21 Eylül 2013 Cumartesi

TÜRKİYE’DE DİNİ TERÖR ÖRGÜTLERİ

ÖZET

Türkiye; Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının birleştiği noktada bir köprü durumunda, dünya güç dengesini etkileyebilecek  çok yönlü çıkar ve güç çatışmalarına sahne olan, Ortadoğu’daki petrol kaynaklarına yakınlığı ve Orta Asya’daki Türk devletleri ile uyum içinde  olabilme avantajı ile önemli bir jeopolitik ve jeostratejik konuma sahiptir. Bu önemli konumundan dolayı, bazı devletler tarafından desteklenen çeşitli terör örgütleriyle mücadele etmektedir. Burada bu örgütlere değineceğiz.                                                                                                                             

TÜRKİYE’DE DİNİ TERÖR


‘’Terör baskı, cebir, şiddet, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyeti’nin varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü eylemlerdir. ‘’(12.041991 tarih ve sayılı Terörle Mücadele Kanunu Terör Tanımı)
 Terörizm kavramı ise,“ Terör yöntemlerinin siyasi bir amaçla örgütlü, sistemli ve sürekli bir şekilde kullanılmasını benimseyen bir strateji olarak terör kavramından ayrılmaktadır. Terör terimi, dehşet ve korkuyu belirtirken terörizm, bu kavrama süreklilik ve siyasal içerik katmaktadır. Buradan hareketle terörizm, Savaş ve diplomasi ile kazanılmayan sonuçları elde etmek, korkutmak ve itaat ettirmek için bir teoriye, felsefeye ve ideolojiye dayanılarak siyasi maksatlarla, iradi olarak terör ve şiddetin sistemli ve hesaplı bir şekilde kullanılmasıdır.’’(EGM Terörizm Tanım)ı  Şeklinde tanımlanmıştır.
Günümüzde yaptığı eylem ve faaliyetlerle bütün dünyayı ciddi şekilde huzursuz eden terör belâsı, daha çok İslam olmak üzere, din maskesini de kullanmaktadır. Bu aldatıcı metotla hem daha kolay militan devşirmekte, hem maddî ve lojistik destek bulmakta, hem de kendisiyle yapılacak mücadelede geniş halk kitlelerinin desteği yeterince sağlanamadığından başarısız kalınmasına neden olmaktadır. Hassas konuların başında gelen din, aslında bütün insanları kucaklayan ve huzur içinde bir yaşam sürmelerini sağlayacak etik prensipler üzerine bina edilmiştir. Ancak tarih boyunca zaman zaman yanlış yorumlanarak bu amacının tersi bir durumun ortaya çıkmasına adeta neden ve kaynak haline getirilmiştir.

Maalesef bu durum hem Yahudilik, hem Hıristiyanlık, hem de İslam için söz konusu olmuştur. Günümüzde de benzeri bir durum yaşanmakta ve ulaşım araçlarının yaygınlık kazanmasından ötürü, küresel ölçekte din adeta terörün kaynağı ya da en azından kaynaklık edecek unsurlar taşıyan bir keyfiyet olarak anlaşılmaktadır.
Bunu haklı çıkarmak için de şeriat, cihad, ülke kavramı, şehitlik, hükmün Allah’a ait olması, iyiliği emretme,  gibi  kavramların anlamları tersyüz edilerek yani; çarpıtılarak kitleler etki altında bırakılmaktadır. Bu yanlış yorum ve uygulamalara karşı çıkma ihtimalinden ötürü de yetişmiş din âlimleri hedefe konarak yıpratılmakta; yanlış yorumlarını anlamaya yardımcı olacak usûl ilmi tanınmamakta,  sadece zahirî ve parçacı bir yorum yapılmakta; seviyeli din eğitiminin verilmesi engellenmekte ve muhalifleri sindirmek için, Hizbullah’ta görüldüğü gibi, kelimenin tam anlamıyla terör estirilmektedir.  Emniyet Genel  Müdürlüğü  Terörle Mücadele Dairesi Başkanlığı’nın belirtmiş olduğu Türkiye’deki  Dini Terör Örgütleri şunlardır:                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                       
1)HİZBULLAH
2)HİLAFET DEVLETİ(HD)
3)İSLAMİ BÜYÜK DOĞU AKINCILARI CEPHESİ(İBDA/C)
4)CEYŞULLAH ÖRGÜTÜ
5)EL-KAİDE  TERÖR ÖRGÜTÜ TÜRKİYE YAPILANMASI
T.C İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele Dairesi Başkanlığı ‘nın belirtmiş olduğu bu 5 terör örgütünün dini ideolojik unsurlar içerdiği görülmektedir. Şimdi bu örgütleri ve bu örgütlerin dini, hangi gerekçelerle istismar ettiğine bakalım:                                                                            
1.Cihat Kavramı:
Sözlükte, “çalışmak, uğraşmak, güç ve gayret sarf etmek, bir işi başarmak için elden gelen bütün imkanları kullanmak” anlamlarına gelen cihat, dini bir kavram olarak dini emirleri öğrenip ona göre yaşamak ve başkalarına öğretmek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaya ve İslam’ı tebliğe çalışmak, nefse ve dış düşmanlara karşı mücadele vermek anlamına gelmektedir. http://www.network54.com/Realm/hizbullah/   10.03.2013

“Cihat, hayatın her safhasıyla ilgili iyilikler yolunda gayret etme, çalışma ve kötülüklerle mücadeleyi kapsadığı görülür.Hz. Peygamber, “Gerçek mücahid nefsiyle savaşandır.”  buyurmuşlardır. Buna göre cihat, hayatın gayesi olarak Allah’a kulluk etmek, bu uğurda nefsin meşru olmayan arzularına karşı koymak ve şeytanla mücadele etmek, Allah ve Resulünün koyduğu evrensel ölçülerin fert hayatında uygulanmasına, toplum hayatında da yaygınlaştırılmasına çalışmak, İslam’ı tebliğ etmek, ülke ve Müslümanları her türlü tehlike ve haksız saldırılara karşı savunmayı içeren kapsamlı bir kavram olup, kalp, dil, el ve beşeri aksiyonun ortaya konulduğu her türlü alet ve araçla yapılabilen bir eylem ve davranış biçimidir.”  http://www.network54.com/Realm/hizbullah/  10.03.2013


2.Terör Örgütlerinin Cihat Kavramını Algılaması:
Terör örgütlerinin cihat algılamalarını ortaya koymak için referans aldıkları bazı kaynaklardan bahsetmek yerinde olacaktır.
“İslam; kan, ihtilal, gözyaşı ve cihat dinidir. (Mutaharri)                                                      Aydınların tarihi ihanetlerle, alimlerin tarihi başkaldırılarla doludur. (Ali Şeirati)

Aşk iki rekattır, abdesti ancak kanla alınır. (Humeyni)                            
Hizbullahi mesaj, cihada dayalı dindarlıktır. (Ali Korani)” 

Terör örgütlerinin, cihat kavramını savaş ve öldürme ile özdeşleştirmeye çalışmasının altında değişik sebepler vardır bunlar:
1)Öncelikle cihat kavramı gerçek anlamından uzaklaştırılarak, sadece şiddet içerikli bir anlam yüklenmektedir.                                                                                                                 

 2)Cihat kavramı, dini literatüre ait bir kavram olduğu için bu kavram ile, gerçekleştirilen her türlü faaliyete meşru bir zemin oluşturulmaya çalıştırılmaktadır.                                    
 3)Cihat kavramının dini kisvesi altında, yapılan her türlü eylem (Öldürme eylemleri de dahil)din adına yapılıyor gibi gösterilmeye çalışılmaktadır.                                                     
 4)Cihat kavramının yanında, şehitlik ve şehadet gibi kavramlar da empoze edilmeye çalışılmaktadır. Bu kavramlarla da, gerçekleştirilen eylemlerde ölüm olması durumunda, sözde “şehitlik” adı altında ölümün sıradan bir ölüm olmadığı vurgulanmaya çalışılmaktadır.      
5)Bunların yanında Cennet-Cehennem de vurgu yapılan diğer kavramlardandır. Zira, bu kavramlarla da ölündüğü takdirde Cennete gidileceği inanışı hakim kılınmaya çalışılır. 
http://www.network54.com/Realm/hizbullah/ 10.03.1013

                                                                                                                                                       Görüldüğü gibi terör örgütlerinin kendilerine göre dini gerekçeleri bunlar.
Bu örgütleri incelersek;

1)HİZBULLAH TERÖR ÖRGÜTÜ
Kavram Olarak Hizbullah
Hizb, aynı görüşte olan, düşünceleri ve yaptıkları bir olan grup, küme ve topluluk demektir. Hizbullah kelimesi Allah'ın yolu, taraftarları, Allah'ın safında yer alanlar, Allah'ın partisi gibi anlamları taşımaktadır.    http://www.network54.com/Realm/hizbullah/  10.03.2013

İlim ve Menzil Grupları
Çeşitli kitapevlerinin etrafında toplanan radikal dini gruplar içerisinde, 1990'lı yılların başında Diyarbakır ilinde yer alan İlim ve Menzil kitapevleri etrafında toplanan kesimler, diğerlerine nazaran daha etkin ve geniş bir tabana hitap etmiştir. İlim kitapevinin yöneticiliğini Hüseyin Velioğlu, Menzil kitapevinin ise Fidan Güngör yapmıştır.
 http://www.network54.com/Realm/hizbullah/  10.03.2013
Bu iki grup, 1980'li yıllarda Vahdet isimli bir kitabevi etrafında aynı çatı altında faaliyet gösterirken, zamanla aralarındaki liderlik konusu ve çeşitli fikir ayrılıkları nedeniyle iki ayrı kitapevini açarak ayrılmıştır. Bu kitapevlerinde kendi anlayışlarındaki radikal dini düşüncelerin propaganda faaliyetleri doğrultusunda çalışmalarını sürdürmüşlerdir.
http://www.network54.com/Realm/hizbullah/  10.03.2013

2)İBDA/C (İSLAMİ BÜYÜKDOĞU AKINCILAR CEPHESİ)
Federatif yapılı bir İslam Devleti kurulması amacını güden ve bu amaç doğrultusunda silahlı mücadele yöntemini benimseyen terör örgütüdür. 1970'li yıllardan beri radikal İslami faaliyetler içerisinde olduğu bilinen Salih İzzet Erdiş'in liderliğini yaptığı örgüt, 1989 yılında Ankara ve İstanbul'da yapmış olduğu korsan gösteriler ile adını duyurmuştur.
http://www.unibozkurt.com/s156-ibda-c.html   10.03.2013
Örgütün en bariz vasıfları; radikal dini düşünceleri taşımakla birlikte  Sünni anlayış içerisinde, İran yanlısı Şii hareketlere karşı cephe alması, hatta kendinden başka hemen hemen her türlü İslami oluşuma tepki göstererek onları alabildiğine eleştirmesi ve bununla birlikte gayri meşru olduğunu iddia ettiği Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne karşı gelen bütün oluşumlara sıcak bakması, bilhassa (PKK) KADEK'nın ve sol örgütlerin mücadelesini desteklediğini ifade ederek bunlarla ortak mücadele zeminleri arayışı içerisinde bulunmasıdır.

