Türk siyasi kültürüne ‘Postmodern Darbe’ olarak geçen 1997
yılının 28 Şubat’ındaki siyasete müdahale nevi şahsına münhasır bir takım özelliklere
sahiptir. Modern dünyada şiddetin kansız,dolaylı ve fiziksel temas içermeyen
niteliğini kanıtlayan postmodern darbe, şiddetini ustalıkla yasa ve yargı
üzerinden gerçekleştirmiş, kan dökmeden ve şiddetini gizleyerek uygulamayı
başarmıştır.Peki 28 Şubat’ı 28 Şubat yapan nedir? Türkiye’nin siyasi yapısını,
siyasi kültürünü, uluslararası ilişkilerini, ittifak yapısını, iç siyasi
sorunlarını, medya yapısını, eğitim sistemini, milletin devletle ilişkisini
radikal şekilde dönüştüren bu darbeyi etraflıca incelemeye çalışacağız.
28
Şubat’ı Hazırlayan Faktörler
1945 sonrası kurulan yeni dünya düzeninde tüm dünya
ekonomik, siyasi, diplomatik, askeri ve mali olarak yeniden yapılandırılmıştır.
Bu yeniden yapılandırmada Türkiye’nin payına düşen en önemli kısımlarından biri
ise NATO üyeliği olmuştur. 1945 sonrası artan ‘Sovyet Tehdidi’ karşısında
bağımsız konumunu sürdüremeyecek hale gelen Türkiye, tercihini Batı dünyasından
yana kullanmış, Batı ile ilişkilerini geliştirerek Transatlantik İttifakı’nın
parçası haline gelmiştir.
Türkiye’nin NATO’ya girmesinin, ülke üzerinde önemli
etkileri olmuştur. Bunun en göze çarpanlarından biri askeri liderlerin
siyasetteki ve devlet yönetimindeki rolünün artmasıdır.1950’lerin Türkiye’sindeki
imkanları son derece yetersiz olan siyasi liderlere karşı, NATO üzerinden dünya
standartlarında eğitim alan, dünya elitleri ile birebir ilişki tesis eden,
dünya görüşlerinde vizyon kazanan askeri liderler haksız rekabet yaparak, kısa
zamanda öne geçmiştir.
“Askeri elitlerin yükselişinin asıl nedeni, Turk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) hiyerarşik yapısının NATO Ordularına benzer şekilde yeniden yapılandırılması, ortak eğitim programları aracılığı ile NATO orduları ile yakın ilişkiler kurması, NATO vizyonunu ve güvenlik algısını içselleştirmesi, NATO üzerinden Türkiye’nin mevcut insan kaynakları düzeyinin son derece üzerine çıkmış olmasıdır.”
Askeri liderlerin, siyasi liderler karşısında öne çıkmasının
bir takım olumsuz etkileri olmuştur.Meclis’te halkın taleplerininin
tartışılması nedeniyle eğitim kalitesinin ülke standartları neticesinde aşağıya
doğru çekilmesi, askeri liderlere siyaset liderlerini aşağılama ve bunu meşru
görme özelliği kazandırmıştır.
“Rus tehdidine karşı, daha uzak ve dolaylı bir müttefiki kendisine ortak olarak seçen Türkiye, bu tehdidin bertaraf edilmesi için NATO’ya girmiştir.”
Ne zamanki Türkiye’nin bu tercihi tehdit altına girmiş, Türk-Sovyet
ilişkileri düzelme eğilimine girmiş ya da Türkiye NATO ve Transatlantik
İttifakı’nı dengelemek istemişse; Türkiye bunun karşılığını askeri darbe olarak
ödemiştir. Neticede bu tercihi yapan devlet liderleri, bu tercihle birlikte
devletin iradesini siyasi liderlerden alarak fiilen askeri liderlere devretmiştir.
