21 Eylül 2013 Cumartesi

12 EYLÜL 1980 ASKERİ DARBESİ

GİRİŞ

12 eylül darbesi Türkiye’nin tarihine sürülen kara bir lekedir. Bu dönemde halk ekonomik sıkıntılar çekmiş, çeşitli işkenceler mağdur kalmıştır. İlerlemekte olan Türkiye adeta durdurulmuştur. Darbenin gerekçeleri olarak siyasi iktidarsızlık, güvenlik sorunları gibi nedenler gösterilmiştir. Asker darbe yapmak için ortamı hazırlamış daha sonra ise çeşitli gerekçelerle darbeyi yapmıştır. Şimdi Türkiye’ye sürülen bu kara lekeyi daha yakından inceleyelim.
 

12 EYLÜL DARBESİ


   12 Eylül harekatı 20. Yüzyılın 4. Harekatıdır.  Bütün darbelerde baş aktör nerdeyse aynıdır, çekirdek ittihat ve terakki cemiyetidir.
   12 eylül darbesi Türkiye’de yeni bir dönemin başlangıcını temsil etmektedir. Esas itibariyle bu dönem 1970’li yıllarda yaşanan birikim rejimi krizinin ve sınıflar mücadelesinin bir sonucu olarak görülebilir. Aslında 1980 darbesi 1971 darbesinin başarısız bir provasıda denebilir. 12 eylül osmanlıdan bu yana modernleşmenin mimarı ve baş aktörü olmuş olan ordunun yaptığı en şiddetli ve en acı darbedir. Oysa 1908 yılında Mustafa Kemal Atatürk, Samsun’a çıkmadan önce şunları söylemişti: “Ufukta tehlike bulutları görüyorum. Ordunun siyasete karışması işi artık bitmelidir. Asker kışlasına, siyasetçi siyaset sahnesine dönmezse, her şey mahvolur... Oysa bizimkiler...” (Öymen; 1986,sy9) Peki bu söze rağmen orduya darbeyi yaptırmak zorunda kalan nedenler nelerdi?
   Olaylar zinciri ilk olarak taksimde 1 mayıs işçi bayramını kutlamak için toplanan kalabalığın taranarak 34 kişinin öldürülmesiyle başladı . 6 Nisan 1978’de Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoloğlu’nun evine bomba gönderildi. Zaten gergin olan ortam Hamit Fendoloğlu’nun öldürülmesiyle iyice gerildi. Başkanın Adalet Partili olması nedeniyle bunun sol gruplar tarafından yapıldığı düşüncesiyle halk ayaklandı. Sağ ve sol çatışmaları Alevi-sünni çatışmalara dönüşmüştü ve alevilere yönelik çok şiddetli saldırılar olmuş ve bir çok sol görüşlü alevi vatandaşımız öldürülmüştür. 3 Ekim 1978’de MHP’li Recep Haşatlı’nın oğlunun öldürülmesine misilleme olarak 4 Ekim günü iki sol genç öldürülmüştür. 9 Ekim’de ise bahçelievler katliamı olarak bilinien acı olay yaşanmıştır. O dönemde kürt sorunu ile ilgili ilk sinyaller gelmeye başlamış ve 27 kasım 1978’de PKK terör örgütü kurulmuştur. 19 aralık 1978 tarihinde ise çok acı bir olay olan 120 civarı alevi vatandaşımızın öldürülmesi ve yaklaşık 5000 insanın yaralanmasına yol açan maraş katliamı yaşanmıştır. Bu olay 12 eylül öncesi belkide olayların çığrından çıkmasına neden olan olaydır. “Kahramanmaraş olayları sadece ülkeyi değil, bunca yıl terör içinde yaşanmasına rağmen, fazla ilgi duymayan batı ülkelerini de ilk defa kaygıya düşürmüştü.” (Birand; 1984,sy68). 