27 Temmuz 2013 Cumartesi

28 ŞUBAT TOPLUMSAL YAPI VE SORUNU

Türk siyasi kültürüne ‘Postmodern Darbe’ olarak geçen 1997 yılının 28 Şubat’ındaki siyasete müdahale nevi şahsına münhasır bir takım özelliklere sahiptir. Modern dünyada şiddetin kansız,dolaylı ve fiziksel temas içermeyen niteliğini kanıtlayan postmodern darbe, şiddetini ustalıkla yasa ve yargı üzerinden gerçekleştirmiş, kan dökmeden ve şiddetini gizleyerek uygulamayı başarmıştır.Peki 28 Şubat’ı 28 Şubat yapan nedir? Türkiye’nin siyasi yapısını, siyasi kültürünü, uluslararası ilişkilerini, ittifak yapısını, iç siyasi sorunlarını, medya yapısını, eğitim sistemini, milletin devletle ilişkisini radikal şekilde dönüştüren bu darbeyi etraflıca incelemeye çalışacağız.

28 Şubat’ı Hazırlayan Faktörler

1945 sonrası kurulan yeni dünya düzeninde tüm dünya ekonomik, siyasi, diplomatik, askeri ve mali olarak yeniden yapılandırılmıştır. Bu yeniden yapılandırmada Türkiye’nin payına düşen en önemli kısımlarından biri ise NATO üyeliği olmuştur. 1945 sonrası artan ‘Sovyet Tehdidi’ karşısında bağımsız konumunu sürdüremeyecek hale gelen Türkiye, tercihini Batı dünyasından yana kullanmış, Batı ile ilişkilerini geliştirerek Transatlantik İttifakı’nın parçası haline gelmiştir.

Türkiye’nin NATO’ya girmesinin, ülke üzerinde önemli etkileri olmuştur. Bunun en göze çarpanlarından biri askeri liderlerin siyasetteki ve devlet yönetimindeki rolünün artmasıdır.1950’lerin Türkiye’sindeki imkanları son derece yetersiz olan siyasi liderlere karşı, NATO üzerinden dünya standartlarında eğitim alan, dünya elitleri ile birebir ilişki tesis eden, dünya görüşlerinde vizyon kazanan askeri liderler haksız rekabet yaparak, kısa zamanda öne geçmiştir.

“Askeri elitlerin yükselişinin asıl nedeni, Turk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) hiyerarşik yapısının NATO Ordularına benzer şekilde yeniden yapılandırılması, ortak eğitim programları aracılığı ile NATO orduları ile yakın ilişkiler kurması, NATO vizyonunu ve güvenlik algısını içselleştirmesi, NATO üzerinden Türkiye’nin mevcut insan kaynakları düzeyinin son derece üzerine çıkmış olmasıdır.” 

Askeri liderlerin, siyasi liderler karşısında öne çıkmasının bir takım olumsuz etkileri olmuştur.Meclis’te halkın taleplerininin tartışılması nedeniyle eğitim kalitesinin ülke standartları neticesinde aşağıya doğru çekilmesi, askeri liderlere siyaset liderlerini aşağılama ve bunu meşru görme özelliği kazandırmıştır.

“Rus tehdidine karşı, daha uzak ve dolaylı bir müttefiki kendisine ortak olarak seçen Türkiye, bu tehdidin bertaraf edilmesi için NATO’ya girmiştir.”

Ne zamanki Türkiye’nin bu tercihi tehdit altına girmiş, Türk-Sovyet ilişkileri düzelme eğilimine girmiş ya da Türkiye NATO ve Transatlantik İttifakı’nı dengelemek istemişse; Türkiye bunun karşılığını askeri darbe olarak ödemiştir. Neticede bu tercihi yapan devlet liderleri, bu tercihle birlikte devletin iradesini siyasi liderlerden alarak fiilen  askeri liderlere devretmiştir.

90’larda Türkiye’nin asıl değerinin kaynağı istikrarlı ve İslam dünyasına örnek olarak gösterilebilecek laik ve demokratik bir devlet olmasıdır.  Özellikle ABD’de Clinton Yönetimi’nin Türkiye’nin Kürt meselesi kaynaklı insan hakları karnesini görmezden gelmemesi, bu meseleyi gündemde tutarak Türkiye’yi eleştirmesi, Türkiye’nin bu dönemde ittifak yapısını da gözden geçirmesine yol açmıştır. Bu tartışmaların 90’lı yıllarda Türkiye’ye yapılan ve Güneydoğu’da terörle mücadelede kullanılan silahların satışına, Kongre’de insanhakları ihlalleri gerekçe gösterilerek ambargo konulması Türkiye’yi hem zor duruma düşürmüş hem de farklı ittifak arayışlarına itmiştir.Ülkedeki Kürt sorunu kaynaklı insan hakları ihlallerinin Türkiye’nin Avrupa ile de ilişkilerini zora sokması, Türkiye’ye insan hakları ihlallerini gündeme almayan ve Türkiye’nin silah ihtiyacınıkarşılayabilecek bir müttefik arayışına itmiştir. Türkiye ile İsrail
arasında 90’ların başında kurulan stratejik ortaklığın bir nedeni de, İsrail’in insan haklarına önem vermeyerek Türkiye’nin silah ihtiyacını karşılamayı kabul etmesidir. Türkiye ile İsrail arasında bu dönemde bir çok silah anlaşması yapılmış, F-16 uçaklarından tank modernizasyonuna kadar iki ülke arasında tamamen çıkara dayalı askeri bir ittifak kurulmuştur.