3)HİLAFET DEVLETİ (İCB-AFİD) ÖRGÜTÜ
1983 yılında Avrupa Milli Görüş Teşkilatı bünyesinden kopan Cemalettin Kaplan liderliğinde bir grup tarafından kurulmuş ve halen Almanya'da AFİD (Anadolu Federe İslam Devleti) adıyla faaliyet göstermektedir.İCB' nin yakın hedefi Avrupa'da yaşayan İslami kitleleri bir çatı altında toplayarak demokratik düzenlere ve batı kültürüne karşı mücadele vermektir. Nihai hedefi ise; genelde tüm dünya, özel manada ise; Anadolu toprakları üzerinde federatif yapıda bir İslam Devletini kurmaktır. http://efrasyap.org/Icerik/IcerikDetay.aspx?IcerikID=160  09.03.2013
Bu kapsamda; İCB' nin nihai hedefinin gereği olarak, şer'i esasların hakim olduğu bir İslam Devleti kurmak amacıyla Türkiye'de kurulu bulunan Anayasal düzeni ve laik ve sosyal hukuk devlet yapısını yıkmayı esas alan çalışmalar içerisinde olduğu görülmektedir.Yukarıda ifade edilen esaslar doğrultusunda, İslam Devleti'ni hedefleyen çalışmalar içinde olan İCB; bütün İslami çevrelerin yanı sıra, resmi kurum ve kuruluşlara mektup, broşür ve bildiriler göndererek onları kendi yanlarında yer almaya çağırmaktadır.İCB, faaliyet konuları içerisinde ilk sırayı oluşturan ve Müslümanları irşad etmek, uyandırmak gayesiyle benimsediği metod gereği, yapmakta olduğu tebliğ çalışmalarını; her türlü yayın, broşür, teyp  ve video  kaseti şeklinde posta yoluyla hedeflerine göndermektedir. 1994 yılında Cemalettin Kaplan'ın sözde halifeliğini ilan etmesiyle, örgüt "Hilafet Devleti" olarak lanse edilmeye başlanmıştır.  http://efrasyap.org/Icerik/IcerikDetay.aspx?IcerikID=160  09.03.2013

4)EL-KAİDE  TERÖR ÖRGÜTÜ
El Kaide, 1988 yılında, Sovyet birlikleri ile savaşmak amacıyla, soğuk savaş döneminde SSCB'nin Afganistan'ı işgal edebileceği öngörüsü üzerine kurulmuştur.SSCB - Afganistan işgali sırasında Afgan topraklarını korumuştur. Fakat Soğuk Savaş sonrasında yüksek gücüyle denetimsiz kalan El-Kaide Terörist faaliyetlere girişerek kendisine ana felsefe olarak İsrail'in yok olması ve Müslüman ülkelerde halifelik inancı altında büyük bir devlet kurma inancını benimsemiştir.El-Kaide Dünya üzerinde birçok terörist eylemden dolaylı veya direkt sorumlu tutulan silahlı bir köktendinci silahlı örgütüdür. Liderliğini Usame Bin Ladin'in yürüttüğü düşünülen bu örgüt dünyanın birçok ülkelerine yayılmış çok sayıda hücrelerden oluşmaktadır. 
http://gencozelharekat.yetkinforum.org/t12-el-kayde-ve-taryhy  09.03.2013
Bu örgütün sorumluluğunu üstlendiği 11 Eylül 2001 Saldırıları dünyanın en büyük terör saldırı eylemi olarak tarihe geçmiştir. El-Kaide'yi terör örgütü listesine alan kuruluşlar ve ülkeler şu şekilde sıralanmaktadır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi NATO AB ABD Avusturalya Kanada İsrail Japonya Hollanda İngiltere Rusya İsveç İsviçre Türkiye. Örgütün Türkiye yapılanması vardır ve 2003 İstanbul Saldırıları gerçekleştirmiştir.
 http://gencozelharekat.yetkinforum.org/t12-el-kayde-ve-taryhy  09.03.2013

5)CEYŞULLAH ÖRGÜTÜ
Kelime manası olarak Allah’ın Ordusu anlamına gelmektedir. İstanbul'da 1995 yılında kurulmuştur. Örgüt selefi anlayışı taşımaktadır, selefilik ise kelime olarak "Öncelikler" anlamına gelmektedir. http://efrasyap.org/Icerik/IcerikDetay.aspx?IcerikID=160  09.03.2013
Amacı:Mevcut Anayasal düzeni yıkarak yerine teokratik esaslara dayalı bir devlet düzeni kurmak amacını gütmektedir. Bu amacı gerçekleştirmek için silahlı mücadele yolu olan CİHAT metodunu benimsemiştir.01.01.1994-06.10.1999 tarihleri arasında güvenlik güçlerince anılan örgüte yönelik olarak toplam 6 operasyon gerçekleştirilmiş bu operasyonlarda 33 örgüt mensubu 9 adet uzun namlulu silah 4 tabanca, 10 bomba ve çok miktarda mühimmatla birlikte yakalanmıştır.Güvenlik güçlerince yakalan örgüt mensuplarının sorgularında, ileri gelenlerinin teorik eğitimlerini Suudi Arabistan'da, askeri eğitimlerini ise Afganistan'da aldıkları tespit edilmiştir. Bu bilgiler sayesinde, örgütün eylemleri aydınlatılmış ve gerçekleştirmeyi planladığı birçok eylemi de engellenmiştir.
http://efrasyap.org/Icerik/IcerikDetay.aspx?IcerikID=160  09.03.2013

Sonuç olarak:
Terör örgütleri, yaptıkları her faaliyeti bir dini hükme bağlamaya çalışmaktadırlar. Ve sözde dini hükümler (Kendi ürettikleri hükümler) üzerinde yorum yapılmasına müsaade etmemektedirler. Dolayısı ile terör örgütüne eleştiri getirmek ile dine eleştiri getirmek bir tutulmaya çalışılmaktadır. Bu sayede örgütün görüşleri sorgulamaksızın doğru kabul edilmektedir. Bu yüzden din istismarı, terör örgütlerinin istismar edebileceği diğer alternatiflere nazaran daha kolay ve etkili bir metottur.

KAYNAKÇA
Diyanet Aylık Dergisi, Ocak 2002, Sayı: 133, Sayfa:23
Din-Terörizm Paradoksunda, Terör Örgütlerince İstismar Edilen Kavramların Analizi; Müslüm NALBANT-Turgay ÖZER
Polis Dergisi, a.g.k., Sayfa: 78
Salur,H.(2009)  Küresel Çağda Din ve Terör; Çizgi Kitabevi
http://www.egm.gov.tr/temuh/terorizm.html
Karlsson,I ; Din Terör ve Hoşgörü;Humer kitapevi çev:Turan kitapevi 2005
http://www.network54.com/Realm/hizbullah/
http://www.unibozkurt.com/s156-ibda-c.html  
 http://efrasyap.org/Icerik/IcerikDetay.aspx?IcerikID=160
http://gencozelharekat.yetkinforum.org/t12-el-kayde-ve

MEDYANIN TOPLUMSAL YAPI ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

ÖZET

Medya her geçen gün artan değeriyle toplumların kaderinde önemli rol oynamaktadır. Medya insanlar farkına varmaksızın kültürleri ve insanların düşünce yapılarını değiştirmektedir. Çalışmada medyanın toplumsal yapıyı etkilemesi üzerine bir sosyolojik irdeleme yapıldı. Medyanın şiddet ve siyasal yapılar üzerine etkileri araştırıldı.   


Anahtar Sözcükler: Sosyal Medya, İktidar Mücadelesi, Arap Baharı, Şiddet, Medya Elitleri

1.GİRİŞ
   
Kitle iletişim araçları, kitleleri eğlendirmek ve onların hoşça vakit geçirmelerini sağlamanın dışında, çok daha farklı ve önemli işlevler icra ederler. Öyle ki, yaşanan teknolojik gelişmelerin kitle iletişim sektörüne de yansımasıyla medya toplumdaki en etkin güç merkezlerinden biri haline gelmiştir. Bu gelişmelere paralel olarak medya yöneticileri, editörler ve etkin köşe yazarlarını da içine alan medya elitleri de, toplumsal yapı içinde en önemli güç odaklarından biri haline dönüşmüştür (Astiz, 1969; Akt: Arslan, 2003).
Medya günümüzde daha da ileri giderek, bireylere ve toplumsal gruplara iktidar,
servet ve prestij edinmenin en etkin ve en ideal silahlarını sunabilecek kadar güçlü bir
konuma ulaşmıştır. Bütün bu gelişmelere paralel olarak, çağdaş dünyada medyayı
kontrolünde bulunduran gruplar ve medya elitleri, toplumun en etkili ve en güçlü
kesimlerinden biri haline dönüşmüştür. (Astiz, 1969; Akt: Arslan, 2005). Medya elitleri olarak adlandırdığımız elit grubu, medya kuruluşlarının yöneticilerinden, editörlerinden, etkili köşe yazarlarından ve raportörlerden oluşur (Arslan, 2001).
Özellikle siyasi partiler ve siyasi elitler açısından basın- yayın kuruluşları hayati bir
önem taşır (Arslan, 2004; 2004-a). Siyaset dünyası ve siyaset seçkinleri (Arslan, 2004-b;
2004-c) halka ulaşabilmek, seslerini seçmenlerine duyurabilmek için medyanın gücüne
muhtaçtırlar. Başka bir anlatımla siyasi kurumlar ve politikacılar, politika arenasında daha güçlü, siyaset sahnesinde daha etkili olabilmek için her zaman, güçlü bir medya desteğine ihtiyaç duyar.

2.MEDYANIN TOPLUMSAL GÜCÜ

Medyanın toplumsal gücü konusunda, bir birleriyle taban tabana zıt 2 temel görüş vardır:
1. Medya “edilgen bir iletici” (passive transmitters)’dir: İletilerin yayılmasında pasif bir konumdadır.
2. Medya iletişim olayında “etkin bir katılımcı” (active interveners)’dır: Mesajların şekillendirilmesinde aktif roller oynar.
Birinci görüşün takipçilerine göre medya, gerçekleri olduğu haliyle yansıtan bir ayna gibidir. Bu düşünürlere göre medya, mevcut durumu nesnel ve tarafsız bir şekilde ortaya koyar. Bunu da büyük ölçüde, her türlü ön yargıdan ve baskıdan uzak şekilde gerçekleştirir (Barrett & Braham, 1995: 70 Akt: Arslan, 2003).

Öte yandan, Marksist yaklaşım ise medya konusunu çok daha farklı bir perspektiften ele alınır. Çoğulcu (plüralist) düşünürlerin görüşlerinin karşıtı bir yaklaşımla, medyanın nesnel gerçekliği çarpıtıp tahrif ettiğini belirtirler. Marksist geleneğin takipçisi düşünürlere göre medyanın, ön yargıdan ve baskıdan kurtulması olanaksızdır. Çünkü toplumdaki bir takım güç odakları, ki biz bu güç odaklarını “elitler” olarak adlandırmıştık, bir çok toplumsal konuda olduğu gibi medya üzerinde de etkin bir güce sahiptirler.

3. MEDYA ÜZERİNE SOSYOLOJİK BAKIŞ
İnsanların medyayı kullanma sebeplerini sosyolojik açıdan incelerken Ali Arslan’dan yararlanacağız (Arslan, 2005) :

1.    Görünürlük (Visibility): Bir çok kişi kurum ve grup için halkın karşısına çıkmak, halka görünmek, eski tabirle “arzı endam edebilmek” hayati önem taşır. Bunlar ancak varlıklarını geniş halk kitlelerine duyurabildikleri ölçüde etkili olabilirler; kendilerine taraftar toplayıp varlıklarını sürdürebilirler. Bunu yapabilmek içinde medyaya muhtaçtırlar. Medya, böylesi kişi kurum ve gruplara, çok geniş dinleyici ve izleyici kitlelerine en etkili ve en kestirme yoldan ulaşabilme olanaklarını sunar. Bu olanaklar özellikle politikacılar, siyasi partiler ve baskı grupları açısından çok büyük bir önem taşır.