1 şubat 1979’da Abdi İpekçi suikastı yaşanan olayların üstüne ortamın daha da gerilmesine neden olmuştur. “Abdi İpekçi’nin öldürülmesi olayı, terörün en ılımlı çevrelere de el attığının en belirgin simgesi olmuştu” (Birand;1986, sy75). 27 Bu olaylar sonucunda 13 ilde sıkıyönetim ilan edilmiş ve artık halk darbeyi beklemeye başlamıştır. Yaşana tüm bu olaylar sonucunda türkiye bir ekonomik krize girmiştir. Yaşanan bu ekonomik sıkıntılar nedeniyle uzun süre direnen IMF sonunda yardım etmeyi kabul edecek fakat bu yardım Ecevit hükümetini kurtarmayacaktır. Bu yılda güncel siyasal nedenlerle öldürülen insanların sayısı ortalama 20’yi bulmuştur. 12 Eylül 1980 tarihinden önce 26 Aralık 1978’de Maraş olayları nedeniyle Adana, Ankara, Bingöl, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Gaziantep, İstanbul, Kars, Malatya, Kahramanmaraş, Sivas ve Şanlıurfa’dan oluşan 13 ilde, yine şiddet olayları nedeniyle 26 Nisan 1979’da Adıyaman, Diyarbakır, Hakkari, Mardin, Siirt ve Tunceli’de, 20 Şubat 1980’de Hatay ve İzmir’de 20 Nisan 1980’de Ağrı’da olmak üzere toplam 22 ilde sıkıyönetim ilan edildi. Ancak Sivas ve Erzincan’da 26 Şubat 1980 ve 20 Nisan 1980 tarihlerinde sıkı yönetim kaldırıldı. Buradan da anlaşıldığı gibi bu olaylar toplumu bir iç kaosa sürüklemiştir ve ülke, devlet içindeki derin yapıların yönlendirmesiyle yönetilemez bir hale getirilmek istenmiştir. Güvenlik güçlerinin etkin olarak görev yapması engellenmiş ve güvenlik güçleri bazı olaylarda kullanılmıştır.
   Bu ortamda Genelkurmay Başkanı Kenan Evren’den ilk açık uyarı 3 Mart 1979’da gelmiştir. CHP ve AP arasında bir uzlaşmanın sağlanamamış olması darbeye zemin hazırlayan bir başka etken olmuştur. 29 aralık 1979’da ise Kenan evren darbenin sinyallerini Fahri Korutürk’e gönderdiği mektupla vermiştir. O mektubun ön yazısı şöyledir.
Sayın cumhurbaşkanım
   ülkemizin içinde bulunduğu ortamda devletimizin bekasıi milli birliğin sağlanması, halkın can ve mal güvenliğinin temini için anarşi, terör ve bölücülüğe karşı parlamenter demokratik rejim içerisinde anayasal kuruluşların ve özellike siyasi partilerin, Atatürkçü milli bir görüşle  müştereken tedbirler ve çareler araması kaçınılmaz bir zorunluluk olarak görülmektedir.
   Milli Güvenlik Kurulu’nun muhtelif toplantılarında bu konuda alınan kararların muhalefete mensup siyasi partilerin kısır tutum ve davranışları yüzünden olumlu sonuçlara götürülemediği yüksek malumlarıdır.
   Kuvvet Komutanları ile beraber yaptığım son gezilerimde, ordu ve kolordu komutanı seviyesindeki generaller ve amirallerle görüşmelerimde, milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu dönemde, süratle bir sonuca ulaşabilmek için gerekli müştereken tespiti amacıyla tüm anayasal kuruluşlar ve siyasi partilerin bir kere daha uyarılması bütün komutanlarca müştereken dile getirildi.
  Bu karar ışığında TSK’nın görüşlerini milli güvenlik kurulu başkanı olarak zat-ı alilere sınuyorum
  Gereğini yüksek takdirlerinize arz ederim
  Saygılarımla. (Ilıcak;2012,sy26)
 