            28 Şubat’ı diğer  darbelerden ayıran en önemli özelliklerden birinin, darbenin aciliyetinin olmaması ve dış desteğinin NATO kaynaklı değil, İsrail destekli olmasıdır.Soğuk savaşın olmadığı bir ortamda sert bir darbenin desteklenmesi oldukça zor olduğundan, 28 Şubat daha dolaylı, daha uzun süren ve toplumu şekillendirici bir nitelik kazanmıştır.
Daha önceki darbelerde hedef, ekseni değiştirme kabiliyeti bulunduğu varsayılan kişilerin bertaraf edilmesi ve sonrasında bu tehdidin kurumsal tedbirlerle vesayetçi yapı tarafından kontrol altına alınmasıdır.Oysa 28 Şubat’ta asıl dış etken NATO değil İsrail’dir. 28 Şubat’ın dış etkeni diğer bir ifadeyle  İslamcı aktörleri bertaraf etme stratejik amacını iç aktörlerle paylaşan dış aktörlerdir. Elbette Transatlantik İttifakı’nın müsade etmediği bir darbenin Türkiye’de gerçekleşmesi son derece zordur. Ancak görmezden gelmekle, darbenin destekçisi olmak birbirinden farklıdır.Bu anlamda 28 Şubat orta vadeli ABD çıkarlarına zarar vermeyen bir özellik
arz etse de İsrail’in ve İsrail Lobisi’nin 28 Şubat’taki en önemli rollerinden birisi de Washington’ın ikna sürecini sağlamak, buna gerekli malzemeyi temin etmek, bu ikna süreçlerini sevk ve idare etmektir. Bu noktada İsrail Lobisi’nin Washington’ı ikna konusunda maharetli olmasının yanı sıra, 28 Şubat’ın Washington tarafından kabul edilebilir bir darbe olarak onaylanması da darbenin sessiz, kansız, gürültüsüz, gizlenebilir yani “postmodern” olarak tasarlanması ile mümkün olabilmiştir

            “28 Şubat’ın postmodernliği bir lüks ya da devletin ileri gelenlerinin merhameti ile değil, bir yönüyle de genelde dünyanın; ama özelde demokrat bir ABD başkanının ikna edilme ihtiyacıyla ilişkilidir. Bu nedenle 28 Şubat’ta asıl fail olarak Washington’a değil, İsrail’e ve Washington’daki İsrail’e bakmak gerekir.” 

Türk-İsrail İlişkilerinin Dinamiği

1990’lı yıllarda İsrail dış politikasının temel tehdidi tüm Ortadoğu’yu etkisi altına almaya çalışan İslamcı hareketlerdir. İslamcı hareketlerin toplumsal zemin kazanmaya başlaması İsrail’in orta vadede gördüğü en büyük tehdittir. İsrail’in Türkiye için önemi tam da bu noktada ortaya çıkmaktadır. Etrafı Arap devletleri ile çevrili İsrail, kurulduğundan beri bu kuşatmayı yarmak için iki temel strateji geliştirmiştir: 1. ABD’deki İsrail Lobisi üzerinden, ABD yönetimi üzerindeki etkisini kullanarak, ABD’nin Ortadoğu politikasını kendi istediği yöne çevirmek. 2. Arap devletlerini aşmak icin ikinci kuşaktaki Arap olmayan Müslüman devletlerle ilişkilerini derinleştirerek kendisine nefes alma alanı açmak (Türkiye, İran ve Etiyopya).
İlk politikasında büyük bir başarı kazanan İsrail, 90’ların ortasında ikinci politikasında da
Türkiye örneğinde, Türkiye’yi tarafsız hale getirerek nispi bir başarı kazanmıştır.
Böylece hem Arap olmayan Müslüman devletlerle işbirliği politikasına yeni bir ivme kazandırmış, hem de Türkiye’nin de ‘İslamcı’ bir yönetime kavuşmasını engelleme yani Türkiye’yi “kaybetme” riskini bertaraf etmiştir. Bu noktada, iç politikada sıkışan, halkla temas edemeyen, devlet krizini aşamayan devlet liderleri de hem İslamcı hareketi dizginlemek hem de istenen silah ve istihbaratı alabilmek için İsrail’le yakınlaşmayı gündemine almıştır.

“90’ların başından itibaren İsrail ile yürütülen işbirliği herşeye rağmen yine
de 28 Şubat’ı izah etmeye yetmezdi. İşte tam bu noktada İsrail’le İslamcılık karşıtlığı ortak paydasında organik bir işbirliği için hazır hale gelen özellikle Deniz Kuvvetleri’nde yerleşik mezhepci bir grubun İslamofobik siyasi pozisyonu, İsrail ile bu aktörleri tam bir işbirliği noktasına getirmiştir” 

            Tüm bu stratejik hedeflerin aynılaşması neticesinde kurulan bu yapısal ilişkinin güvenlik ayağındaki önemli neticelerinden biri  eğer askeri ihaleler, askeri modernizasyon, PKK ve İslamcı gruplara karşı istihbarat paylaşımı ile bölgesel işbirliği ise, siyasi karşılığı ise 28 Şubat Postmodern darbesidir.

            28 Şubat ve Ekonomik Durum

28 Şubat’ın bir diğer önemli özelliği ise darbenin hemen öncesinde ve sonrasında gerçekleşen ve Türkiye’yi tam anlamıyla iflas noktasına getirerek belki daha sonra gelecek AK Parti dönemine zemin hazırlayan ekonomik algılayıştır.