2.    Bilgilendirme (İstihbarat - Information): Medya çevresi açısından aynı zamanda
çok önemli bir bilgi ve haber kaynağı olma konumuna da sahiptir. Bu durum, özellikle de baskı grupları için çok büyük bir önem taşır. Davies’in de belirttiği gibi (1985: 181), ister
görsel, ister işitsel, isterse yazılı olsun bütün araçları ile medya böylesi kişi, grup ve
kuruluşlar için zengin bir data hazinesi gibidir. Onlar ilgi ve ihtiyaçlarına cevap verecek, işlerine yarayacak hikaye, görüş, mektup, fotoğraf, haber, ... gibi bir çok veriye bu kaynaktan ulaşabilirler.

3.    Kamuoyu-Ortam Oluşturma (Climate): Baskı grupları, toplumda kendi
görüşlerine uygun atmosfer oluşturmak, toplumsal ortamı kendi görüşlerine paralel
doğrultuda değiştirebilmek için medyaya ihtiyaç duyarlar. Böylesi kişi ya da gruplar için, bu türden toplumsal atmosfer ve kamuoyu gözünde olumlu izlenim (pozitif imaj) oluşturmak, popülerliklerini arttırmak, halkın sempatisini kazanmak büyük bir gereksinimdir.
Oluşturabildikleri kamuoyu gücü sayesinde, ya da arkalarına kamuoyunun desteğini
alabildikleri ölçüde varlıklarını sürdürebilirler.

4.    Tepki-Karşı Tepki Verebilme (Reactive response): Söz konusu kişi, grup ya da
kurumlar bazı durumlarda, örneğin kendileri ile ilgili veya kendi ilgi ve faaliyet alanlarına
giren konularda bir haber ya da bilgi yayınlandığında, acilen tepki vermek gibi bir
zorunlulukla karşı karşıya kalabilirler. Böylesi durumlarda, medya ile iyi ilişkilere sahip
bulunmak onlar için paha biçilmez bir kıymet taşır,

5.    Etkileme (Influence): Medya, aynı zamanda karar verme süreci üzerinde oldukça
önemli bir etkileme gücüne sahiptir. Karar vericiler ve hükümet üzerinde baskı oluşturma ve
onları etkileme gücü sayesinde, alınan kararlar üzerinde dolaylı ya da doğrudan önemli roller
oynar.

6.    İçerik (Content): Çeşitli gruplar lobi faaliyetleri ile medya üzerinde doğrudan bir
baskı oluşturarak, medya çıktılarının (iletilerin) içeriğini etkilemeye çalışabilirler. Grant’ın da
vurguladığı gibi (1995: 89), medya aracılığıyla tanıtım ve propaganda yapabilmek, bu tür
grup ya da kurumlar için, hedefledikleri amaçlara ulaşabilmelerinde çok büyük önem taşır.
Toplumsal ve siyasi eylemlerinde ulaşacakları başarı, büyük ölçüde bu tür çabalarındaki
başarılarına bağlıdır. (Grant, 1995: 84-88)

4. MEDYANIN SİYASİ ETKİLERİ

Medya günümüz siyasetindeki rolünü her gün artırmaktadır. Sosyal medya kullanılarak örgütlenen hareketler Arap Baharı’nı ortaya çıkarmıştır. Günümüzde, iktidar mücadelesinde (Arslan, 2004-c) ve seçim yarışında başarılı olabilmek için, medyanın gücünden yararlanmak neredeyse olmazsa olmaz bir zorunluluk gibidir.
Sosyal Medyanın Arap Baharı üzerindeki etkilerini görmek için Ezgi Eldoğan’dan yararlanacağız (Eldoğan, 2012):
Tunus’ta Muhammed Bouazizi’nin zabıtanın müdahalesinden sonra valilik önünde kendini yakması ile başlayan ve internette “Polise yasemin verelim” sloganı ile yayılan protestolara verilen ilk isim Arap Baharı değildir. Zeynel Bin Abidin’i iktidarından eden bu sürece Tunus’ta “Yasemin Devrimi” adı verilmiştir.
Tunuslular, Facebook ve Twitter başta olmak üzere sosyal paylaşım sitelerinde ve çeşitli bloglarda “Polise yasemin verelim” sloganıyla yola çıkarak, çiçekli bir devrim harekâtına girişmişlerdir. Ülkelerinin sembolü olan “yasemin çiçekleriyle” özdeşleştirdikleri başkaldırılarını, 27 günlük sokak eylemleriyle birlikte 23 yıldır iktidarda bulunan Devlet Başkanı Zeynel Bin Abidin Ali’yi devirerek Suudi Arabistan’a kaçmak zorunda bırakmışlardır. (Polat, 2011) Daha sonrasında Tunus’ta başlayan bu isyanlar ön ayak olmuş ve bir ay sonra Cezayir’e sıçrayan ve sonrasında domino taşı etkisiyle yayılan isyanlar başlamıştır. Bu isyanların genel adı Arap Baharı olmuştur. Başkaldırılar da sosyal medyanın önemi bu slogan ile başlamıştır ve demokratikleşme sürecinde etkisini iyiden iyiye olumlu veya olumsuz bir şekilde göstermiştir.
Tunus’ta otoriteye karşı ortaya çıkan başkaldırı başladıktan sonra sosyal medya devreye girerek insanların tepkilerini aktarma ve organize olmalarına ön ayak olma noktasına getirmesi durumu söz konusu olmuştur. Bu neden ile sosyal medya araçları açısından Tunus’a çok bir etkisi olmamıştır. Çünkü Arap Baharı’ndan önce Tunus’ta sosyal medyanın kullanımı yasaklanması ya da kısıtlanması durumu vardı. Oysaki, Mısır’da Arap Baharı öncelerinden sosyal medya aracılığı ile isyan bayrakları çekilmiştir.
Arap Baharı süresince sosyal medyanın en etkili olduğu yer Mısır olmuştur. 2008 yılında yapılan istatistiklere göre Mısır’da üç yüz bin blog vardır ve bunlardan on bin tanesi de siyasi içeriklidir. Bu nedenle burada gerçekleşen eylemlerin alt yapısı daha sağlamdır. Sosyal medyanın kullanımına en iyi örnek 6 Nisan Hareketi’dir.[1] Halkı seferber eden grup bunu blog kullanımı ile sağlamıştır. İsyan sonrasında blog yazarlarından birinin yaptığı röportajda; “çağrılarından sonra olayların büyük neticelere varacağını kendilerinin bile düşünmediğini” söylemesi sosyal medyanın aracı görevini açık bir şekilde göstermiştir.

[1] 2010-2011 Yasemin Devrimi'nin öncülüğünde, 25 Ocak 2011'den beri Mısır'da devam eden, halkı mevcut yönetime karşı seferber olmaya çağıran sokak gösterileri, protestolar ve sivil itaatsizliklerin bütünüdür. Gösteriler ve isyanların polis şiddeti, olağanüstü hâl, işsizlik, asgari ücretleri azaltma isteği, barınma eksikliği, yiyecek sıkıntısı, yolsuzluklar, ifade özgürlüğünün kısıtlanması ve kötü hayat koşulları üzerine başladığı rapor edildi.


Medya kuruluşlarının Arap Baharı’nda etkisi olmadığını söylemek yanlış olur. Bu bakımdan Katar merkezli bir haber kanalı olan El-Cezire’nin isyanlar sırasındaki tutumuna ele almak gerekir. Arap Baharı süresinde El-Cezire’nin ülkeler içindeki isyanları –yanlı veya yansız- şekilde iletmesi sosyal medyanın küresel ortamdaki yayılmacılığını çok net bir şekilde ortaya koymuştur. İstanbul'da düzenlenen Türk-Arap medya zirvesinde konuşan Mısırlı gazeteci Ahmad Al Sheikh, "El Cezire olmasaydı Arap Baharı 15 yıl gecikirdi." demesi; medyaya yüklenen “devrimci” profili göstermektedir.

Arap baharı cereyan etmeden önce Mısır’da, iktidarın ve baştaki idarecilerin onay vermedikleri uygulamalarını sosyal medya araçlarını kullanarak tartışmaya başladıkları anlaşılmaktadır. Örneğin; emniyet kuvvetlerinin evlere biraz da zorlama baskınlar düzenleyebilmesi, şüphelenilmenin dahi gözaltına alınmak için yeterli olması, gözaltında iken işkencelerin yani temel hak ve özgürlüklere zarar getirecek uygulamaların gerçekleşmesi, bu ortamlarda paylaşılmış ve tartışılmıştır. Hatta bazı işkence görüntüleri Youtube’a da yüklenmiştir. Mısır’daki bir başka blog yazarı şöyle söylemektedir: “Muhalif blog yazılarımdan sonra işsiz bırakıldım. Bunun üzerine evimdeki her şeyi sattım ancak bir tek şeyi satmam; bilgisayarımı.” Bir başka muhalif blog yazarı;”Yazılarımdan dolayı gözaltına alındım, iki gün süren işkence gördüm, bana neden Gazze’ye gittiğim, Müslüman Kardeşler ya da Hamas’ın üyesi ya da sempatizanı olup olmadığım soruldu.” demektedir. Anlaşılan odur ki; Mısır’da blog yazarları Arap Baharı’ndan önce çoktan rejimin altını oymaya başlamışlardı. Dolayısıyla Arap Baharı’nın fikri zemininin hazırlanmasında Mısır’da sosyal medyanın etkisi fazla olmuştur denebilir.(Tekek, 2011) Bu anlamda bölgede yaşananların öncesi ve sonrası için en güncel sosyal medya kullanım istatistikleri için verilere bakmak gerekmektedir. Söz gelimi Mısır’da son altı ay içerisinde Facebook kullanıcı sayısı 5.5 milyondan 8.5 milyon civarına ulaşmıştır.

Libya’da ise, tam tersi bir durumdan söz etmek mümkündür. Sosyal medyanın buradaki etkinliği var olamadan önlenmiştir. Libya hakkında söylenebilecek tek etkinin lider Kaddafi’nin linç ediliş görüntülerinin çekimi ve bütün dünyaya yayılmasıdır. Libya’da olayların yoğun yaşandığı 2011’in ilk aylarında 600.000 yeni kullanıcısı olan Twitter’ın, son bir kaç ay içerisinde bu rakam 100 000’in altına düşebilmiştir.

Bahreyn’de, 2011’de meydana gelen ve Sünni iktidarı Şii çoğunlukla karşı karşıya getiren ayaklanmaların nedeni baskılar ve ayrımcılıktır. Uluslararası arenada Suriye ile aynı anda cereyan eden isyanlar nedeni ile buradaki var olan mevcut durum pek konu olmamış ve de sosyal medya burada etkisini gösterememiştir.