   Bu mektupla ordunun artık ciddi bir darbe hazırlığı içerisine girdiğini görüyoruz.
Ayrıca bu dönemde bir başka sorunda cumhurbaşkanın seçilememesi sorunudur. Meclisde arası bozuk olan CHP ve AP’nin tavırları nedeniyle TBMM cumhurbaşkanı seçmekten aciz kalmıştır. Bundan dolayı cumhurbaşkanlığı görevini vekaleten meclis başkanı olan Cüneyt Arcayürek yapmıştır.

   Batıda da Türkiye’de bir darbe yapılması isteniyordu. Bunu US armed Forces dergisinin haziran 1980 sayısındaki şu sözlerden anlıyoruz: “... Türkiye’deki gelişmeler öyle bir noktaya gelmiştir ki, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin müdahalesinden başka bir çıkış noktası görülmemektedir. Türk Silahlı Kuvvetleri müdahale edecek, ancak gelişmeleri uzun vadede ordu da düzeltemeyecektir” (Birand; 1984,sy198).

   Harekat  11 Eylül 1980 günü saat 16:00’da başlamak üzeredir. Saat 17:00’da vekaleten cumhurbaşkanlığı görevini yürüten İhsan Sabri Çağlayangil’le görşümek için Köşk’e gelen genelkurmay Başkanı Kenan Evren, hiç bir şey belli etmemiş ve gündemi kısaca değerlendirdikten sonra aceleyle operasyou başlatmak için köşk’ten ayrılmıştır.(Birand; 1984,sy274-276). Gece saat 01:00’da operasyon başlamış tanklar heryeri sarmıştır.Saat 03:59’da Türkiye Radyoları (TRT) İstiklal Marşı’nın çalınmasıyla yayına başladı. Saat 04:00’da “Türkiye son 20 yıl içerisinde üçüncü defa ‘İleri, Türk ileri’ marşıyla” uyandırılıyordu(Birand;1984,sy287).  Mesut Mercan, Kenan Evren’in kaleme aldığı darbe bildirisini okuyordu.

        Yüce Türk milleti;
Büyük Atatürk’ün bize emanet ettiği ülkesi ve milletiyle bir bütün olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti son yıllarda izlediğimiz gibi dış ve iç düşmanların tahriki ile varlığına, rejimine ve bağımsızlığına yönelik fikri ve fiziki haince saldırılar içindedir...
...Atatürkçülük yerine irticai ve diğer sapık ideolojik fikirlerle, üretilerek sistemli bir şekilde ve haince ilkokullardan üniversitelere kadar eğitim kuruluşları, idari sistemi, yargı organları, iç güvenlik teşkilatı, işçi kuruluşları, siyasi partiler ve nihayet yurdumuzun en mahsur köşelerindeki yurttaşlarımız dahi saldırı ve baskı altında tutularak bölünme ve iç harbin eşiğine getirilmişlerdir...
...Vatandaşların sükunet içinde radyo ve televizyonları başında yayınlanacak bildirileri izlemelerini ve bunlara tam uymalarını ve bağrından çıkan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne güvenmelerini beklerim...
   Saat 05:00’dan itibaren sokağa çıkma yasağı uygulandı. Türkiye o gün darbeyle uyanmıştı.
12 Eylül sonrasında belediye başkanlarından kaymakamlara kadar herkes görevden alındı ve yerlerine askeri atamalar gerçekleştirildi. Meclis dağıldı ve tüm yetki Milli Güvenlik Konseyinde toplandı. Tüm sendikal faaliyetler durduruldu. Grevler yasaklandı, ücretler donduruldu, Türk-iş hariç tüm sendika, dernek ve siyasi partiler kapatıldı, DİSK’in tüm malvarlığına el kondu. 650 bin kişi gözaltına alındı. 1 milyondan fazla kişi fişlendi. 517 kişi idam cezasına çarptırıldı. Bunların 50’si asıldı.

   Darbeyi yapanlar anayasal düzeni ortadan kaldırmışlardır. Anayasanın 4,5 ve 6. Maddelerinde belirtildiği gibi millete ait olan egemenlik yine milletin verdiği vergilerle alınmış olan silahlarla elinden alınmıştır.

   Bir çok kişi cezaevlerine alındı ve akla hayale gelmeyecek işkencelere maruz bırakıldılar. Mahkumlara dışkı ve parçalanmış fare yedirilmiş, genç mahkumlara tecavüz edilmiştir. Mahkumlara elektrik şoku verilmiş, veremli mahkumların balgamlarını alınıp diğer mahkumlarada yedirilmiştir. Mahkumlar çırılçıplak soyundurulup üzerlerine kurt köpekleri salınmıştır. Bunlar son günlerde yayınlanan 12 Eylül İddianamesinde tanıkların  anlattıkları bazı işkence yöntemleridir. Tüm cezaevlerinde aynı yöntem işkencelerin uygulanması, işkencelerin bu dönemde cezaevlerinde bilinçli bir şekilde uygulandığının göstergesidir.

   11 Eylül günü akan kanlar 13 Eylül günü durdu. Çatışmalar sona erdi. Bu durum darbe öncesi askerin görevini yerine getirip getirmediğinin sorgulanmasına yol açtı.