“24 Ocak kararları ile başlayan, sonrasında Özallı yıllarda özelleştirmeler, konvertibilite ve uluslararası rekabet alanlarında giderek normalleşen ekonomiye en büyük darbe bu dönemde gelmiştir. Sermaye yeşil ve normal diye ikiye ayrılarak, taşra kökenli sermaye tam anlamıyla dışarıda tutulmuş, sanayi sermayesi engellenmiş, bunun yerine rantiye ekonomisi öne çıkmıştır.”

28 Şubat döneminde gazete satışları, medyadaki el değiştirmeler, banka satışları ve devlet ihaleleri masaya yatırıldığında bu ilişkilerin sonuçları görülebilir. Hele ki 28 Şubat döneminde herkesin isimlerini bildiği bazı işadamlarının bir anda ortadan kaybolması, sermayenin aslında sabit ya da oturmuş bir sermaye olmaktan ziyade, rant dağıtımından alınan paylarla ilişkili olduğunu ortaya koyar. Bu dönemde emekli generallerin şirket yönetim kurullarına piyasa değerinin çok üstünde maaşlarla girmeleri, iş tecrübesi olmayan bu generallerin işlevinin ne olduğunu göstererek, Türkiye’de ekonomik kararlarda kimin iktidar sahibi olduğunu da göstermektedir. Zaten Türkiye’nin 28 Şubat’ın üzerinden henüz 3 yıl geçmeden tarihin en büyük finansal krizini yaşaması, banka boşaltmalar, IMF müdahaleleri de hatırlandığında, olayın vehameti daha iyi anlaşılır
.
28 Şubat ve Medya Sorunu

28 Şubat’ın bir diğer önemli özelliği özel TV ve radyolar çıktıktan sonra yapılan ilk darbe olmasıdır. 28 Şubat öncesi darbelerde en önemli hedeflerden biri TRT olmuştur. İletişim tekelini eline almak isteyen askeri liderler, hemen bir konuşma yaparak, iletişimi kontrol etmişlerdir. Ancak Türkiye’de 1990’lardan itibaren ekonominin ve siyasetin liberalleşmesine paralel olarak özel TV ve radyo kanalları da birbiri ardına kurulmaya başlandı. 28 Şubat’a geldiğimizde ise artık tek bir merkezden kontrol edilemeyecek bir özel medya çeşitliliği mevcuttu. Haliyle bu tür bir medya yapılanmasının, daha önceki darbeler gibi kontrol edilemeyeceği, aynı şekilde yönlendirilemeyeceği de açıktır. O halde medyanın 28 Şubat’ta rolü ne olmuştur?

28 Şubat, diğer darbelerden farklı olarak bir “süreç” olduğundan, medya önceden
olduğu gibi sorunun sonunda devreye giren enstruman değildir. Medya, 28 Şubat’ta tam bu “süreç” ruhuna uygun şekilde yeniden işlevlenerek, tam bir süreç kontrol ve yönetim aracına dönüşmüştür.

            “Medya 28 Şubat’ın hazırlanmasında, gerçekleşmesinde ve daha sonra sürdürülmesinde mütemadiyen ve dinamik bir rol almıştır. Bu nedenle medyanın olmadığı bir 28 Şubat’tan bahsetmek bir yana, medyanın olmadığı bir 28 Şubat mümkün dahi olamazdı denilebilir.”  

Hızlıca hafızalar yoklanırsa Ali Kalkancı operasyonundan Travestiler Kraliçesi Sisi müdahalesine, Aczimendilerden Kudüs Günü’ne kadar neredeyse tüm darbe enstantaneleri medya üzerinden gerçekleşmiştir.

“Ortalama bir demokratik düzende yasama, yürütme ve yargıyı yakından takip ederek, halk adına bu güçlerin fiillerini denetleyerek demokratik kültürün oluşmasına, ve halkın  devleti denetlemesine yarayan, bu işlevi ile ‘Dördüncü Kuvvet’ olması beklenen medya, Türkiye’de hiçbir zaman bu özelliklere kavuşamamıştır.” 

             İnsan Kaynağı ve 28 Şubat

28 Şubat’ın toplumsal alana kattığı önemli noktalardan biri de Türkiye’nin insan kaynağı kalitesinde meydana gelen dönüşümdür. 28 Şubat mağdurlarının ülkeden adeta bir hicret şeklinde çıkışı, hicret duygusuyla ülkeyi terketmeleri kayda değerdir. Üniversitelerde iş
bulamayan akademisyenler, bürokrasiden atılan tecrübeli bürokratlar, iş dünyasında yer alamayan girişimciler hep bunun örnekleri olmuştur. Ancak bunun da ötesinde başörtüsü yasağı nedeniyle ülkede okuma imkanı bulmayan binlerce kız öğrencinin başka ülkelere üniversite okumak amacıyla gitmesi gerek duygusal, gerekse de siyasal açıdan diğerleri ile karşılaştırılamaz. Aileleri ile birlikte düşünüldüğünde yüzbinlerce insanın vatan, millet, ülke, toprak algısını son derece derinden bir dönüşüme uğratan bu durumu, hem bir hınç birikimine, hem de Türkiye’deki sınırların aşılmasına, hem de bu kesimlerin insan kalitesinin artmasına neden olmuştur