Arap Baharı’nda sosyal medyanın kısıtlı kullanılabildiği yer Suriye olmuştur. İktidarın inatçı tutumu ile birlikte cep telefonu ile kayda geçmiş birkaç görüntü haricinde sosyal medyanın varlığından söz etmek pek mümkün değildir. Çekilen görüntüler de belirsiz cadde ve sokaklarda Suriye ordusunun ve güvenlik güçlerinin, muhalifler ile olan çatışmaları ve uygulanan kötü muameleleri gösterebilmiştir. Suriye yönetimi sosyal medyayı sadece propaganda yapmak için kullanmaktadır. Bunun en güzel örneği Suriye Güvenlik Güçleri’nden bazı şahısların ölüm görüntülerini izletmesidir.

      Yine aynı şekilde, medya bireylerin siyasi tutum ve davranışlarını, özellikle de oy verirken siyasi tercihlerini çok ciddi boyutlarda etkileyebilecek bir güce sahiptir. Bu konuda önemli araştırmalara imza atmış bir araştırmacı olan Rivers (1982; Akt: Arslan, 2004-d), Amerikan medyasını “ikinci hükümet” (second government) olarak nitelendirir. Haber medyası, yalnızca bireylerin siyasi yönelimlerini etkilemekle kalmaz aynı zamanda, siyasi karar verme mekanizması, siyasi liderler ve hükümet üzerinde de çok etkin bir baskı gücü oluşturur. Rivers’ın da vurguladığı (1982, 213: Arslan 2004-d) gibi, hükümet politikaları şekillendirilirken, diğer bazı toplumsal güçler gibi medya da, yönlendirici ve şekillendirici bir güç olarak önemli roller oynar. Ülkemizde 1980’li ve 1990’lı yıllarda yaşanan siyasi ve toplumsal olaylar hatırlandığında bu konu çok daha anlaşılır bir hal alacaktır.


5.MEDYANIN ŞİDDET OLGUSU ÜZERİNE ETKİLERİ

Teknolojik gelişme ve değişmeye paralel olarak kitle iletişim araçları da o nispette birey üzerinde etkisini artırdı. İnternet ve çevrimiçi teknolojiler günümüz dünyasının en popüler iletişim araçları olarak günlük yaşamın vazgeçilmezleri arasında yerini aldı. Kitle iletişim araçları dediğimiz karmaşık yapı içinde hiç şüphesiz en önemli yeri medya dolduruyor. Bugün bireyi neredeyse yediden yetmişe en çok etki altına alan internet, televizyon, sinema, gazete ve cep telefonu gibi iletişim araçlarıdır. Bu araç ve gereçler ne ölçüde doğru, zamanında ve yerinde kullanılıyorsa bireyin beden ve ruh sağlığına faydalı, aksi durumda ise o nispette zararlı olmaktadır. Medyada artan şiddet içerikli haber, reklam ve filmler çocuklar ve gençlerdeki saldırgan davranışları artırmaktadır. Medya, çocukların yaşantısında örgün eğitimden daha fazla etkili olmaktadır. Mama reklamları, anne sütü alma oranlarını düşürmekte, reklamlarda çocukların kullanılması tüm ailede psiko -sosyal sorunlara yol açabilmektedir. Teknolojinin gelişmesi ile kitle iletişim araçları hayatımızın hemen her alanına girmiş, özellikle genç nüfus üzerinde düşünce ve davranışlara yön veren en etkili araç haline gelmiştir. Son yıllarda yapılan araştırmalar, nüfusun yarıdan fazlasını oluşturan 18 yaş altı çocukların ve gençlerin gelişmelerden olumsuz etkilendiğini göstermektedir. Yapılan 3 bin 500′den fazla bilimsel araştırmada medyadaki şiddet ile saldırgan davranışlar arasında ilişki olduğu gösterilmiştir. Şiddet konusunu medya abartıyor. Toplumun genelinde şiddet ne kadarsa okullarda da o kadar şiddet var. Eğitimcilerin en çok şikâyet ettiği konulardan biri de televizyonlarda yayınlanan şiddet içerikli mafya dizileri. Mafya dizileri şiddeti özendiriyor ve zımnen teşvik ediyor. 3 bin 500 denek üzerinde yapılan bir araştırma çocukların yüzde 15′inin çeşitli suçlara bulaştığını gösteriyor. (Doğan, 2011)


KAYNAKÇA
ASTIZ, C.A. (1969), “Pressure Groups and Power Elites in Peruvian Politics”, London: Cornell
    UP.

ARSLAN, A. (2001), “Türk Medya Elitleri: Bir Durum Tespiti”, Sosyoloji Araştırmaları
    Dergisi, S: 8, Kış 2001, SS.: 135-164.

ARSLAN, A. (2003)  “Medyanın Toplumsal Gücü“,  Tokat,     
    http://ilef.ankara.edu.tr/id/yazi.php?yad=2356 (E.T: 10.03.2013)

ARSLAN, A. (2004), “Türkiye’de Medya Sektörünün ve Medya Çalışanlarının
Sorunları”, “İş-Güç” Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi, cilt: 6, Sayı: 1, 2004,
    http://www.isguc.org/arc view.php?ex=187,


ARSLAN, A. (2004-a), “Medya-Politika İlişkisi Üzerine Sosyolojik Bir Değerlendirme”,
    Uluslararası    İnsan    Bilimleri    Dergisi,
    http://insanbilimleri.com/makaleler/siyaset bilimi/Medya Politika Iliskisi.htm

ARSLAN, A. (2004-b), “Turkish Political Elites (Türk Siyasi Elitleri)”, International
    Journal of Human Sciences, Political Science,
    http://www.insanbilimleri.com/en,


ARSLAN, A. (2004-c), “Türk İktidar Seçkinleri”, Kırgızistan Kommersiyalık
    Enstitüsü, Akademik Bakış, Türk Dünyası Celalabad İşletme Fakültesi Sosyal Bilimler
    Dergisi, Sayı: 3, SS.: 1-9,
    http://www.tdcif.org/a view.php?pg=arc view&ex=13

ARSLAN, A. (2004- d), “Medya – Politika İilişkisi Üzerine Sosyolojik Bir
    Değerlendirme”, Uluslararası İnsan Bilimleri  Dergisi,   Tokat,
    http://insanbilimleri.com/makaleler/siyaset bilimi/Medya Politika Iliskisi.html

ARSLAN, A (2005) “Türkiye’de Medya- Toplum İlişkisi ve Medyanın
    Profesyonellik Etiği Üzerine Sosyolojik Bir Değerlendirme” , Uluslararası Hakemli    
    Sosyal Bilimler E-Dergisi, S:5

BARRETT & Braham (1995), Media, Knowledge and Power, London: Routledge.

DAVIES, M. (1985), Politics of Pressure, London: BBC Publications.

DOĞAN, S (2011), “Medyanın Şiddetle İmtihanı”
    http://www.myfikirler.com/medyanin-siddetle-imtihani.html E.T: 10.03.2013

ELDOĞAN, E. (2012), “Sosyal Medyanın Arap Baharı Üzerindeki Etkisi”     http://www.turksam.org/gencbakis/a2780.html E.T : 10.03.2013

POLAT, E. (2011) “Tunus`un İkinci Yasemin Devriminin Düşündürdükleri“                                                                                   
    http://www.tasep.org/default.asp?s=yd&id=114#.UB2K7k0aPD8  E.T: 10.03.2013

RİVERS, W.L. (1982), The Other Government: Power and the Washington Media, New York:
Universe Books.

TEKEK, M (2011) “Sosyal Medya ve Arap Baharı”, Genç Orsam, Ankara
http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=2964 E.T: 10.03.2013

12 EYLÜL 1980 ASKERİ DARBESİ

GİRİŞ

12 eylül darbesi Türkiye’nin tarihine sürülen kara bir lekedir. Bu dönemde halk ekonomik sıkıntılar çekmiş, çeşitli işkenceler mağdur kalmıştır. İlerlemekte olan Türkiye adeta durdurulmuştur. Darbenin gerekçeleri olarak siyasi iktidarsızlık, güvenlik sorunları gibi nedenler gösterilmiştir. Asker darbe yapmak için ortamı hazırlamış daha sonra ise çeşitli gerekçelerle darbeyi yapmıştır. Şimdi Türkiye’ye sürülen bu kara lekeyi daha yakından inceleyelim.
 

12 EYLÜL DARBESİ


   12 Eylül harekatı 20. Yüzyılın 4. Harekatıdır.  Bütün darbelerde baş aktör nerdeyse aynıdır, çekirdek ittihat ve terakki cemiyetidir.
   12 eylül darbesi Türkiye’de yeni bir dönemin başlangıcını temsil etmektedir. Esas itibariyle bu dönem 1970’li yıllarda yaşanan birikim rejimi krizinin ve sınıflar mücadelesinin bir sonucu olarak görülebilir. Aslında 1980 darbesi 1971 darbesinin başarısız bir provasıda denebilir. 12 eylül osmanlıdan bu yana modernleşmenin mimarı ve baş aktörü olmuş olan ordunun yaptığı en şiddetli ve en acı darbedir. Oysa 1908 yılında Mustafa Kemal Atatürk, Samsun’a çıkmadan önce şunları söylemişti: “Ufukta tehlike bulutları görüyorum. Ordunun siyasete karışması işi artık bitmelidir. Asker kışlasına, siyasetçi siyaset sahnesine dönmezse, her şey mahvolur... Oysa bizimkiler...” (Öymen; 1986,sy9) Peki bu söze rağmen orduya darbeyi yaptırmak zorunda kalan nedenler nelerdi?
   Olaylar zinciri ilk olarak taksimde 1 mayıs işçi bayramını kutlamak için toplanan kalabalığın taranarak 34 kişinin öldürülmesiyle başladı . 6 Nisan 1978’de Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoloğlu’nun evine bomba gönderildi. Zaten gergin olan ortam Hamit Fendoloğlu’nun öldürülmesiyle iyice gerildi. Başkanın Adalet Partili olması nedeniyle bunun sol gruplar tarafından yapıldığı düşüncesiyle halk ayaklandı. Sağ ve sol çatışmaları Alevi-sünni çatışmalara dönüşmüştü ve alevilere yönelik çok şiddetli saldırılar olmuş ve bir çok sol görüşlü alevi vatandaşımız öldürülmüştür. 3 Ekim 1978’de MHP’li Recep Haşatlı’nın oğlunun öldürülmesine misilleme olarak 4 Ekim günü iki sol genç öldürülmüştür. 9 Ekim’de ise bahçelievler katliamı olarak bilinien acı olay yaşanmıştır. O dönemde kürt sorunu ile ilgili ilk sinyaller gelmeye başlamış ve 27 kasım 1978’de PKK terör örgütü kurulmuştur. 19 aralık 1978 tarihinde ise çok acı bir olay olan 120 civarı alevi vatandaşımızın öldürülmesi ve yaklaşık 5000 insanın yaralanmasına yol açan maraş katliamı yaşanmıştır. Bu olay 12 eylül öncesi belkide olayların çığrından çıkmasına neden olan olaydır. “Kahramanmaraş olayları sadece ülkeyi değil, bunca yıl terör içinde yaşanmasına rağmen, fazla ilgi duymayan batı ülkelerini de ilk defa kaygıya düşürmüştü.” (Birand; 1984,sy68). 1 şubat 1979’da Abdi İpekçi suikastı yaşanan olayların üstüne ortamın daha da gerilmesine neden olmuştur. “Abdi İpekçi’nin öldürülmesi olayı, terörün en ılımlı çevrelere de el attığının en belirgin simgesi olmuştu” (Birand;1986, sy75). 27 Bu olaylar sonucunda 13 ilde sıkıyönetim ilan edilmiş ve artık halk darbeyi beklemeye başlamıştır. Yaşana tüm bu olaylar sonucunda türkiye bir ekonomik krize girmiştir. Yaşanan bu ekonomik sıkıntılar nedeniyle uzun süre direnen IMF sonunda yardım etmeyi kabul edecek fakat bu yardım Ecevit hükümetini kurtarmayacaktır. Bu yılda güncel siyasal nedenlerle öldürülen insanların sayısı ortalama 20’yi bulmuştur. 12 Eylül 1980 tarihinden önce 26 Aralık 1978’de Maraş olayları nedeniyle Adana, Ankara, Bingöl, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Gaziantep, İstanbul, Kars, Malatya, Kahramanmaraş, Sivas ve Şanlıurfa’dan oluşan 13 ilde, yine şiddet olayları nedeniyle 26 Nisan 1979’da Adıyaman, Diyarbakır, Hakkari, Mardin, Siirt ve Tunceli’de, 20 Şubat 1980’de Hatay ve İzmir’de 20 Nisan 1980’de Ağrı’da olmak üzere toplam 22 ilde sıkıyönetim ilan edildi. Ancak Sivas ve Erzincan’da 26 Şubat 1980 ve 20 Nisan 1980 tarihlerinde sıkı yönetim kaldırıldı. Buradan da anlaşıldığı gibi bu olaylar toplumu bir iç kaosa sürüklemiştir ve ülke, devlet içindeki derin yapıların yönlendirmesiyle yönetilemez bir hale getirilmek istenmiştir. Güvenlik güçlerinin etkin olarak görev yapması engellenmiş ve güvenlik güçleri bazı olaylarda kullanılmıştır.
   Bu ortamda Genelkurmay Başkanı Kenan Evren’den ilk açık uyarı 3 Mart 1979’da gelmiştir. CHP ve AP arasında bir uzlaşmanın sağlanamamış olması darbeye zemin hazırlayan bir başka etken olmuştur. 29 aralık 1979’da ise Kenan evren darbenin sinyallerini Fahri Korutürk’e gönderdiği mektupla vermiştir. O mektubun ön yazısı şöyledir.
Sayın cumhurbaşkanım
   ülkemizin içinde bulunduğu ortamda devletimizin bekasıi milli birliğin sağlanması, halkın can ve mal güvenliğinin temini için anarşi, terör ve bölücülüğe karşı parlamenter demokratik rejim içerisinde anayasal kuruluşların ve özellike siyasi partilerin, Atatürkçü milli bir görüşle  müştereken tedbirler ve çareler araması kaçınılmaz bir zorunluluk olarak görülmektedir.
   Milli Güvenlik Kurulu’nun muhtelif toplantılarında bu konuda alınan kararların muhalefete mensup siyasi partilerin kısır tutum ve davranışları yüzünden olumlu sonuçlara götürülemediği yüksek malumlarıdır.
   Kuvvet Komutanları ile beraber yaptığım son gezilerimde, ordu ve kolordu komutanı seviyesindeki generaller ve amirallerle görüşmelerimde, milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu dönemde, süratle bir sonuca ulaşabilmek için gerekli müştereken tespiti amacıyla tüm anayasal kuruluşlar ve siyasi partilerin bir kere daha uyarılması bütün komutanlarca müştereken dile getirildi.
  Bu karar ışığında TSK’nın görüşlerini milli güvenlik kurulu başkanı olarak zat-ı alilere sınuyorum
  Gereğini yüksek takdirlerinize arz ederim
  Saygılarımla. (Ilıcak;2012,sy26)
 