   12 Eylül döneminin en önemli gelişmelerinden biriside 1961 anayasasının kaldırılarak yeni bir anayasa hazırlanmasıydı. Bu yeni anayasa halkın oyuna sunularak kabul edildi. Halkın büyük çoğunluğu (%91) bu yeni anayasaya evet oyu vererek kabul edildi. Yeni anayasasın bu kadar yüksek çoğunlukla kabul edilmesinin sebebi rejim muhalifi insanların hapislerde olması veya yurtdışına kaçmasından dolayıdır. Ayrıca referandum öncesi asker bu yeni anayasanın aleyhinde yazı yazmayı ve konuşmayı yasaklamış ve sadece lehine propogandalara izin verilmiştir. Referandumda mavi renk hayır, beyaz renk ise evet demekti. Oy pusulaları şeffaf olduğu için mavi oy kullananların açığa çıkacağından dolayı halkta bir korku ve endişe vardı. Hatta mavi rengi referandumda hayır oyuna denk geldiği için gazetelere sansür uygulanmıştır. Halk bu renkten dolayı bile baskı görmüştür:“’Sen suçlusun’…Derdini anlatmaya gelen okurumuz bu sesleniş karşısında şaşırdı. Ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilemez durumda sadece ‘ama niye’ diyebildi. Gazeteci arkadaşımız aynı ciddiyetle bu kez de ‘Gözleriniz mavi. Bu açıkca bir suç işaretidir. Karşılığını verdi.’”(Cemal;1986,sy30). 1982 anayasası kamuoyunun serbestçe oluştuğu demokratik bir ortamda engelliyordu.

   Anayasanın büyük çoğunlukla kabul edilmesinin bir başka nedeni ise açık oy-gizli sayım sistemi uygulanmış ve istenmeyen bir kararın önüne geçileceği açıkca belirtilmiştir.

   12 Eylül darbesi’nin tüm bu düzenlemeler dışında çok daha önemli bir anlamı vardır. Yavaş yavaş siyasete aktif olarak katılan Türk halkına, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin isteği dışında bir değişiklik yapılamayacağı gösterilmiş oldu. Türk halkı 12 Eylül karşısında çaresiz bir şekilde tepkisiz kalmakla bu dönemde syasal ahlak erozyonuna uğramıştır. Uzun süredir verilen mücadeleler bir gecede yok olmuştur. Halkın 12 eylül’le beraber siyasetle bir şeyleri değiştirebileceği inancı son bulmuştur.

   Halk 6 Kasım 1983 günü askeri yönetime son verecek ve kendisini yönetecek olan hükümeti belirlemek çin yeniden sandık başına gitti. Bu seçimler Türkiye’de siyaset sahnesine yeni bir ismi koymuş oldu: Turgut Özal.

   Sonuç olarak 12 Eylül darbesi, siyasi partilerin ve sendikaların kapatılması, inanılmaz ağır ve haksız cezaların verilmesi ile askeri diktatörlük tanımını dolduruyordu. Sözde Atatürkçü olan bu kimseler vatandaşı siyasetten ve devletten soğutmuş, inanılmaz caılar çektirmiştir. Bugün kendi devletimizin haklı olduğu konularda bile ona destek vermeyen bir nesil türetmişlerdir. 12 Eylül bir felakettir. Kenan Evren’in darbe sonrası yaptığı konuşma ise trajikomiktir:” Evlatlarım, Hiçbir zaman asker olduğunuzu unutmayın. Bu yaşlarda sakın ola ki, politika ile uğraşmayın… Ne zaman ki bir ordu politikanın içine girmiştir, o ordu yavaş yavaş disiplinini kaybetmeye ve yavaş yavaş çökmeye başlamıştır… Onun içindir ki, bizim yaptığımız harekatı kendinize sakın ola ki, misal olarak almayınız ve sakin ola ki, politikaya karışmayınız.” (Birand;1984,sy19)
 

KAYNAKÇA
Birand, M.(1984) 12 Eylül saat 04:00, İstanbul; Karacan Yayınları
Cemal,H.(1986) Demokrasi Korkusu, İstanbul; Bilgi Yayınevi
Ilıcak,N (2012) 12 Eylül kazanında bir gazeteci, İstanbul; Doğan Kitap
Cumhuriyet (12.10.1982) Mavi Gözlü suçlu Hanım, (www.cumhuriyet.com.tr) (09.03.2013)
Öymen,Ö(1986)  Bir İhtilal Var, İstanbul; Milliyet Yayınları
Cumhuriyet Başsavcılığı(2011) 12 Eylül iddianamesi (www.hukukum.com) (10.03.2013)
Ordu Yönetime El Koydu, Hürriyet, 12.10.1980, s:1.