28 Şubat ve Eğitim Sistemi

28 Şubat’ın yarattığı mağduriyetlerin en başta gelenleri başörtüsü sorunu ve eğitim alanındaki son derece tehlikeli değişikliklerdir. İmam Hatip okullarını engellemek için, tüm meslek liselerine karşı tavır alan 28 Şubat Yönetimi ülkedeki mağdur alt kesimleri kendisine düşman etmeyi başarmıştır. Daha çok alt ve alt-orta sınıfın, “iyi bir eğitim alamazlarsa en azından meslek öğrenirler” kaygısıyla çocuklarını gönderdiği meslek liselerini de mağdur eden 28 Şubat, bu okullara olan rağbeti azaltarak hem ekonomideki ara eleman ihtiyacını karşılayan okulları işlevsizleştirmiş hem de oyun ortasında kural değiştirerek, milyonlarca öğrenciyi mağdur etmekten kaçınmamış, siyasallaşmayan kesimlerde dahi devlete güvenini zedelemiştir.

 “Toplum mühendisliği çabasındaki gibi bu müdahaleler denetlenemeyen ve kontrol dışı sonuçlar üretmiştir. Dindar-muhafazakar kesimlerin mali yeterliliği olan kısmı bu İmam Hatip okullarının işlevsizleşmesi ile devlet okullarını seçmemiş, tersine özel okullara yönelmeyi tercih etmiştir. Bu tercih milli eğitimdeki kaliteli öğreticilere yeni alanlar açarak milli eğitim sistemini zayıflatmıştır. Bu okullar nedeniyle toplumda hem sınıfsal hem de siyasi ayrışma artmış, daha parçalı bir toplumsallık üretilmiştir. Özel okulların rağbet bulması, devlet okullarının herkese hitap eden ve eşitleştirici etkisini yok ederek, muhafazakar-dindar kesimlerin özel okulları yönetme kabiliyetini gösterebilen tecrübeli kesimlerini diğerleri önünde öne çıkarmış, haksız rekabete yol açarak bu tecrübeye sahip olanları orantısız bir güce kavuşturmuştur.”

           
28 Şubat, Devlet ve İslâmcılık

28 Şubat tüm bu alanların yanı sıra siyaset alanını da radikal olarak dönüştürmüştür. Bu dönemin en önemli özelliklerinden birisi 28 Şubat’ın ‘an’ değil bir ‘süreç’ olarak gerçekleşmesidir. 28 Şubat ne yeni bir kurum getirmiş, ne de var olanları kaldırmıştır. Bu da 28 Şubat’ın siyaseti değil toplumu tasarladığının en önemli kanıtıdır.

            “28 Şubat’ın özelde yarattığı etki İslamcılığın dönüşümünde kendisini göstermiştir. 28 Şubat’a kadar Türkiye’de toplumsallığı en güçlü organik hareket olan İslamcılık, bu süreçte uğradığı kayıplarla tamamen siyaset alanından geri çekilerek, dönüşüme uğramıştır.
28 Şubat’ın ana aktörü olan Refah Partisi’nin kapatılmasının ardından kurulan Fazilet Partisi de kısa sürede kapatılmış, süreç Milli Görüş geleneğinin ikiye bölünmesi ile İslamcılığın Saadet Partisi üzerinden devamına yol açmıştır. Diğer ve asıl damar ise İslamcılığı sorunsallaştırarak, İslamcılığın temel siyasal pozisyonu olan ümmetçilik ve Batı karşıtlığını terk ederek farklı bir parti olarak kendisini kurarak AK Parti olarak yoluna devam etmiştir.” 

            28 Şubat’ı mümkün kılan koalisyonlar dönemindeki istikrarsızlıklar, siyasi kültürde koalisyonlara karşı bir güvensizlik yaratmış, sonraki dönemde seçmenlerin oy verme davranışlarını da etkilemiştir. Aslen başka partiyi desteklediği halde, seçimlerde istikrardan yana oy kullanma kaygısıyla kazanma ihtimali olan partilere oy verme davranışı yaygınlaşmıştır. Bu da nispeten uzun süren bir tek parti iktidarına yol açmıştır. Halen başkanlık sistemi etrafında gerçekleşen tartışmalarda da asıl önemli etkenin koalisyonlara duyulan güvensizlik olması, bu etkinin halen sürdüğünü göstermektedir.
           
         Sonuç

Türkiye darbeler tarihinin istisnai anlarından biri olan 28 Şubat Postmodern darbesi bir çok açıdan nevi şahsına münhasır bir olay olarak tarihe geçmiştir. Bu darbenin gerçek maliyeti ise halen yeterince tartışılmamış, ortaya çıkardığı patolojik durumlar halen düzeltilememiş, etkisi yeterince görülememiştir.

“Diğer darbelerden farklı olarak NATO desteğine değil, dış müdahale açısından İsrail’e yaslanan bir darbe olarak kayda gecen 28 Şubat, soğuk savaş sonrasıTürkiye’nin yaşadığı kimlik ve strateji krizinin bir sonucudur.” 

            Türkiye’yi bölgesinde komşularıyla, içeride ise devleti milletle karşı karşıya getiren bu darbe, sadece siyasetin bazı aygıtlarını değil tüm toplumu dönüştürmüştür. Postmodern ve kansız olmasını daha az acı üretmesine değil, soğuk savaş sonrasının stratejik atmosferine borçlu olan 28 Şubat’ın ürettiği maliyet halen yeterince anlaşılamamıştır.

"Nuh Yilmaz-Bir Postmodern DarbePortresi 28 Şubat" makalesinden derlenmiştir.