90’larda Türkiye’nin asıl değerinin kaynağı istikrarlı ve İslam
dünyasına örnek olarak gösterilebilecek laik ve demokratik bir devlet olmasıdır. Özellikle ABD’de Clinton Yönetimi’nin Türkiye’nin
Kürt meselesi kaynaklı insan hakları karnesini görmezden gelmemesi, bu meseleyi
gündemde tutarak Türkiye’yi eleştirmesi, Türkiye’nin bu dönemde ittifak
yapısını da gözden geçirmesine yol açmıştır. Bu tartışmaların 90’lı yıllarda Türkiye’ye
yapılan ve Güneydoğu’da terörle mücadelede kullanılan silahların satışına,
Kongre’de insanhakları ihlalleri gerekçe gösterilerek ambargo konulması Türkiye’yi
hem zor duruma düşürmüş hem de farklı ittifak arayışlarına itmiştir.Ülkedeki Kürt
sorunu kaynaklı insan hakları ihlallerinin Türkiye’nin Avrupa ile de ilişkilerini
zora sokması, Türkiye’ye insan hakları ihlallerini gündeme almayan ve Türkiye’nin
silah ihtiyacınıkarşılayabilecek bir müttefik arayışına itmiştir. Türkiye ile
İsrail
arasında
90’ların başında kurulan stratejik ortaklığın bir nedeni de, İsrail’in insan
haklarına önem vermeyerek Türkiye’nin silah ihtiyacını karşılamayı kabul
etmesidir. Türkiye ile İsrail arasında bu dönemde bir çok silah anlaşması yapılmış,
F-16 uçaklarından tank modernizasyonuna kadar iki ülke arasında tamamen çıkara dayalı
askeri bir ittifak kurulmuştur.
28 Şubat’ı diğer darbelerden ayıran en önemli özelliklerden
birinin, darbenin aciliyetinin olmaması ve dış desteğinin NATO kaynaklı değil,
İsrail destekli olmasıdır.Soğuk savaşın olmadığı bir ortamda sert bir darbenin desteklenmesi
oldukça zor olduğundan, 28 Şubat daha dolaylı, daha uzun süren ve toplumu şekillendirici
bir nitelik kazanmıştır.
Daha
önceki darbelerde hedef, ekseni değiştirme kabiliyeti bulunduğu varsayılan
kişilerin bertaraf edilmesi ve sonrasında bu tehdidin kurumsal tedbirlerle
vesayetçi yapı tarafından kontrol altına alınmasıdır.Oysa 28 Şubat’ta asıl dış
etken NATO değil İsrail’dir. 28 Şubat’ın dış etkeni diğer bir ifadeyle İslamcı aktörleri bertaraf etme stratejik
amacını iç aktörlerle paylaşan dış aktörlerdir. Elbette Transatlantik
İttifakı’nın müsade etmediği bir darbenin Türkiye’de gerçekleşmesi son derece
zordur. Ancak görmezden gelmekle, darbenin destekçisi olmak birbirinden
farklıdır.Bu anlamda 28 Şubat orta vadeli ABD çıkarlarına zarar vermeyen bir özellik
arz
etse de İsrail’in ve İsrail Lobisi’nin 28 Şubat’taki en önemli rollerinden
birisi de Washington’ın ikna sürecini sağlamak, buna gerekli malzemeyi temin
etmek, bu ikna süreçlerini sevk ve idare etmektir. Bu noktada İsrail Lobisi’nin
Washington’ı ikna konusunda maharetli olmasının yanı sıra, 28 Şubat’ın
Washington tarafından kabul edilebilir bir darbe olarak onaylanması da darbenin
sessiz, kansız, gürültüsüz, gizlenebilir yani “postmodern” olarak tasarlanması
ile mümkün olabilmiştir
“28 Şubat’ın postmodernliği bir lüks ya da devletin ileri gelenlerinin merhameti ile değil, bir yönüyle de genelde dünyanın; ama özelde demokrat bir ABD başkanının ikna edilme ihtiyacıyla ilişkilidir. Bu nedenle 28 Şubat’ta asıl fail olarak Washington’a değil, İsrail’e ve Washington’daki İsrail’e bakmak gerekir.”
Türk-İsrail İlişkilerinin Dinamiği
1990’lı yıllarda İsrail dış politikasının temel tehdidi tüm
Ortadoğu’yu etkisi altına almaya çalışan İslamcı hareketlerdir. İslamcı
hareketlerin toplumsal zemin kazanmaya başlaması İsrail’in orta vadede gördüğü
en büyük tehdittir. İsrail’in Türkiye için önemi tam da bu noktada ortaya çıkmaktadır.
Etrafı Arap devletleri ile çevrili İsrail, kurulduğundan beri bu kuşatmayı
yarmak için iki temel strateji geliştirmiştir: 1. ABD’deki İsrail Lobisi
üzerinden, ABD yönetimi üzerindeki etkisini kullanarak, ABD’nin Ortadoğu
politikasını kendi istediği yöne çevirmek. 2. Arap devletlerini aşmak icin
ikinci kuşaktaki Arap olmayan Müslüman devletlerle ilişkilerini derinleştirerek
kendisine nefes alma alanı açmak (Türkiye, İran ve Etiyopya).