QNET vb Network Marketing Kuruluşlarının Çalışma Sistemleri Hakkında

İnternet üzerinden para kazanma fikri günümüzde çok revaçta.İnsanların artık büyük bir çoğunluğu vaktini bilgisayar ve internet başında geçirdiğinden bu vaktin nakte çevirilebileceği fikri elbette insanların hoşuna gidiyor.Lakin anlatılanlar ve gösterilen yöntemler hiç sanıldığı gibi gerçek ve basit değil.Emeksiz ve sermayesiz zengin olma fikri tabiki kulağa hoş geliyor ve insanları bu duygu üzerinden etkilemek bu işi yürütenler için kolay oluyor.Qnet ve benzeri Network Marketing kuruluşları da genellikle ihtiyaçları ve hayalleri büyük ancak sermayesi küçük üniversite öğrencileri için doğru bir yolmuş gibi gözüküyor.İnanmak başarmaktır hikayeleriyle önce kişiler kazanılıyor ve gençlik enerjisinin bu işe aktarılması sağlanıyor.Daha önceden Saadet Zinciri fikriyle karşımıza çıkan bu yöntem kişiler arası kazanç ağı modeliyle işliyor.Ürünü satan firma hem malını satmak için pazarlamacı parası ödemiyor hemde ürünü sattırdığı kişilere çok az komisyon veriyor, gerçekten çok akıllıca bir sistem.Ben bu yazıda bizzat şahit olduğum bir kaç hadiseyi nakletmek istiyorum belki bu işe kalkışmak isteyen arkadaşların fikir edinmesini sağlar diye.Üniversitede bir kaç arkadaşım Qnet kuruluşuna girdiler ve sınıfımızdaki bütün arkadaşları bu kuruluşa sokmak için hergün telefonlarla ve yüzyüze görüşerek toplantılarına davet ettiler.Çünkü bu kuruluşa ne kadar çok kişi sokarsan onlara o kadar ürün satıyorsun ve kazanç ağı modelinde senin bi alt ağına giriyor o kişinin sattıği ürünlerden de komisyon alıyorsun.Qnet te olan arkadaşlarımız gerçekten sınıfımızda birkaç kişiyi ikna etmeyi başardılar ve ikna ettikleri kişiler eş dost akrabalarından 2bin-3bin tl toparlayıp onlarda Qnet'e ve sisteme dahil oldular.İlk başta bu arkadaşlarımız büyülenmiş gibilerdi.İşte efendim bir süre sonra artık altına yeteri kadar insan aldığından oturduğun yerden 50-60 bin tl para kazanıyormuşsun hatta facebook hesabında son model arabayla fotoğrafı olan birinin profil fotoğrafını açıyorlar ve bu arkadaşta Qnet'te. 2 sene önce girmiş şimdi kimseyi Qnet'e dahil etmesede 60 bin tl her ay hesabına yatıyor  falan gibi hikayeler.İnanmak herşeydir.İnanınca herşeyi başarabilirsin.Facebook'uda 1 kişi kurdu milyonlara ulaştı biz 6-7 kişi bi ekibiz binlere mi ulaşamayacağız gibi özgüveni yüksek laflar arkadaşları tesir altına almıştı.Sonra o arkadaşlardan bazıları okulda derece olmalarına rağmen bu mesele yüzünden okula gelmemeye başladılar ve tüm işleri güçleri bu mesele olmuştu daha önce de belirttiğim gibi zengin olma hayaliyle büyünlenmiş gibi duruyorlardı.Sabahtan akşama kadar bi Cafe'de oturup ikna etmeye çalıştıkları insanlara bilgisayardan sunum yapıyorlar notlar falan tutuyorlar çok ciddi birer pazarlamacı gibi işlerinde samimi davranıyorlardı gerçekten, ama bunun ne kadar gülünç olduğunu ancak dışarıdan bu olaya bakan farkedebiliyor.Arkadaşlarımızdan biri sınıfımızda müthiş geleceği olan bi meslekte derece olmasına rağmen artık derslere gelmiyordu aradan 5-6 ay geçti ben o arkadaşı ara ara şehir merkezinde kendi başına düşünceli düşünceli gezerken görüyordum.Sonra o arkadaş ciddi manada psikolojik sorunlar yaşadı, ailesi şehre gelip arkadaşı okuldan aldı ve söyledikleri şey: oğlumuzun sağlığı hiçbirşey den önemli değil. Bu acı tablo dışarıdan bakıldığında aşikardı ancak müthiş hayallerle bu oluşuma giren insanlar kandırıldıklarına inanmak istemiyorlardı ve eş dosttan topladıkları o paranın sıkıntısı da kendilerini geriyordu haliyle.Zor bir durum.Network Marketing meseleleriyle uğraşacak arkadaşlara bir fikir olması vesilesiyle anllatığım bu hadise herkes için böyle olmayabilir.Gerçekten kazanan insanlarda vardır ancak kazanan insanların kazanabilmesi için bahsettiğim arkadaş gibi hayal kırıklığına uğrayacak bir çok arkadaşı sisteme dahil etmesi gerekiyor ve bu konu hakkında söylenecek tek bir söz var: Yükselmenin en alçakçası başkalarının sırtına basarak yükselmektir. 