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Necip HAN-Grup Yorum Gerçeği

Günümüzde ademoğluna oynanan oyunlar, algısı  üzerinden yürütülür.Zihnimize kazınmak istenen bütün fikirler teknolojinin bize sunmuş olduğu görsel ve işitsel güzelliklerin ahengiyle hissiz  ve habersiz yöntemlerle gerçekleştirilir.Bir olayın gerçekliğini ve doğruluğunu araştırmak ölüm riski taşıyan hayati bir operasyon titizliğini gerektiren bir çalışmadır.Bu araştırmada izlenecek yol:Zahir ve Batın incelemesidir. Zahir; bir varlığın görebildiğimiz, temaşaa edebildiğimiz kısmını oluştururken Batın ise varlığa ait olan ancak bizim görmemizin mümkün olmadığı kısmını oluşturur.Örnek vermek gerekirse: bir ağacın dalları, meyvesi ve gövde yapısı bizim görebildiğimiz kısımları iken (Zahir); içeride ağacın besin ve su ihtiyacını karşılamak adına ağacın her zerresine kadar uzanan yapılar bizim göremediğimiz ancak gerçekte var olan yapılardır.(Batın). Olayları incelerken de bu düstur ile incelediğimiz takdirde olayın gerçekliğine ulaşmamız daha muhtemeldir.Ancak ne yazık ki pozitif bilimlere haddinden fazla kıymet verişin arttığı bu asırda görünmeyene inanmak biraz zorlaşmakta.


Bilindiği gibi bazen olayın görünen kısmıyla perde arkası farklılık arz etmetedir.Ülkemizde de perde arkasında korkunç emellerini gerçekleştirmek isteyenler görünen yüzlerine, halkımızın önkabullerine yönelik maskeler takmakdırlar.Bunun en kolay yolu ise Mustafa Kemal Atatürk hayranlığı ve onun yolunda yürüyoruz kisvesidir.Ülkemizin önderine olan bu müthiş saygıyı ve ona ait değerlerin hiçbirinin yadırganamayacağını bilen toplum mühendisleri bunu çok iyi değerlendirmektedirler.DHKP-C bunun en basit örneğidir.Grup Yorum’un görünen yüzü(Zahiri) ; Atatürk’ün izinden giden ve Atatürk’ün söylemleriyle kendine hedefler belirleyen devrimci gençlere hitap eden bir müzik grubu olduğudur.Lakin Grup Yorum’un görünmeyen yüzü(Batını);  DHKP-C nin sempatizan kazandığı ve DHKP-C’yi meşrulaştıran, onun ideolojisine ses olan bir müzik grubu olduğudur ve bu amaçla kurulduğudur.Bu yazıyı okurken bile bunu kabullenmeyen bir çok güruh vardır ve zaten oynanan oyunun tutmasının sebebi de budur.Çünkü naif halkımız Atatürk’ün söylemleriyle hareket eden toplumsal kuruluşların kötü niyetli olacağını hiçbir zaman düşünmez.Daha önce de belirttiğimiz gibi halkımızın zaafını bilen toplum mühendisleri bu durumu lehlerine çevirmeyi çok iyi bilir.Zahir de Atatürkçü iken Batın’da Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyeti ve Misak-ı Milli’yi bölmek adına her türlü eylemi gerçekleştiren bi yapı oluşturur bu kişiler.Malesef Grup Yorum gerçeği de bun en bariz örneğidir.


GRUP YORUM'UN DHKP-C HATIRASI


Büyük Takip'te şok DHKP-C itirafları


Necip HAN


21 Temmuz 2013 Pazar

Armağan ZENGİN - ... GRUP YORUM ... (1985 - ∞ )

                                                   '' Grup Yorum 25. Yıl İnönü Konseri ''


Koskoca bir 26 Yıl ...

Sol'un tek lideri..
Sağ'ın karşısında; Kardeşliğin peşinde..
Sağ Sol Türk Kürt Çerkez Alevi Sünni Müslüman Hristiyan...
Farketmez hepsi Can'dır.. Hepsi Kan'dır.. Kardeştir.. Yoldaştır..
Geçen koskoca bir 26 Yıl.. Bitmedi Bitmiyor Bitmeyecek..
GEÇİT YOK! ''Sadece Halk & Sadece İnsan''
Kelimelerimiz Düşüncelerimiz Haykırışlarımız Müziğiniz Oldu..
Müzikleriniz ise Devrim Ateşimiz..
M.Kemal Atatürk için..
Deniz için.. Mahir için.. Yusuf için..
Ethem İçin..
Ali İsmail için..
Mustafa.. Abdullah.. Mehmet.. Hepimiz için..
Bu Ülkeyi Kendi Canından Öte Sevenler..
Türkiye ve İnsanlarımız için..
Geleceğimiz için.. Çocuklarımız için..
Torunlarımız için..
Yeni daha güzel bir Dünya için..
Geçit Yok! Emperyalizme..
Geçit Yok! Haksızlığa, Yalanlara, Dini Kullananlara, Düşmanlara..
Ülkemiz Sahipsiz Değil !!!
Ne demiş Ata'mız :  ''Ey yükselen yeni nesil, gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk; onu yükseltecek ve sürdürecek sizsiniz.''
Armağan ZENGİN

20 Temmuz 2013 Cumartesi

Halkla İlişkiler-Gidiyorum


Yürüyorum durmadan çıkmaz sokaklara giriyorum
Hasretinden durmadan geceleri içiyorum
İçiyorum durmadan kafaları çekiyorum
Sensizliği kadehlerde eğliyorum
Sana giden yollarım çoktan kapandı.
Üstüne birde anılar kanattı.
Düşünüyorum seni öyleyse varsın.
Sen yağmurun altında yürüyen bir yalansın...
İçimde kanayan o derin yaram
Büyümüşsün olmuşsun bir yalan
Görmedin beni kandırdın masallarla
Kalbin belki bir gün benim için ağlar

18 Temmuz 2013 Perşembe

Armağan ZENGİN-Uyan Ali'm Uyan (Seni Unutmayacağız..)


