dünü,   Bugünü Geleceği, Ankara 2010.                               

Türk Aile Yapısı Araştırması, DPT Yayını, 9, Ankara 1992.