   Bu mektupla ordunun artık ciddi bir darbe hazırlığı içerisine girdiğini görüyoruz.
Ayrıca bu dönemde bir başka sorunda cumhurbaşkanın seçilememesi sorunudur. Meclisde arası bozuk olan CHP ve AP’nin tavırları nedeniyle TBMM cumhurbaşkanı seçmekten aciz kalmıştır. Bundan dolayı cumhurbaşkanlığı görevini vekaleten meclis başkanı olan Cüneyt Arcayürek yapmıştır.

   Batıda da Türkiye’de bir darbe yapılması isteniyordu. Bunu US armed Forces dergisinin haziran 1980 sayısındaki şu sözlerden anlıyoruz: “... Türkiye’deki gelişmeler öyle bir noktaya gelmiştir ki, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin müdahalesinden başka bir çıkış noktası görülmemektedir. Türk Silahlı Kuvvetleri müdahale edecek, ancak gelişmeleri uzun vadede ordu da düzeltemeyecektir” (Birand; 1984,sy198).

   Harekat  11 Eylül 1980 günü saat 16:00’da başlamak üzeredir. Saat 17:00’da vekaleten cumhurbaşkanlığı görevini yürüten İhsan Sabri Çağlayangil’le görşümek için Köşk’e gelen genelkurmay Başkanı Kenan Evren, hiç bir şey belli etmemiş ve gündemi kısaca değerlendirdikten sonra aceleyle operasyou başlatmak için köşk’ten ayrılmıştır.(Birand; 1984,sy274-276). Gece saat 01:00’da operasyon başlamış tanklar heryeri sarmıştır.Saat 03:59’da Türkiye Radyoları (TRT) İstiklal Marşı’nın çalınmasıyla yayına başladı. Saat 04:00’da “Türkiye son 20 yıl içerisinde üçüncü defa ‘İleri, Türk ileri’ marşıyla” uyandırılıyordu(Birand;1984,sy287).  Mesut Mercan, Kenan Evren’in kaleme aldığı darbe bildirisini okuyordu.

        Yüce Türk milleti;
Büyük Atatürk’ün bize emanet ettiği ülkesi ve milletiyle bir bütün olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti son yıllarda izlediğimiz gibi dış ve iç düşmanların tahriki ile varlığına, rejimine ve bağımsızlığına yönelik fikri ve fiziki haince saldırılar içindedir...
...Atatürkçülük yerine irticai ve diğer sapık ideolojik fikirlerle, üretilerek sistemli bir şekilde ve haince ilkokullardan üniversitelere kadar eğitim kuruluşları, idari sistemi, yargı organları, iç güvenlik teşkilatı, işçi kuruluşları, siyasi partiler ve nihayet yurdumuzun en mahsur köşelerindeki yurttaşlarımız dahi saldırı ve baskı altında tutularak bölünme ve iç harbin eşiğine getirilmişlerdir...
...Vatandaşların sükunet içinde radyo ve televizyonları başında yayınlanacak bildirileri izlemelerini ve bunlara tam uymalarını ve bağrından çıkan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne güvenmelerini beklerim...
   Saat 05:00’dan itibaren sokağa çıkma yasağı uygulandı. Türkiye o gün darbeyle uyanmıştı.
12 Eylül sonrasında belediye başkanlarından kaymakamlara kadar herkes görevden alındı ve yerlerine askeri atamalar gerçekleştirildi. Meclis dağıldı ve tüm yetki Milli Güvenlik Konseyinde toplandı. Tüm sendikal faaliyetler durduruldu. Grevler yasaklandı, ücretler donduruldu, Türk-iş hariç tüm sendika, dernek ve siyasi partiler kapatıldı, DİSK’in tüm malvarlığına el kondu. 650 bin kişi gözaltına alındı. 1 milyondan fazla kişi fişlendi. 517 kişi idam cezasına çarptırıldı. Bunların 50’si asıldı.

   Darbeyi yapanlar anayasal düzeni ortadan kaldırmışlardır. Anayasanın 4,5 ve 6. Maddelerinde belirtildiği gibi millete ait olan egemenlik yine milletin verdiği vergilerle alınmış olan silahlarla elinden alınmıştır.

   Bir çok kişi cezaevlerine alındı ve akla hayale gelmeyecek işkencelere maruz bırakıldılar. Mahkumlara dışkı ve parçalanmış fare yedirilmiş, genç mahkumlara tecavüz edilmiştir. Mahkumlara elektrik şoku verilmiş, veremli mahkumların balgamlarını alınıp diğer mahkumlarada yedirilmiştir. Mahkumlar çırılçıplak soyundurulup üzerlerine kurt köpekleri salınmıştır. Bunlar son günlerde yayınlanan 12 Eylül İddianamesinde tanıkların  anlattıkları bazı işkence yöntemleridir. Tüm cezaevlerinde aynı yöntem işkencelerin uygulanması, işkencelerin bu dönemde cezaevlerinde bilinçli bir şekilde uygulandığının göstergesidir.

   11 Eylül günü akan kanlar 13 Eylül günü durdu. Çatışmalar sona erdi. Bu durum darbe öncesi askerin görevini yerine getirip getirmediğinin sorgulanmasına yol açtı.

   12 Eylül döneminin en önemli gelişmelerinden biriside 1961 anayasasının kaldırılarak yeni bir anayasa hazırlanmasıydı. Bu yeni anayasa halkın oyuna sunularak kabul edildi. Halkın büyük çoğunluğu (%91) bu yeni anayasaya evet oyu vererek kabul edildi. Yeni anayasasın bu kadar yüksek çoğunlukla kabul edilmesinin sebebi rejim muhalifi insanların hapislerde olması veya yurtdışına kaçmasından dolayıdır. Ayrıca referandum öncesi asker bu yeni anayasanın aleyhinde yazı yazmayı ve konuşmayı yasaklamış ve sadece lehine propogandalara izin verilmiştir. Referandumda mavi renk hayır, beyaz renk ise evet demekti. Oy pusulaları şeffaf olduğu için mavi oy kullananların açığa çıkacağından dolayı halkta bir korku ve endişe vardı. Hatta mavi rengi referandumda hayır oyuna denk geldiği için gazetelere sansür uygulanmıştır. Halk bu renkten dolayı bile baskı görmüştür:“’Sen suçlusun’…Derdini anlatmaya gelen okurumuz bu sesleniş karşısında şaşırdı. Ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilemez durumda sadece ‘ama niye’ diyebildi. Gazeteci arkadaşımız aynı ciddiyetle bu kez de ‘Gözleriniz mavi. Bu açıkca bir suç işaretidir. Karşılığını verdi.’”(Cemal;1986,sy30). 1982 anayasası kamuoyunun serbestçe oluştuğu demokratik bir ortamda engelliyordu.

   Anayasanın büyük çoğunlukla kabul edilmesinin bir başka nedeni ise açık oy-gizli sayım sistemi uygulanmış ve istenmeyen bir kararın önüne geçileceği açıkca belirtilmiştir.

   12 Eylül darbesi’nin tüm bu düzenlemeler dışında çok daha önemli bir anlamı vardır. Yavaş yavaş siyasete aktif olarak katılan Türk halkına, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin isteği dışında bir değişiklik yapılamayacağı gösterilmiş oldu. Türk halkı 12 Eylül karşısında çaresiz bir şekilde tepkisiz kalmakla bu dönemde syasal ahlak erozyonuna uğramıştır. Uzun süredir verilen mücadeleler bir gecede yok olmuştur. Halkın 12 eylül’le beraber siyasetle bir şeyleri değiştirebileceği inancı son bulmuştur.

   Halk 6 Kasım 1983 günü askeri yönetime son verecek ve kendisini yönetecek olan hükümeti belirlemek çin yeniden sandık başına gitti. Bu seçimler Türkiye’de siyaset sahnesine yeni bir ismi koymuş oldu: Turgut Özal.