... ''Daha 19'' ...


















Magusa limanı, limandır amman amman
Beni öldürdende yoktur din iman


Uyan Alim uyan,uyanmaz oldun 
Yedi bıraç yarasına dayanmaz oldun


Uyan Alim uyan,uyanmaz oldun
Yedi bıraç yarasına dayanmaz oldun


İskeleden çıktım yan basa basa
Magusaya vardım,kan kusa kusa


Uyan Alim uyan,uyanmaz oldun
Yedi bıraç yarasına dayanmaz oldun
...
Evlerinin önü kavak
Yağmur yağar ufak ufak
Elim kına yüzüm duvak
Uyan ali’m, uyan ali’m, uyan ali’m,


Evlerinin önü çiçek
Gelin kızlar kefin biçek
Ali’min öldüğü gerçek
Uyan ali’m, uyan ali’m, uyan ali’m,


Uyan ali’m sabah oldu
Sağdıçlar kapıyı kırdı
Saramadım günler doğdu
Uyan ali’m, uyan ali’m, uyan ali’m,


Ali’min bindiği taylar
Atlayıp geçti çaylar
Ali’m ölmüş kimler ağlar
Uyan ali’m, uyan ali’m, uyan ali’m

Lütfen: (Video):



''19''

Seni unutursak; Kendimizi Unuturuz..

Tüm Türk Şehitleri Ölene Dek; Kalbimizdesiniz..

-Abdullah Cömert (22)
-Ethem Sarısülük (26)
-Mehmet Ayvalıtaş (19)
-Mustafa Sarı (27)
-Ali İsmail Korkmaz (19)


Armağan ZENGİN

17 Temmuz 2013 Çarşamba

Bir Zat'ın Kaleminden-Dost Kazanma ve Liderlik

Maddi ve manevi olarak diğer insanlara ne kadar bağımlı değil isek kendimizi o kadar güçlü sayıyoruz.Çevremizdeki insanları kendimizden hep küçük görüyor, herhangi bir hatasını gördüğümüzde acımasızca kendi zihnimizde o kişinin yerini aşağılarak çekiyor ve o kişiye asıl değerini verene kadar kendisinin dostluğunu çoktan kaybetmiş oluyoruz.Eleştirirken hiç tereddüt etmiyoruz.Karşımızdakinin herhangi bir davranışını beğenmiyor isek hemen yüzüne söylüyor bunu patavatsızlık olarak görmüyor da dobralık  nitelendiriyoruz.Bir konuda kendi fikrimiz ne ise onun %100 isabetli olduğunu düşünüyor, karşımızdakinin o konu hakkında söylediklerini dinliyor gibi yapıyor kafamızla onaylıyor gözüküyoruz halbuki zihnimizde kendi fikrimizi karşımızdakine nasıl kabul ettiririz bunu tasarlıyoruz.

Aslında çoğu zaman samimiyetten ve dost olmaktan çok uzağız.Bu nedenle insanların her zaman hüsn-ü zannını kazanan fikirlerine saygı duyulup kitleleri peşine takan kişiler Lider vasfını kazanırken tüm bu bahsettiğimiz konularda farklı davranışlarıyla insanların beğenilerini kazanırlar.Onlar öncelikle ne kadar çok dost kazanır ve onlara ne kadar çok bağlı ve bağımlı olduklarını hissederlerse kendilerini daha bahtiyar sayarlar.Çünkü insani ilişkilerdeki başarının  bu bağ ve bağımlılıktan geçtiğini bilirler.İnsan eksiktir, gerçekten birbirine ihtiyaç duyar ve bu ihtiyaç duymalar insanların birbirleriyle olan ilişkilerini pekiştirir.Bir insanın hatasını gördüğünde onu görmemiş kabul eder zihninde.Çünkü belki o hataya önceden kendi de düşmüştür yada ne olursa olsun ileride o hataya kendisininde düşmeyeceğini kimse garanti edemez.Karşısındakini eleştirmeyi anlamsız bulur çünkü bilir ki psikologlara göre eleştirilen kişi maruz kaldığı eleştiriyi yüksek bir oranla kabul etmiyor, kendi şahsına yakıştırmıyor yada ona dair bahaneleri kendi kafasında üretip  kendini haklı buluyor bu nedenledirki eleştiri kişinin davranışıni kesinlikle değiştirmiyor.Bunu bilen Lider eleştirmekten ziyade yapıcı yorumlarıyla karşısındakinin eksik bulduğu yönlerini kişinin kendi kendisine tespit etmesine  çalışır.

Yöneticilik zekasına sahip kişilerin diğer bir özelliği ise herhangi bir konudaki kendi fikrini %100 doğru bulmaz ve istişareye açıktır, başkalarının fikirlerine de değer verir.Bir probleme ilişkin en doğru çözümün kendi ürettiği çözüm değil başkalarının çözümlerinin doğru olma ihtimalini düşünerek ortak akıl ile üretilen çözümün olduğuna inanır.