İlk
politikasında büyük bir başarı kazanan İsrail, 90’ların ortasında ikinci
politikasında da
Türkiye
örneğinde, Türkiye’yi tarafsız hale getirerek nispi bir başarı kazanmıştır.
Böylece
hem Arap olmayan Müslüman devletlerle işbirliği politikasına yeni bir ivme
kazandırmış, hem de Türkiye’nin de ‘İslamcı’ bir yönetime kavuşmasını engelleme
yani Türkiye’yi “kaybetme” riskini bertaraf etmiştir. Bu noktada, iç politikada
sıkışan, halkla temas edemeyen, devlet krizini aşamayan devlet liderleri de hem
İslamcı hareketi dizginlemek hem de istenen silah ve istihbaratı alabilmek için
İsrail’le yakınlaşmayı gündemine almıştır.
“90’ların başından itibaren İsrail ile yürütülen işbirliği herşeye rağmen yinede 28 Şubat’ı izah etmeye yetmezdi. İşte tam bu noktada İsrail’le İslamcılık karşıtlığı ortak paydasında organik bir işbirliği için hazır hale gelen özellikle Deniz Kuvvetleri’nde yerleşik mezhepci bir grubun İslamofobik siyasi pozisyonu, İsrail ile bu aktörleri tam bir işbirliği noktasına getirmiştir”
Tüm bu stratejik hedeflerin aynılaşması neticesinde kurulan
bu yapısal ilişkinin güvenlik ayağındaki önemli neticelerinden biri eğer askeri ihaleler, askeri modernizasyon,
PKK ve İslamcı gruplara karşı istihbarat paylaşımı ile bölgesel işbirliği ise,
siyasi karşılığı ise 28 Şubat Postmodern darbesidir.
28 Şubat ve Ekonomik Durum
28 Şubat’ın bir diğer önemli özelliği ise darbenin hemen öncesinde
ve sonrasında gerçekleşen ve Türkiye’yi tam anlamıyla iflas noktasına getirerek
belki daha sonra gelecek AK Parti dönemine zemin hazırlayan ekonomik
algılayıştır.
“24 Ocak kararları ile başlayan, sonrasında Özallı yıllarda özelleştirmeler, konvertibilite ve uluslararası rekabet alanlarında giderek normalleşen ekonomiye en büyük darbe bu dönemde gelmiştir. Sermaye yeşil ve normal diye ikiye ayrılarak, taşra kökenli sermaye tam anlamıyla dışarıda tutulmuş, sanayi sermayesi engellenmiş, bunun yerine rantiye ekonomisi öne çıkmıştır.”
28 Şubat döneminde gazete satışları, medyadaki el
değiştirmeler, banka satışları ve devlet ihaleleri masaya yatırıldığında bu
ilişkilerin sonuçları görülebilir. Hele ki 28 Şubat döneminde herkesin
isimlerini bildiği bazı işadamlarının bir anda ortadan kaybolması, sermayenin
aslında sabit ya da oturmuş bir sermaye olmaktan ziyade, rant dağıtımından
alınan paylarla ilişkili olduğunu ortaya koyar. Bu dönemde emekli generallerin
şirket yönetim kurullarına piyasa değerinin çok üstünde maaşlarla girmeleri, iş
tecrübesi olmayan bu generallerin işlevinin ne olduğunu göstererek, Türkiye’de
ekonomik kararlarda kimin iktidar sahibi olduğunu da göstermektedir. Zaten Türkiye’nin
28 Şubat’ın üzerinden henüz 3 yıl geçmeden tarihin en büyük finansal krizini yaşaması,
banka boşaltmalar, IMF müdahaleleri de hatırlandığında, olayın vehameti daha
iyi anlaşılır
.
28 Şubat
ve Medya Sorunu
28 Şubat’ın bir diğer önemli özelliği özel TV ve radyolar çıktıktan
sonra yapılan ilk darbe olmasıdır. 28 Şubat öncesi darbelerde en önemli
hedeflerden biri TRT olmuştur. İletişim tekelini eline almak isteyen askeri
liderler, hemen bir konuşma yaparak, iletişimi kontrol etmişlerdir. Ancak Türkiye’de
1990’lardan itibaren ekonominin ve siyasetin liberalleşmesine paralel olarak özel
TV ve radyo kanalları da birbiri ardına kurulmaya başlandı. 28 Şubat’a
geldiğimizde ise artık tek bir merkezden kontrol edilemeyecek bir özel medya çeşitliliği
mevcuttu. Haliyle bu tür bir medya yapılanmasının, daha önceki darbeler gibi
kontrol edilemeyeceği, aynı şekilde yönlendirilemeyeceği de açıktır. O halde
medyanın 28 Şubat’ta rolü ne olmuştur?