   Sonuç olarak 12 Eylül darbesi, siyasi partilerin ve sendikaların kapatılması, inanılmaz ağır ve haksız cezaların verilmesi ile askeri diktatörlük tanımını dolduruyordu. Sözde Atatürkçü olan bu kimseler vatandaşı siyasetten ve devletten soğutmuş, inanılmaz caılar çektirmiştir. Bugün kendi devletimizin haklı olduğu konularda bile ona destek vermeyen bir nesil türetmişlerdir. 12 Eylül bir felakettir. Kenan Evren’in darbe sonrası yaptığı konuşma ise trajikomiktir:” Evlatlarım, Hiçbir zaman asker olduğunuzu unutmayın. Bu yaşlarda sakın ola ki, politika ile uğraşmayın… Ne zaman ki bir ordu politikanın içine girmiştir, o ordu yavaş yavaş disiplinini kaybetmeye ve yavaş yavaş çökmeye başlamıştır… Onun içindir ki, bizim yaptığımız harekatı kendinize sakın ola ki, misal olarak almayınız ve sakin ola ki, politikaya karışmayınız.” (Birand;1984,sy19)
 

KAYNAKÇA
Birand, M.(1984) 12 Eylül saat 04:00, İstanbul; Karacan Yayınları
Cemal,H.(1986) Demokrasi Korkusu, İstanbul; Bilgi Yayınevi
Ilıcak,N (2012) 12 Eylül kazanında bir gazeteci, İstanbul; Doğan Kitap
Cumhuriyet (12.10.1982) Mavi Gözlü suçlu Hanım, (www.cumhuriyet.com.tr) (09.03.2013)
Öymen,Ö(1986)  Bir İhtilal Var, İstanbul; Milliyet Yayınları
Cumhuriyet Başsavcılığı(2011) 12 Eylül iddianamesi (www.hukukum.com) (10.03.2013)
Ordu Yönetime El Koydu, Hürriyet, 12.10.1980, s:1.

QNET vb Network Marketing Kuruluşlarının Çalışma Sistemleri Hakkında

İnternet üzerinden para kazanma fikri günümüzde çok revaçta.İnsanların artık büyük bir çoğunluğu vaktini bilgisayar ve internet başında geçirdiğinden bu vaktin nakte çevirilebileceği fikri elbette insanların hoşuna gidiyor.Lakin anlatılanlar ve gösterilen yöntemler hiç sanıldığı gibi gerçek ve basit değil.Emeksiz ve sermayesiz zengin olma fikri tabiki kulağa hoş geliyor ve insanları bu duygu üzerinden etkilemek bu işi yürütenler için kolay oluyor.Qnet ve benzeri Network Marketing kuruluşları da genellikle ihtiyaçları ve hayalleri büyük ancak sermayesi küçük üniversite öğrencileri için doğru bir yolmuş gibi gözüküyor.İnanmak başarmaktır hikayeleriyle önce kişiler kazanılıyor ve gençlik enerjisinin bu işe aktarılması sağlanıyor.Daha önceden Saadet Zinciri fikriyle karşımıza çıkan bu yöntem kişiler arası kazanç ağı modeliyle işliyor.Ürünü satan firma hem malını satmak için pazarlamacı parası ödemiyor hemde ürünü sattırdığı kişilere çok az komisyon veriyor, gerçekten çok akıllıca bir sistem.Ben bu yazıda bizzat şahit olduğum bir kaç hadiseyi nakletmek istiyorum belki bu işe kalkışmak isteyen arkadaşların fikir edinmesini sağlar diye.Üniversitede bir kaç arkadaşım Qnet kuruluşuna girdiler ve sınıfımızdaki bütün arkadaşları bu kuruluşa sokmak için hergün telefonlarla ve yüzyüze görüşerek toplantılarına davet ettiler.Çünkü bu kuruluşa ne kadar çok kişi sokarsan onlara o kadar ürün satıyorsun ve kazanç ağı modelinde senin bi alt ağına giriyor o kişinin sattıği ürünlerden de komisyon alıyorsun.Qnet te olan arkadaşlarımız gerçekten sınıfımızda birkaç kişiyi ikna etmeyi başardılar ve ikna ettikleri kişiler eş dost akrabalarından 2bin-3bin tl toparlayıp onlarda Qnet'e ve sisteme dahil oldular.İlk başta bu arkadaşlarımız büyülenmiş gibilerdi.İşte efendim bir süre sonra artık altına yeteri kadar insan aldığından oturduğun yerden 50-60 bin tl para kazanıyormuşsun hatta facebook hesabında son model arabayla fotoğrafı olan birinin profil fotoğrafını açıyorlar ve bu arkadaşta Qnet'te. 2 sene önce girmiş şimdi kimseyi Qnet'e dahil etmesede 60 bin tl her ay hesabına yatıyor  falan gibi hikayeler.İnanmak herşeydir.İnanınca herşeyi başarabilirsin.Facebook'uda 1 kişi kurdu milyonlara ulaştı biz 6-7 kişi bi ekibiz binlere mi ulaşamayacağız gibi özgüveni yüksek laflar arkadaşları tesir altına almıştı.Sonra o arkadaşlardan bazıları okulda derece olmalarına rağmen bu mesele yüzünden okula gelmemeye başladılar ve tüm işleri güçleri bu mesele olmuştu daha önce de belirttiğim gibi zengin olma hayaliyle büyünlenmiş gibi duruyorlardı.Sabahtan akşama kadar bi Cafe'de oturup ikna etmeye çalıştıkları insanlara bilgisayardan sunum yapıyorlar notlar falan tutuyorlar çok ciddi birer pazarlamacı gibi işlerinde samimi davranıyorlardı gerçekten, ama bunun ne kadar gülünç olduğunu ancak dışarıdan bu olaya bakan farkedebiliyor.Arkadaşlarımızdan biri sınıfımızda müthiş geleceği olan bi meslekte derece olmasına rağmen artık derslere gelmiyordu aradan 5-6 ay geçti ben o arkadaşı ara ara şehir merkezinde kendi başına düşünceli düşünceli gezerken görüyordum.Sonra o arkadaş ciddi manada psikolojik sorunlar yaşadı, ailesi şehre gelip arkadaşı okuldan aldı ve söyledikleri şey: oğlumuzun sağlığı hiçbirşey den önemli değil. Bu acı tablo dışarıdan bakıldığında aşikardı ancak müthiş hayallerle bu oluşuma giren insanlar kandırıldıklarına inanmak istemiyorlardı ve eş dosttan topladıkları o paranın sıkıntısı da kendilerini geriyordu haliyle.Zor bir durum.Network Marketing meseleleriyle uğraşacak arkadaşlara bir fikir olması vesilesiyle anllatığım bu hadise herkes için böyle olmayabilir.Gerçekten kazanan insanlarda vardır ancak kazanan insanların kazanabilmesi için bahsettiğim arkadaş gibi hayal kırıklığına uğrayacak bir çok arkadaşı sisteme dahil etmesi gerekiyor ve bu konu hakkında söylenecek tek bir söz var: Yükselmenin en alçakçası başkalarının sırtına basarak yükselmektir. 

8 Eylül 2013 Pazar

TÜRKİYE’NİN GELECEKTEKİ TOPLUMSAL YAPISI



Özet : Bu makalede öncelikle Türkiye’de süregelen nüfus hareketlenmelerini,  batı toplumlarında artan yaşlı nüfusun Türkiye’de nasıl şekillendiğini ve ileride nasıl bir hal alacağını istatistiklerle değerlendireceğiz. Sonrasında ülkede mevcut olan ekonomiyi, ekonominin yoksulluk üzerindeki etkisini inceleyeceğiz. Ülkedeki temel bilimler üzerine yapılan çalışmaların derecesini gözden geçirip gelecekte bu çalışmaların ne gibi getiriler sağlayacağını öngörmeye çalışacağız. Daha sonra Türkiye’deki enerji durumlarını inceledikten sonra yapılan projelerin ileride Türk toplumu üzerindeki etkisini ele alacağız. Son olarak ise ülkedeki eğitim seviyesini ve eğitim konusunun ileriki yıllarda nasıl bir yol izleyeceğini göreceğiz.
 Türkiye’de    Nüfus Hareketlenmeleri
Nüfus ülkelerin gelişimi açısından büyük önem arz etmektedir. Özellikle iş gücünün yani istihdam edilmeye müsait üretim yapabilecek durumda olan nüfusun varlığı bir ülke için gelecek adına önemli bir şekilde güven kazandırabilir. Bunun yanı sıra genç nüfus ve iş gücü ülkelerin geleceğe yönelik ne tür bir politika izleyeceği hususunda da tartışılmaz bir etkendir. Bu yüzden devletler nüfus artışını kendi kontrolleri altında tutmaya çalışmaktadır. Bunu sağlamak için de ellerinde çeşitli verilerle nüfusu bir düzene sokmaya çalışmakta ve nüfus projeksiyonları belirlemektedirler.
   ‘’ Mevcut nüfus eğilimlerinin tespit edilmesi ve bu eğilimlerin devamı halinde gelecekteki nüfus yapısı hakkında kestirimlerde bulunulması daha sağlıklı politikalar üretilmesini sağlar. Nüfus projeksiyonlarının bir tahmin değil, mevcut nüfus eğilimlerinin devam etmesi veya benzer süreçleri daha önce yaşamış ülkelerin eğilimlerinin analiz edilerek bu eğilimlerin yansıtılması durumunda nüfusun gidişatını gösteren bir uygulama olduğu göz ardı edilmemelidir.
Sonuncusu 2008 yılı Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) ve 2008 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması sonuçlarına göre yapılan nüfus projeksiyonları, kayıt sistemlerinden elde edilen doğum ve ölüm verilerinde meydana gelen gelişmeler ve ADNKS’den elde edilen göç istatistikleri serisi oluşması ve ulusal ve uluslararası ihtiyaçları karşılamak amacıyla güncellenmiştir. Projeksiyonlara ilişkin çalışma, ilgili üniversite ve kurumlardan katılımcıların da içerisinde bulunduğu bir çalışma grubu
tarafından yürütülmüştür.
2012 y
ılı ADNKS sonuçları baz alınarak yapılan nüfus projeksiyonları, Türkiye toplamı ve 81 il için üretilmiştir. Türkiye için tek yaşlarda 2075 yılına kadar projeksiyon yapılmıştır. Ülkemizde büyük ihtiyaç duyulan il projeksiyonları ilk kez resmi düzeyde üretilmiş olup, bu haber bülteni ile kamuoyu ile paylaşılmaktadır. Tüm illerin 2013-2023 yılları arasındaki nüfus değişimleri, mevcut nüfus olaylarının eğilimleri analiz edilerek projekte edilmiş ve tüm iller için nüfus projeksiyonları üretilmiştir. Ayrıca, farklı doğurganlık düzeylerine göre nüfus projeksiyonları da yapılmıştır.’’ (TÜİK,2013)
TÜİK’in yaptığı araştırmalara göre ülkemizin nüfusu 100. Yılımızda 84 47 2088 kişi olacaktır. 2050 yılında yaklaşık 93 milyon civarında olacak ve bu en yüksek değer olacaktır. 2050’den sonra nüfusumuz azalacak 2075 yılında yaklaşık 89 milyon vatandaşımız olacaktır. Böylece şu an nüfus bakımından dünyada 18. sırada iken 2075 yılında 24. Sıraya gerilemiş olacağız.
TÜİK’e göre Türkiye nüfusunda yaşlı nüfus oranı 2023 yılında %10,2’ye yükselecektir
Şu an ülkemizde 5 milyonu aşkın yaşlı insan yaşamaktadır. Ülkemizde 65 yaş ve üzerindekiler yaşlı olarak adlandırılmaktadır. Bu nüfus şu an toplam nüfusun %7,5’ine tekabül etmektedir. Ancak 2023 yılında nüfusun 8,6 milyon kişiye, oranın ise %10,2 ye çıkması öngörülmektedir. 2050’de 19,5 milyonla %20,8’e, 2075’te 24,7 milyonla %27,7’ye ulaşacaktır. Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre Türkiye’nin şu anda 30,1 olan ortanca yaşı 2023’te 34’e 2050’de 44, 2075’te 46 olacaktır. Ayrıca İstanbul nüfusu şu an yaklaşık 14 milyon iken 2023 yılında yaklaşık 17 milyon olacaktır.
Türkiye yaşlı nüfusa, batı toplumlarına nazaran daha büyük saygı duyuyor
Gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olan ülkelerde yaşlılar kendilerini giderek yalnız hissetmeye başlıyor. Ailenin göstermiş olduğu yardım gittikçe azalmaktadır. Sanayileşmenin getirmiş olduğu köyden kente göç, gençlerin evden erken yaşta ayrılmaları, kadınların iş hayatında yerini almasıyla beraber geniş aile yapısı kaybolmuş, yerini çekirdek aile yapısı almış ve aile içi ilişkiler büyük oranda azalmıştır. Bu yüzden yaşlıların evde bakılması arka plana atılmış devlet eliyle yaşlıların ihtiyaçlarını karşılamak kurumsal bakım alanları oluşturulmuştur. Huzurevi adı verilen bu kurumlara her geçen gün gelen yaşlı sayısı artmaktadır. Türkiye’de batılı ülkelere nazaran yaşlıların huzurevlerine bırakılması daha az sayıda olmasına rağmen ülke nüfusuna ve huzurevlerine bırakılan yaşlı nüfusa göre huzurevi sayısı yetersizdir. Ülkemizde yaşlı bakımı ile ilgili hizmetlerden biri de evde bakımdır. Özellikle huzurevinde kalmasına mani olacak hastalıklara, depresyon ve yabancılaşma gibi ruhsal çöküntülere sahip olan yaşlılara uygulanan bu hizmetin geliştirilmesi yönünde çalışmalar devam etmektedir.