Bir Liderin samimiyetini geliştiren en önemli özellikte karşısındakini gerçekten dinlemektir.Herkes kendinden bilirki kimse karşısındakini dinlerken tüm dikkatiyle dinlemez ve konuşma sırası kendisine geldiğinde neler anlatacağını düşünür.Karşısındakini dinliyor görünür ve kafa sallar.Lider gerçekten anlatılanı dinler ve herkesten her konuşmadan kendine bir şeyler katmaya çalışır, bunu tüm samimiyetiyle yapar.

Herkesin muhakkak herhangi bir konuda bizden yetenekli olduğu muhtemeldir.Biz yüksek egomuz ile her konuda muktedir olduğumuzu düşünmeyi bir kenara bırakıp mütevazi bir bakış açısıyla herkesten muhakkak birşeyler öğrenebileceğimizi kabul etsek gerçekten Lider olma yolunda önemli bir vasfı kazanmış bulunuruz.

Liderlik sanıldığı gibi yönetmek değil ortak birşeyler üretebilecek bir ekiple ortak aklı oluşturabilecek zekaya ve vasfa sahip olmak demektir.Liderlik dost kazanmak ve o dostlarla en başarılı olduğunuz yeteneklerinizi birleştirip en iyi olmaya çalışmaktır.Bu şekilde oluşturulan dost ortamında da aslında herkes birer liderdir zaten.

Bir Zat'ın Kaleminden


15 Temmuz 2013 Pazartesi

Mert Eygi-Zamanımız Kıymetli, Boşa Geçirmeyelim

Şuan pek çok öğrenci yaz tatilinde. Bazılarımız yaz okulunda . Bu yaz okullarındaki çoğu kişi başarısız oldukları dersin okulunu uzatmasına engel olmak için yazın bu sıcağında üstüne bir de para vererek ders almakta.Tabi bir kısımda üst dönemlerinden bazı dersler almakta ileriyi garanti altına alabilmek için, rahat edebilmek için. Toplam yaz okulu süresi(en azından benim üniversitem için) 6 hafta. Bazı kesim öğrencilerin de stajları var tabi. Ama onun da süresi kimi okullarda 20 iş günü kimi okullarda 30 iş günü. Yani en fazla 6 hafta buda. Peki, yaz tatili süresi ne kadar? Sanıyorum o da 14 hafta civarı (tabi bu da üniversiteden üniversiteye fark gösterebilir ama aşağı yukarı bu kadar). Koskoca yaz ne yaz okulu ne de stajı olmadan geçiren de pek çok insan var ama diyelim ki birine sahip bir kimse 14-6 = 8 haftalık yani tam tamına 2 aylık bir tatil dönemine sahip. Peki bu süreç ileriyi düşünen bir kimse için tatil adına fazlası ile uzun değil mi? Bu 8 haftalık süreci tamamen tatil olarak geçirebilecek kadar zengin mi babamız da bizi mezun olduktan sonra donanımlı olsak da olmasak da bir firmanın başına geçirecek ? Ve ya bizim ilerisi için gerçekten iyi firmalarda iyi konumlara gelmek gibi ideallerimiz yok mu? Ben kendimden örnek verecek olursam , yaz tatiline girmeden önce yazın kendimi geliştirmek için yapmayı düşündüğüm ilk şey bol bol kitap okumaktı.(7-8 tane en azından ) ama ben ne yaptım? sadece 1 buçuk kitap okuyabildim o da tatilin hemen başında..Dönem içinde yazın şunu öğrenirim bunu araştırırım dediğim pek çok teknik konu vardı.şu zamana kadar yaptığım ise teknik anlamda hiçbir şey yok. Etrafımdan da gördüğüm kendini, geleceği için geliştiren pek kimsenin olmadığı. Peki böyle olmasına göz mü yummalıyız? Bizler ilerisi için bir şeyleri kendimiz için yapamazsak başkaları mı bizim için yapacak ?. Ben geçen 1 haftada bazı şeyler yapmam gerektiğini iyice kavradım ve kendimce bir çözüm buldum. Sonuçta yatarak dizi izlemek çok basit ve zevkli . Aynı şekilde uyuyabildiğimiz kadar uyumak da bambaşka bir dünya. Peki biz bu yaz tatilinde bunlardan feragat edip ‘kıçımızı’ nasıl kaldıracağız? J . Cevabı bulması çok zor değil aslında. Kendimize HEDEF(LER) belirlemek. Tabi hedef(ler)i belirlemek de her zaman kolay olmuyor neresinden tutayım neresinden başlayayım gibi sorular insanı hiç başlamamaya itiyor. Ama birazcık doğru kişilerle muhabbet etmek(mesleğinizle alakalı) veyahut internette biraz araştırmalar yapmak size çok rahat bazı hedefler sunacaktır. Hedefinizi bulduktan sonra ise her şey daha kolay olacak. Ve şunu unutmayın; sonuca ulaşana kadar asla yılmayın. Belki çok zorlanacaksınız. Çünkü size öğretilmeyen bir şeyi siz araştırarak öğrenmeye debeleniyorsunuz. Ama Sonucunu düşünün. Sonucunda ortaya çıkardığınız şey tamamen size ait olacak ya da öğrendiğiniz şeyi siz tamamen kendi çabalarınızla öğrenmiş olacaksınız. Bence bu bir hoca yardımıyla öğrenilecek pek şeyden daha kıymetli ve daha kalıcı bir miras geleceğiniz için.