8 Eylül 2013 Pazar

TÜRKİYE’NİN GELECEKTEKİ TOPLUMSAL YAPISI



Özet : Bu makalede öncelikle Türkiye’de süregelen nüfus hareketlenmelerini,  batı toplumlarında artan yaşlı nüfusun Türkiye’de nasıl şekillendiğini ve ileride nasıl bir hal alacağını istatistiklerle değerlendireceğiz. Sonrasında ülkede mevcut olan ekonomiyi, ekonominin yoksulluk üzerindeki etkisini inceleyeceğiz. Ülkedeki temel bilimler üzerine yapılan çalışmaların derecesini gözden geçirip gelecekte bu çalışmaların ne gibi getiriler sağlayacağını öngörmeye çalışacağız. Daha sonra Türkiye’deki enerji durumlarını inceledikten sonra yapılan projelerin ileride Türk toplumu üzerindeki etkisini ele alacağız. Son olarak ise ülkedeki eğitim seviyesini ve eğitim konusunun ileriki yıllarda nasıl bir yol izleyeceğini göreceğiz.
 Türkiye’de    Nüfus Hareketlenmeleri
Nüfus ülkelerin gelişimi açısından büyük önem arz etmektedir. Özellikle iş gücünün yani istihdam edilmeye müsait üretim yapabilecek durumda olan nüfusun varlığı bir ülke için gelecek adına önemli bir şekilde güven kazandırabilir. Bunun yanı sıra genç nüfus ve iş gücü ülkelerin geleceğe yönelik ne tür bir politika izleyeceği hususunda da tartışılmaz bir etkendir. Bu yüzden devletler nüfus artışını kendi kontrolleri altında tutmaya çalışmaktadır. Bunu sağlamak için de ellerinde çeşitli verilerle nüfusu bir düzene sokmaya çalışmakta ve nüfus projeksiyonları belirlemektedirler.
   ‘’ Mevcut nüfus eğilimlerinin tespit edilmesi ve bu eğilimlerin devamı halinde gelecekteki nüfus yapısı hakkında kestirimlerde bulunulması daha sağlıklı politikalar üretilmesini sağlar. Nüfus projeksiyonlarının bir tahmin değil, mevcut nüfus eğilimlerinin devam etmesi veya benzer süreçleri daha önce yaşamış ülkelerin eğilimlerinin analiz edilerek bu eğilimlerin yansıtılması durumunda nüfusun gidişatını gösteren bir uygulama olduğu göz ardı edilmemelidir.
Sonuncusu 2008 yılı Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) ve 2008 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması sonuçlarına göre yapılan nüfus projeksiyonları, kayıt sistemlerinden elde edilen doğum ve ölüm verilerinde meydana gelen gelişmeler ve ADNKS’den elde edilen göç istatistikleri serisi oluşması ve ulusal ve uluslararası ihtiyaçları karşılamak amacıyla güncellenmiştir. Projeksiyonlara ilişkin çalışma, ilgili üniversite ve kurumlardan katılımcıların da içerisinde bulunduğu bir çalışma grubu
tarafından yürütülmüştür.
2012 y