SHÇEK bünyesinde yapılan evde bakım ödemeleri 21.04.2009 tarihi itibari ile tüm Türkiye genelinde 146.698 kişiye ulaştırılmakta iken bugün 360.000 kişiyi geçtiği ifade edilmektedir. Evde bakıma muhtaç bireyi olan kişiye bir asgari ücret tutarında ücret ödemesi yapılmaktadır. Bakıma muhtaç bireylerin en önemli grubunu yaşlıların oluşturduğu da açıktır.

TÜBİTAK, önümüzdeki 20 yıllık süreçte, nüfusun giderek yaşlanması ile birlikte yaşlılığa özgü hastalıkların artması ve evde bakım olgusunun gündeme geleceğini, hasta bakımı, izlenmesi, tedavisi ve rehabilitasyonunun yaygın olarak hastane dışında ve evde yapılacağını ve Büyükşehir belediyesi olan kentlerin, evde bakım hizmetlerini vermelerini ve finansmanının, sosyal sigorta tarafından karşılanması önerisini Vizyon 2023 Teknoloji Öngörüsü Projesi Raporu’nda ortaya koymuştur.

TÜİK verilerine göre  2050’de ortalama çocuk sayısı kadın başına 2,5 olursa, 2075’te toplam nüfus 119 milyon olacaktır

Türkiye 2050 yı
lında kadın başına ortalama 2,5 çocuğa ulaşırsa, 2075 yılında nüfusu 119 milyon olacaktır.

Türkiye’nin doğurganlık hızında yaşanacak değişimin nüfus büyüklüğüne, yaş yapısına ve diğer demografik süreçlere etkisi temel projeksiyon senaryosu (Senaryo 1) haricinde 2 farklı senaryo ile incelenmiştir. Bu senaryolar arasındaki temel farklılık yıllar itiba
riyle kadın başına düşen ortalama çocuk sayısındaki değişimdir. Bu senaryolar:

Senaryo 1 (Temel Senaryo): Toplam doğurganlık hızının doğal akışı içinde azalıp 2050 yılında 1,65’e düştüğü ve 2050 yılından sonra artışa geçip 2075 yılında 1,85’e ulaştığı doğurganlık senaryosu.

Senaryo 2: Toplam doğurganlık hızının, 2020 yılında 2,11’e, 2050 yılında 2,5’e ulaşacağını ve 2075 yılına kadar sabit kalacağını varsayan kademeli artan doğurganlık senaryosu.

Senaryo 3: Toplam doğurganlık hızının 2050 yılına kadar kademeli olarak 3’e ulaşacağını ve 2075 yılına kadar sabit kalacağını varsayan artan doğurganlık senaryosu. (TÜİK,2013)
Ayrıca doğum konusunda da toplumumuz hayli bilinçlenmişe benziyor. Kadınların tamamına yakını artık doğum öncesi doğum sonrası bakımlarını sağlık personelinden almaktadırlar. Doğumlarını da sağlık personelinden yararlanarak gerçekleştiriyorlar. Sağlık personeli bilgisi ışığında yapılan bu dikkatler kadınların eğitim düzeyiyle doğru orantılıdır. Ayrıca şehirdeki kadınlar kırsaldakilere oranla bu konuda daha hassas davranmaktadır.            
                                                                                          
Türkiye'de yoksulluk oranı düşüyor
Cari  satın alma paritesine göre kişi başı 2,15 ve 4,3 dolar sınırına göre yoksulluk oranlarına bakıldığında bu oran gittikçe azalmaktadır. 2,15 sınırı dikkate alındığında 2002 yılında %3,04 olan fert yoksulluk oranı 2006 yılında %1,41 2011 yılında ise %0,14’e inmiştir. 4,3 dolar sınırına göre ise 2002 yılında 30,30 2006 yılında 13,33 2011 yılında ise 2,79 oranlarında fert yoksulluk oranları tespit edilmiştir. (TÜİK,2012) İlerleyen yıllarda da gelişmesi beklenen Türkiye ekonomisinin bu oranları düşürmesi beklenmektedir. 100. yılında ekonomik açıdan en güçlü ilk 10 ülke arasına girmeyi hedefleyen Türkiye’nin bu yönde çeşitli politikalar izlemesi öngörülmektedir. Bunun sonucunda da Türkiye’de günümüzde meydana gelen suç oranlarının azalması, işsizlik sorununun önemli ölçüde çözülmesi ve refah düzeyinde gözle görülür  bir artış meydana gelmesi hedeflenmektedir. Avrupa ülkelerinin yanı sıra ABD’de Türkiye üzerine bir çok yatırım yapmaktadır. Batıda bazı kesimler arasında İslamcı olarak görülen ve bu yüzden pek de olumlu yaklaşılmayan ülkeye aynı kesimler tarafından yatırım ve proje ortaklığı teklifleri yapılmaktadır. Türkiye’nin dünyanın en zengin ekonomik birliği olan AB üyeliğine girişi – AB’nin GSYH’sı ABD’ninkinden büyüktür – ikincil bir öneme sahiptir artık çünkü Avrupa ile mevcut ticari bağları muazzam düzeydedir. Türkiye ekonomisi geçen yılın ortalarında yüzde 11 oranında büyüdü. Seneyi bu hızla kapatmayacaktır ama galiba 2010 yılında Avrasya kara parçasının Batı ucundaki en hızlı büyüyen ekonomisine sahip olacaktır.
Büyümenin büyük bir kısmı AB ile ticaretinden geliyor. Türkiye ticaretinin yüzde 44’ü AB iledir. Kesin sayıların elde olduğu 2007 yılında, AB ülkeleri Türkiye’ye 16.4 milyar dolar yatırım yaptı. Bu miktarda paralar İslamcı ülkelere akmaz özellikle de çıkaracak petrolü olmayanlara. (Michael Goldfarb, 2011)
Türkiye’nin hedeflerine ulaşması için temel bilimlerde önemli adım atması gerekiyor
1980’de 1,500 dolar olan kişi başına düşen milli gelir, 2011’de 10,500 dolara çıktı. 2023 yılında hedeflenen milli gelir rakamı ise kişi başına 25,000 dolar. Şu anda hedef olan dünyanın ilk 10 ekonomisi içine girmek için Türkiye’nin temel bilimlerde ilerlemesi şart. Tekstil, hazır giyim, elektronik eşya, otomotiv gibi pazar kapasitesi yüksek piyasalarda rakiplerini geride bırakması için farklı olması, hizmetindeki ve malındaki kaliteyi hat safhada tutması gerekmektedir. Türkiye, refah düzeyi yüksek bir toplumsal yapı oluşturmak için temel bilimler açısından kaliteli bir eğitim vererek halkını eğitim seviyesi yüksek bir topluma dönüştürmelidir.
Öncelikle bioteknoloji alanında kendini çok iyi geliştirmelidir.Otomotiv sektöründe istikrarlı adımlar atmalıdır. Diğer ilk 10 ekonomi arasında bulunan ülkelere bakıldığında AR-GE merkezlerindeki araştırmalara çok önem verdikleri gözlenmektedir. Türkiye de proje üretimine öncelik vermeli bilişim yönünden diğer devletlerle yarışabilecek seviyeye gelmelidir.
Ancak Türkiye için bu durum pek iç açıcı gözükmüyor. Temel bilimlerde yetersiz olan Türkiye ilerleyen yıllarda da zaten kötü olan durumunu daha da geriye götüreceğe benziyor. Özellikle ülkede mevcut olan Boğaziçi, ODTÜ, Bilkent gibi ülkedeki diğer üniversitelere nazaran daha kaliteli olan bu okullarda temel bilimler bölümüne giren öğrencilerin, üniversiteye giriş sınavlarındaki başarısı gözle görülür bir şekilde azalmıştır. ODTÜ fizik bölümüne giren öğrencilerin başarı sıralaması 2008’de 34 binken 2011 yılında 64 bin olmuştur. Bilkent matematik bölümündeki ortalama başarı sıralaması 2008’de yaklaşık 8 binden 2011’de 27 bine kadar düşmüştür.En gelişmiş ekonomi olan ABD’de, temel bilim bölümlerinden mezun olan öğrenciler Apple, Microsoft ve Intel gibi şirketlerde “bilim-insanı” olarak çalışmaya başlıyor, Türkiye’deki mezunlar ise “ne iş olsa” yapmak durumunda kalmaktadır. (ACAR, Ozan 2012)
Özel sektörün temel bilimlerden mezun olan öğrencilere yeteri kadar istihdam sağlamaması devlete büyük ölçüde yük bindirmektedir. Devlet hem kendisi olarak bu tür bölümlerden mezun olanlara istihdam sağlamalı hem de özel sektörü bu yönde teşvik etmelidir. Tersini düşündüğümüzde Türkiye gelecek yıllardaki hedeflerini ertelemek zorunda kalabilir.                                                                         