Mert EYGİ
İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü
Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği
3. Sınıf Öğrencisi


14 Temmuz 2013 Pazar

Armağan Zengin-... Nazım Hikmet ...

Özledik seni üstadım..

Vatan Hainisin Sen..

Ama olsun.. Seni Çok Özledik be Üstadım...

Gördün geleceği..

Değerini Bilemedik..

Affet Bizi..

Sana Söz Olsun; ''Düşüncelerin Düşüncelerimizde''

Ve Şimdi ''HEPİMİZ'' Vatan Hainiyiz !

...

"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.

Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.

Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."

Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,

bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un

66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali

Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.

"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet

Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."



Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt

           hainiyim, ben vatan hainiyim.

Vatan çiftliklerinizse,

kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,

vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,

vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,

fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,

vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,

vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,

ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,

vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,

vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,

                            ben vatan hainiyim.

Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :

Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.

  ...

Nazım Hikmet  (Kendi Sesinden) 



13 Temmuz 2013 Cumartesi

Necip HAN-Toplum Mühendisliği ve Medya

Toplum Mühendisliğinin en etkili araçlarından bir diğeri medyadır.
Medya  bireylerin bilgi, duygu, düşünce, inanç, tutum ve davranışlarını etkileyebilecek çok büyük bir güce sahiptir. Sadece kişilerin değil, aynı zamanda toplumsal grupların, toplumsal örgüt ve kuruluşların, kısacası bütün toplumun ve kültürün, Medyanın biçimlendirici ve belirleyici etkisinden kurtulabilmesi epey zor görünmektedir.

Gelişmiş ya da gelişmekte olan toplumlarda Medya, ekonomik açıdan büyük ölçüde devlete ve yüksek bütçeli sermaye gruplarına bağımlıdır. Hal böyle olunca, “Medyanın kimler tarafından yönetildiği, en azından potansiyel olarak kimler tarafından kontrol edilebileceği?”sorularını cevaplamak hiç de zor olmayacaktır. Medya herşeyi bir metaya dönüştüren, alınıp-satılabilecek nesneler haline getiren kapitalist kültürün yani “tek boyutlu insanların” yaratıldığı bir araçtır.

Medyanın bir diğer işlevi toplumu homojen bir yapı olarak şekillendirmeye çalışmaktır ve onu tek bir kitle haline getirmektir. Toplumun kurgulanışı hakim güç tarafından denetlendiği için topluma kazandırılmaya çalışılan mana ve  değerlerde egemen güç tarafından belirlenir.




Herbert Schiller:Medya, Toplumun hakimiyetini elinde bulunduran seçkinlerin, kitleleri kendi amaçları doğrultusunda biçimlendirmesinin vasıtalarından biridir.


Medyanın en etkili aracı hiç kuşkusuz Televizyonlardır.
Bu mecra yüzünden iletişimsizlik giderek yaygınlaşır ve derinleşir. İletişimsizlik ve toplumsal körleşmenin iç içe geçmesi de insanın yabancılaşmasını devreye sokar. İnsanları devamlı bir girdi bombardımanına tutan televizyon,insana düşünme olanağı tanımaz ve tüm yaşam alanlarından uzaklaştırdığı gibi politik yaşamdan da koparır. Politika uzmanların işi olarak görülmeye başlanır ve insanlar sadece seçimden seçime bu sürece dahil edilir.İnsanlar bu seçim oyununda etkili oldukları yanılsaması ile diğer seçime kadar politikadan uzaklaşır.

Yalnızca düşünsel süreçlere etki etmekle kalmaz televizyonlar.İnsanın tüm yaşam alışkanlıkları üzerinde etkili olur.Okumanın yerini tv seyretme alır, izlemenin yarattığı bağımlılık sebebiyle uykusuzluk, oburluk gibi çeşitli fiziksel sorunlar ortaya çıkar ve bu sorunlar insanı düşünmekten, düşlemekten alıkoyar.İnsan bedeni ve beyni üzerindeki iktidarı kaybettiğinde iktidarın bir oyuncağına dönüşür.



Televizyonun insanlara etkileri üzerine  Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan araştırma sonuçlarını aktaran Sanders’in belirttiğine göre çocuklar hergün televizyonda çeşitli görüntülere maruz kalmaktalar ve ışıkla sesten oluşan bu gösteriyle monolog bir halde edilgen izleyiciler haline gelmektedirler.Bu görüntüler Sanders’e göre: “beyine acımasızca işliyor”ve çocukların “imgelemi üzerinde silinmez izler bırakıyor”.Bu gerçek, televizyonun insan bilinci üzerindeki derin etkisini göstermektedir.
Araştırma sonuçlarına göre;
3-5 yaşları arasında, yani beynin bilişsel ve dilsel gelişiminin en önemli döneminde, bir çocuk haftada en az 28 saat televizyon izliyor. Bu çocuk 5 yaşına geldiğinde artık toplam 6000 saat televizyon izlemiş oluyor. İlkokul öğrencileri için ortalama izleme süresi haftada 25 saat, lise öğrencileri içinse haftada 28 saat. Televizyonun etkilerini düşünecek olursak; 5 yaşına gelmiş bir çocuk ortalama 6000 saat programlanmıştır diyebiliyoruz ve buda medyanın toplum mühendisliği içerisindeki rolünü gözler önüne seriyor.



*Barış Çoban-Televizyon ve Tektipleşme çalışmasından derlemedir.

Necip HAN