ılı ADNKS sonuçları baz alınarak yapılan nüfus projeksiyonları, Türkiye toplamı ve 81 il için üretilmiştir. Türkiye için tek yaşlarda 2075 yılına kadar projeksiyon yapılmıştır. Ülkemizde büyük ihtiyaç duyulan il projeksiyonları ilk kez resmi düzeyde üretilmiş olup, bu haber bülteni ile kamuoyu ile paylaşılmaktadır. Tüm illerin 2013-2023 yılları arasındaki nüfus değişimleri, mevcut nüfus olaylarının eğilimleri analiz edilerek projekte edilmiş ve tüm iller için nüfus projeksiyonları üretilmiştir. Ayrıca, farklı doğurganlık düzeylerine göre nüfus projeksiyonları da yapılmıştır.’’ (TÜİK,2013)
TÜİK’in yaptığı araştırmalara göre ülkemizin nüfusu 100. Yılımızda 84 47 2088 kişi olacaktır. 2050 yılında yaklaşık 93 milyon civarında olacak ve bu en yüksek değer olacaktır. 2050’den sonra nüfusumuz azalacak 2075 yılında yaklaşık 89 milyon vatandaşımız olacaktır. Böylece şu an nüfus bakımından dünyada 18. sırada iken 2075 yılında 24. Sıraya gerilemiş olacağız.
TÜİK’e göre Türkiye nüfusunda yaşlı nüfus oranı 2023 yılında %10,2’ye yükselecektir
Şu an ülkemizde 5 milyonu aşkın yaşlı insan yaşamaktadır. Ülkemizde 65 yaş ve üzerindekiler yaşlı olarak adlandırılmaktadır. Bu nüfus şu an toplam nüfusun %7,5’ine tekabül etmektedir. Ancak 2023 yılında nüfusun 8,6 milyon kişiye, oranın ise %10,2 ye çıkması öngörülmektedir. 2050’de 19,5 milyonla %20,8’e, 2075’te 24,7 milyonla %27,7’ye ulaşacaktır. Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre Türkiye’nin şu anda 30,1 olan ortanca yaşı 2023’te 34’e 2050’de 44, 2075’te 46 olacaktır. Ayrıca İstanbul nüfusu şu an yaklaşık 14 milyon iken 2023 yılında yaklaşık 17 milyon olacaktır.
Türkiye yaşlı nüfusa, batı toplumlarına nazaran daha büyük saygı duyuyor
Gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olan ülkelerde yaşlılar kendilerini giderek yalnız hissetmeye başlıyor. Ailenin göstermiş olduğu yardım gittikçe azalmaktadır. Sanayileşmenin getirmiş olduğu köyden kente göç, gençlerin evden erken yaşta ayrılmaları, kadınların iş hayatında yerini almasıyla beraber geniş aile yapısı kaybolmuş, yerini çekirdek aile yapısı almış ve aile içi ilişkiler büyük oranda azalmıştır. Bu yüzden yaşlıların evde bakılması arka plana atılmış devlet eliyle yaşlıların ihtiyaçlarını karşılamak kurumsal bakım alanları oluşturulmuştur. Huzurevi adı verilen bu kurumlara her geçen gün gelen yaşlı sayısı artmaktadır. Türkiye’de batılı ülkelere nazaran yaşlıların huzurevlerine bırakılması daha az sayıda olmasına rağmen ülke nüfusuna ve huzurevlerine bırakılan yaşlı nüfusa göre huzurevi sayısı yetersizdir. Ülkemizde yaşlı bakımı ile ilgili hizmetlerden biri de evde bakımdır. Özellikle huzurevinde kalmasına mani olacak hastalıklara, depresyon ve yabancılaşma gibi ruhsal çöküntülere sahip olan yaşlılara uygulanan bu hizmetin geliştirilmesi yönünde çalışmalar devam etmektedir.