Türkiye enerji konusunda gelecek vaat ediyor                                                                       
Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı (TANAP) Projesi Türkiye’ye enerji konusunda çok yardımcı olacağa benziyor. TANAP’la beraber Azerbaycan kendi gazını yine kendi boru hattıyla beraber Avrupa’ya satmaya hazırlanıyor. Azerbaycan bu projeyle ilk defa kendi boru hattıyla dışa satım yapmış olacak. Bunu yaparken de Türkiye’ye transit hizmet için ücret ödemek zorunda kalacak. Bu projenin Türkiye’ye diğer bir ekstrası ise ülkenin enerji konusunda daha da bağımsızlık kazanması olarak değerlendiriliyor. Şu an Rusya ve İran doğal gazına bağımlı olan Türkiye bin metreküpüne 585 dolar talep eden İran’dan ve bin metreküpüne 400 dolar talep eden Rusya’dan gaz satın alıyor. Doğal gazın uluslararası piyasada normal fiyatı bin metreküpüne yaklaşık olarak 400 dolara tekabül ediyor. Türkiye’nin şu anda en uyguna aldığı doğalgaz nin metreküpü 330 dolar olarak satan Azerbaycan. Zaten ucuz bir fiyata aldığımız doğalgazın bu projeyle birlikte fiyatının daha da azalması bekleniyor. Türkiye’yi gaz bağımlılığından kurtaracak olan bu projenin 6 yılda tamamlanması düşünülüyor. Azerbaycan TANAP’la Avrupa’ya bir yılda 16 milyar metreküp gaz satacak. Türkiye’ye ulaşacak olan gaz miktarı 6 milyar metreküp olacak, gazın diğer kısmı ise Avrupa’ya aktarılacak. Ülkemizde giderek artan doğalgaz pahalı şikayetleri bir nebze olsun hafifleyecek gibi gözüküyor.                                                                                                                                   
                                                                                                                                                                   
Fosil enerji kaynaklarından daha fazla verim almak için yeni yatırımlar hedefleniyor
Türkiye fosil enerji kaynaklarından en çok kömür, petrol ve doğalgaz rezervlerine sahiptir. Ancak rezervlerin büyüklükleri sınırlıdır ve üretim ihtiyacını karşılama açısından yetersizdir. Linyit fosil enerji kaynakları arasından bu kapsamanın dışında kalmaktadır. Diğer fosil enerji kaynakları üretim yapılamamasından dolayı değerlendirilmeyi beklemektedir. Kömür çeşitlerinden olan taş kömürü en çok Zonguldak yöresinde bulunmaktadır. Ancak 1970’dan itibaren yapılan taş kömürü üretimi ihtiyaca cevap verememektedir ve ihtiyaca cevap verememesinden dolayı ithal edilmektedir. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı öngörüsüne göre 2020 yılında 148.9 milyon taş kömürü ithalatı yapılacaktır.
Linyite gelince, 1997 üretimi 57 387 000 ton olmuştur. 2000 yılında 65 milyon ton dolaylarına çıkmış, 2010 yılında ise 108 milyon ton civarında üretilmiştir. 2020 yılında ise 199 miilyon tona çıkarılması hedeflenmektedir. Ancak hedeflenen üretimin nasıl yapılacağı konusunda herhangi geçerli bir fikir geliştirilememiştir. Yeni projelere göre yapılacak yatırımlar realize edilememektedir.
Diğer bir fosil enerji kaynağı olan asfaltit rezerv bakımından en çok olduğu Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde  bulunmaktadır. Ancak asfaltitin rezervleri kısıtlıdır. Bu yüzden üretimi çok sayıda değildir. Farklı amaçlar için kullanılması planlanılmaktadır. Bu yüzden termik santral yakıtı olarak kullanılması düşünülmektedir.
Diğer yandan ülkemizde bitümlü şeyller yatakları da vardır. Ancak bitümlü şeyllerin üretimi ve tüketimi yoktur. Aslında termik santral yakıtı veya sentetik petrol hammaddesi olarak kullanılabilir. Fakat ısıl değeri düşük, işletilmesi güç ve kül oranları yüksek olduğu ,için pek tercih edilmemektedir. Şu an potansiyel yakıttır.
Petrolyıllardır enerji ithalatında Türkiye’nin en çok önem verdiği kaynaklardan biridir. Önceleri petrolü arama ve işlteme faaliyetinde bulunan şirketler tamamıyla yabancı firmalardı. Şimdilerde ise Türk firmaları darekabete dahil olmuştur. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın planlamalarına göre petrol ithalatı 2000 yılında 35 milyon ton 2010 yılında 50 milyon ton dolaylarında olmuştur. 2020 yılında ise petrol ithalatının 75 milyon ton civarında olması tahmin edilmektedir.
Türkiye’de Güneydoğu ve Trakya bölgelerinde doğalgaz üretim alanları vardır. Türkiye 1997 yılında 253 215 832 metreküp yerli doğalgaz üretmiştir. Ancak yetersiz olması nedeniyle dış ülkelerden doğalgaz ithal etmektedir. Türkiye2nin doğalgaz talebi 2000 yılında yaklaşık 20 milyon metreküp, 2010 yılında yaklaşık 55 milyon metreküp olmuştur. 2020 yılında ise öngörülen talep 80 milyon metreküp düzeyindedir.
Yine Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na göre sanayi sektörünün enerji talebi 2000 yılında %29,8, 2010 yılında %33 olmuş ve tahmin edilen 2020 ve 2025 yılı enerji talebi sırasıyla %40 ve %42’dir.
Türkiye’nin gelecekte yerli enerji üretimin toplam talebi karşılama oranı pek de iç açıcı değildir.2025 yılına yaklaşırken yerli üretimin toplam enerji talebini karşılama oranı %35’den %25’ düşmesi tahmin edilmektedir.
Türk yükseköğretimi
Türk yükseköğretimi çok büyük ve sürekli çözümlere direnen sorunlara sahiptir. Tanzimatın hemen arkasından, 1863 yılında Darülfünün kurulmuştur. 1900’ e kadar beş defa açılıp kapanmıştır. Cumhuriyet zamanında 1933’te üniversite reformu yapılmıştır. 1946, 1960, 1973, 1981’de olmak üzere beş defa düzenlemeye gidilmiştir. 1933, 1946 ve 1981 düzenlemeleri ‘reform’ olarak adlandırılmaktadır. Ancak bu hareketlenmelere karşı bulunan bir kesim mutlaka olmuştur. görülmüştür (Günay, 2006; Gür & Çelik, 2011; Tuncay, 1983). Bu tarihlerden günümüze kadar da çeşitli düzenlemeler yapılmıştır. Ancak ülke hedeflediği seviyeye bir türlü çıkamamıştır.  Şu anda ise Türkiye yükseköğretimin üç temel vizyonu olan eğitim vizyonu, araştırma vizyonu ve Kamu Hizmeti (Servis) Vizyonu üzerinde   Avrupa Konseyinin bu üç temel vizyon üzerine sarfettiği  ifadeleri  dikkate alarak çalışmalarına devam etmektedir.
Türk Yükseköğretiminin Geleceğe Dair Planları YÖK  ‘Türkiye’nin Yükseköğretim Stratejisi’ adlı raporda 2010 yılından itibaren 5’er yıllık periyodlar ile bazı hedefler Belirlemişti. (YÖK, 2007).  2025 yılı için ortaya konan hedeflerin önemli bir kısmı, kontenjan artışları ve üniversite sayısındaki artışlar, 2011 yılı itibariyle başarıya ulaşmıştır. Raporda, yükseköğretimdeki toplam öğrenci sayısı, 2025 yılında 3380000 civarında, ve 19-22 yaş grubu göz önüne alınarak hesaplanan yükseköğretim brüt okullaşma oranı %65 olarak olarak öngörülmüştü. 2011 yılı itibarıyle bu sayılar sırasıyla, 3817086 ve %72 olarak gerçekleşmiştir. (YÖK, 2007)
Ayrıca lisansüstü eğitim gören öğrenci sayısındaki hedeflere 2011 yılında ulaşılmıştır. Ancak öğretim elemanlarında istenilen sayıta henüz ulaşılamamıştır. Yükseköğretime yeniden şekil verilirken eğitimi bütünüyle göz önünde bulundurmak gerekir. Ancak bu şekilde toplumun yapısına önemli etkiler kazandırılabilinir. Bir ülkenin refah düzeyi ve rekabet gücü, iyi yetişmiş beşeri sermayesi, bilim ve teknoloji üretme kapasitesi ile bağlantılıdır. Bu bağlamda yükseköğretim yerel, ülkesel ve küresel boyutlar birlikte göz önüne alınarak konumlandırılmalı ve yapılandırılmalıdır. (Küresel) yükseköğretim dünyasını iç içe geçmiş, yerel, ülkesel ve küresel (tüm dünyayı kapsayan) kürelerden oluşmuş bir yapıda tasavvur edebiliriz. Bu amaçla yerel, ülkesel ve küresel hedefleri aynı vizyon içine yerleştiren veya aynı eksene yönlendiren bir yükseköğretim stratejisi çizilmelidir. (Journal of Higher Education and Science, 2011)





Kaynakça

Acar, Ozan. (2012), Temel Bilimlerin 2023 Hedefleri İçin Anlamı Nedir? http://www.tepav.org.tr/tr/kose-yazisi-tepav/s/3524 Erişim Tar. 01.03.2013
 Ek S. (2007), Geriatri hizmetleri üzerine genel bir değerlendirme Ankara ili örneği. Hastane işletmeciliği dalı Yüksek Lisans Tezi. Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler  Enstitüsü, İşletme Anabilim Dalı
Goldfarb, M. (2011),  ’’Washington Türkiye’yi Yanlış okuyor’’, Globalpost, Çeviren: M. Alpaslan Balcı, (10 Ocak 2011),
Günay, D. (2006). ‘’Türkiye’nin Üniversite Sorunu’’, Bilimsel Düşünce Dergisi, 3 (7-20)
Gür, B. S. & Çelik, Z. (2011). YÖK’ün 30 Yılı. Ankara, Seta Raporu
Pala, C. , E. Engür 1998, ‘’Petrol ve Doğalgaz Boru Hatlarının Bugünü, Geleceği  ve Türkiye’nin Genel Stratejisi’’, Enerji Dünyası, Sayı 20-21, Dünya Enerji konseyi Türk Milli Komitesi, Ankara
Tuncay, M. (1983). Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi (Cilt 3, ss. 680-688). İstanbul,  İletişim Yayınları.
Ültanır, M.Ö. (1998), 21. Yüzyıla Girerken Türkiye’nin Enerji Stratejisinin Değerlendirilmesi, TÜSİAD, Ankara
Yağcıoğlu, R. (2012), ‘’Sağlıklı Yaşlanma ve Sosyal Hizmetler’’ www.turkishfamilyphyscian.com  (02.01.2012),  Erişim Tar. (27.02.2013)
Energy World Dergisi, (2013) ‘’Türkiye Enerjide Bağımsız Hale Gelecek’’ http://www.energyworld.com.tr/root.vol?title=-quotturkiye-enerjide-bagimsiz-hale-gelecek-quot&exec=page&nid=504249  (08.02.2013) Erişim Tar. (26.02.2013)
Journal of Higher Education and Science, (2011), Cilt 1, Sayı 3; ss.113-121
TÜİK, (2013), www.tuik.gov.tr , Erişim Tar. (27.02.2013)
Türkiye Sanayi sevk ve İdare Enstitüsü, (2002) “ 2023 Dünyasında Türkiye Çalışma Raporu”, Tübitak Vizyon 2023, Teknoloji Öngörüleri Projesi, Kocaeli http://www.tubitak.gov.tr/tubitak_content_files/vizyon2023/mm/Ek9.pdf.  Erişim Tar. (02.03.2013)
Yükseköğretim Kurulu. (2007). Türkiye’nin Yükseköğretim Stratejisi ,  YÖK. Ankara