28 Şubat, diğer darbelerden farklı olarak bir “süreç” olduğundan,
medya önceden
olduğu
gibi sorunun sonunda devreye giren enstruman değildir. Medya, 28 Şubat’ta tam
bu “süreç” ruhuna uygun şekilde yeniden işlevlenerek, tam bir süreç kontrol ve
yönetim aracına dönüşmüştür.
“Medya 28 Şubat’ın hazırlanmasında, gerçekleşmesinde ve daha sonra sürdürülmesinde mütemadiyen ve dinamik bir rol almıştır. Bu nedenle medyanın olmadığı bir 28 Şubat’tan bahsetmek bir yana, medyanın olmadığı bir 28 Şubat mümkün dahi olamazdı denilebilir.”
Hızlıca hafızalar yoklanırsa Ali Kalkancı operasyonundan
Travestiler Kraliçesi Sisi müdahalesine, Aczimendilerden Kudüs Günü’ne kadar
neredeyse tüm darbe enstantaneleri medya üzerinden gerçekleşmiştir.
“Ortalama bir demokratik düzende yasama, yürütme ve yargıyı yakından takip ederek, halk adına bu güçlerin fiillerini denetleyerek demokratik kültürün oluşmasına, ve halkın devleti denetlemesine yarayan, bu işlevi ile ‘Dördüncü Kuvvet’ olması beklenen medya, Türkiye’de hiçbir zaman bu özelliklere kavuşamamıştır.”
İnsan Kaynağı ve 28 Şubat
28 Şubat’ın toplumsal alana kattığı önemli noktalardan biri
de Türkiye’nin insan kaynağı kalitesinde meydana gelen dönüşümdür. 28 Şubat mağdurlarının
ülkeden adeta bir hicret şeklinde çıkışı, hicret duygusuyla ülkeyi terketmeleri
kayda değerdir. Üniversitelerde iş
bulamayan
akademisyenler, bürokrasiden atılan tecrübeli bürokratlar, iş dünyasında yer
alamayan girişimciler hep bunun örnekleri olmuştur. Ancak bunun da ötesinde başörtüsü
yasağı nedeniyle ülkede okuma imkanı bulmayan binlerce kız öğrencinin başka
ülkelere üniversite okumak amacıyla gitmesi gerek duygusal, gerekse de siyasal
açıdan diğerleri ile karşılaştırılamaz. Aileleri ile birlikte düşünüldüğünde yüzbinlerce
insanın vatan, millet, ülke, toprak algısını son derece derinden bir dönüşüme
uğratan bu durumu, hem bir hınç birikimine, hem de Türkiye’deki sınırların aşılmasına,
hem de bu kesimlerin insan kalitesinin artmasına neden olmuştur
28 Şubat ve Eğitim Sistemi
28 Şubat’ın yarattığı mağduriyetlerin en başta gelenleri başörtüsü
sorunu ve eğitim alanındaki son derece tehlikeli değişikliklerdir. İmam Hatip
okullarını engellemek için, tüm meslek liselerine karşı tavır alan 28 Şubat
Yönetimi ülkedeki mağdur alt kesimleri kendisine düşman etmeyi başarmıştır.
Daha çok alt ve alt-orta sınıfın, “iyi bir eğitim alamazlarsa en azından meslek
öğrenirler” kaygısıyla çocuklarını gönderdiği meslek liselerini de mağdur eden
28 Şubat, bu okullara olan rağbeti azaltarak hem ekonomideki ara eleman
ihtiyacını karşılayan okulları işlevsizleştirmiş hem de oyun ortasında kural
değiştirerek, milyonlarca öğrenciyi mağdur etmekten kaçınmamış, siyasallaşmayan
kesimlerde dahi devlete güvenini zedelemiştir.
“Toplum mühendisliği çabasındaki gibi bu müdahaleler denetlenemeyen ve kontrol dışı sonuçlar üretmiştir. Dindar-muhafazakar kesimlerin mali yeterliliği olan kısmı bu İmam Hatip okullarının işlevsizleşmesi ile devlet okullarını seçmemiş, tersine özel okullara yönelmeyi tercih etmiştir. Bu tercih milli eğitimdeki kaliteli öğreticilere yeni alanlar açarak milli eğitim sistemini zayıflatmıştır. Bu okullar nedeniyle toplumda hem sınıfsal hem de siyasi ayrışma artmış, daha parçalı bir toplumsallık üretilmiştir. Özel okulların rağbet bulması, devlet okullarının herkese hitap eden ve eşitleştirici etkisini yok ederek, muhafazakar-dindar kesimlerin özel okulları yönetme kabiliyetini gösterebilen tecrübeli kesimlerini diğerleri önünde öne çıkarmış, haksız rekabete yol açarak bu tecrübeye sahip olanları orantısız bir güce kavuşturmuştur.”
28 Şubat, Devlet ve İslâmcılık
28 Şubat tüm bu alanların yanı sıra siyaset alanını da
radikal olarak dönüştürmüştür. Bu dönemin en önemli özelliklerinden birisi 28
Şubat’ın ‘an’ değil bir ‘süreç’ olarak gerçekleşmesidir. 28 Şubat ne yeni bir
kurum getirmiş, ne de var olanları kaldırmıştır. Bu da 28 Şubat’ın siyaseti
değil toplumu tasarladığının en önemli kanıtıdır.
“28 Şubat’ın özelde yarattığı etki İslamcılığın dönüşümünde kendisini göstermiştir. 28 Şubat’a kadar Türkiye’de toplumsallığı en güçlü organik hareket olan İslamcılık, bu süreçte uğradığı kayıplarla tamamen siyaset alanından geri çekilerek, dönüşüme uğramıştır.28 Şubat’ın ana aktörü olan Refah Partisi’nin kapatılmasının ardından kurulan Fazilet Partisi de kısa sürede kapatılmış, süreç Milli Görüş geleneğinin ikiye bölünmesi ile İslamcılığın Saadet Partisi üzerinden devamına yol açmıştır. Diğer ve asıl damar ise İslamcılığı sorunsallaştırarak, İslamcılığın temel siyasal pozisyonu olan ümmetçilik ve Batı karşıtlığını terk ederek farklı bir parti olarak kendisini kurarak AK Parti olarak yoluna devam etmiştir.”
28 Şubat’ı mümkün kılan koalisyonlar dönemindeki
istikrarsızlıklar, siyasi kültürde koalisyonlara karşı bir güvensizlik yaratmış,
sonraki dönemde seçmenlerin oy verme davranışlarını da etkilemiştir. Aslen
başka partiyi desteklediği halde, seçimlerde istikrardan yana oy
kullanma kaygısıyla kazanma ihtimali olan partilere oy verme davranışı
yaygınlaşmıştır. Bu da nispeten uzun süren bir tek parti iktidarına yol açmıştır.
Halen başkanlık sistemi etrafında gerçekleşen tartışmalarda da asıl önemli
etkenin koalisyonlara duyulan güvensizlik olması, bu etkinin halen sürdüğünü göstermektedir.
Sonuç
Türkiye darbeler tarihinin istisnai anlarından biri olan 28
Şubat Postmodern darbesi bir çok açıdan nevi şahsına münhasır bir olay olarak
tarihe geçmiştir. Bu darbenin gerçek maliyeti ise halen yeterince tartışılmamış,
ortaya çıkardığı patolojik durumlar halen düzeltilememiş, etkisi yeterince görülememiştir.
“Diğer darbelerden farklı olarak NATO desteğine değil, dış müdahale açısından İsrail’e yaslanan bir darbe olarak kayda gecen 28 Şubat, soğuk savaş sonrasıTürkiye’nin yaşadığı kimlik ve strateji krizinin bir sonucudur.”
Türkiye’yi bölgesinde komşularıyla, içeride ise devleti
milletle karşı karşıya getiren bu darbe, sadece siyasetin bazı aygıtlarını değil
tüm toplumu dönüştürmüştür. Postmodern ve kansız olmasını daha az acı üretmesine
değil, soğuk savaş sonrasının stratejik atmosferine borçlu olan 28 Şubat’ın ürettiği
maliyet halen yeterince anlaşılamamıştır.
"Nuh Yilmaz-Bir Postmodern DarbePortresi 28 Şubat" makalesinden derlenmiştir.