SHÇEK bünyesinde yapılan evde bakım ödemeleri 21.04.2009 tarihi itibari ile tüm Türkiye genelinde 146.698 kişiye ulaştırılmakta iken bugün 360.000 kişiyi geçtiği ifade edilmektedir. Evde bakıma muhtaç bireyi olan kişiye bir asgari ücret tutarında ücret ödemesi yapılmaktadır. Bakıma muhtaç bireylerin en önemli grubunu yaşlıların oluşturduğu da açıktır.

TÜBİTAK, önümüzdeki 20 yıllık süreçte, nüfusun giderek yaşlanması ile birlikte yaşlılığa özgü hastalıkların artması ve evde bakım olgusunun gündeme geleceğini, hasta bakımı, izlenmesi, tedavisi ve rehabilitasyonunun yaygın olarak hastane dışında ve evde yapılacağını ve Büyükşehir belediyesi olan kentlerin, evde bakım hizmetlerini vermelerini ve finansmanının, sosyal sigorta tarafından karşılanması önerisini Vizyon 2023 Teknoloji Öngörüsü Projesi Raporu’nda ortaya koymuştur.

TÜİK verilerine göre  2050’de ortalama çocuk sayısı kadın başına 2,5 olursa, 2075’te toplam nüfus 119 milyon olacaktır

Türkiye 2050 yı
lında kadın başına ortalama 2,5 çocuğa ulaşırsa, 2075 yılında nüfusu 119 milyon olacaktır.

Türkiye’nin doğurganlık hızında yaşanacak değişimin nüfus büyüklüğüne, yaş yapısına ve diğer demografik süreçlere etkisi temel projeksiyon senaryosu (Senaryo 1) haricinde 2 farklı senaryo ile incelenmiştir. Bu senaryolar arasındaki temel farklılık yıllar itiba
riyle kadın başına düşen ortalama çocuk sayısındaki değişimdir. Bu senaryolar:

Senaryo 1 (Temel Senaryo): Toplam doğurganlık hızının doğal akışı içinde azalıp 2050 yılında 1,65’e düştüğü ve 2050 yılından sonra artışa geçip 2075 yılında 1,85’e ulaştığı doğurganlık senaryosu.

Senaryo 2: Toplam doğurganlık hızının, 2020 yılında 2,11’e, 2050 yılında 2,5’e ulaşacağını ve 2075 yılına kadar sabit kalacağını varsayan kademeli artan doğurganlık senaryosu.

Senaryo 3: Toplam doğurganlık hızının 2050 yılına kadar kademeli olarak 3’e ulaşacağını ve 2075 yılına kadar sabit kalacağını varsayan artan doğurganlık senaryosu. (TÜİK,2013)
Ayrıca doğum konusunda da toplumumuz hayli bilinçlenmişe benziyor. Kadınların tamamına yakını artık doğum öncesi doğum sonrası bakımlarını sağlık personelinden almaktadırlar. Doğumlarını da sağlık personelinden yararlanarak gerçekleştiriyorlar. Sağlık personeli bilgisi ışığında yapılan bu dikkatler kadınların eğitim düzeyiyle doğru orantılıdır. Ayrıca şehirdeki kadınlar kırsaldakilere oranla bu konuda daha hassas davranmaktadır.            
                                                                                          
Türkiye'de yoksulluk oranı düşüyor
Cari  satın alma paritesine göre kişi başı 2,15 ve 4,3 dolar sınırına göre yoksulluk oranlarına bakıldığında bu oran gittikçe azalmaktadır. 2,15 sınırı dikkate alındığında 2002 yılında %3,04 olan fert yoksulluk oranı 2006 yılında %1,41 2011 yılında ise %0,14’e inmiştir. 4,3 dolar sınırına göre ise 2002 yılında 30,30 2006 yılında 13,33 2011 yılında ise 2,79 oranlarında fert yoksulluk oranları tespit edilmiştir. (TÜİK,2012) İlerleyen yıllarda da gelişmesi beklenen Türkiye ekonomisinin bu oranları düşürmesi beklenmektedir. 100. yılında ekonomik açıdan en güçlü ilk 10 ülke arasına girmeyi hedefleyen Türkiye’nin bu yönde çeşitli politikalar izlemesi öngörülmektedir. Bunun sonucunda da Türkiye’de günümüzde meydana gelen suç oranlarının azalması, işsizlik sorununun önemli ölçüde çözülmesi ve refah düzeyinde gözle görülür  bir artış meydana gelmesi hedeflenmektedir. Avrupa ülkelerinin yanı sıra ABD’de Türkiye üzerine bir çok yatırım yapmaktadır. Batıda bazı kesimler arasında İslamcı olarak görülen ve bu yüzden pek de olumlu yaklaşılmayan ülkeye aynı kesimler tarafından yatırım ve proje ortaklığı teklifleri yapılmaktadır. Türkiye’nin dünyanın en zengin ekonomik birliği olan AB üyeliğine girişi – AB’nin GSYH’sı ABD’ninkinden büyüktür – ikincil bir öneme sahiptir artık çünkü Avrupa ile mevcut ticari bağları muazzam düzeydedir. Türkiye ekonomisi geçen yılın ortalarında yüzde 11 oranında büyüdü. Seneyi bu hızla kapatmayacaktır ama galiba 2010 yılında Avrasya kara parçasının Batı ucundaki en hızlı büyüyen ekonomisine sahip olacaktır.
Büyümenin büyük bir kısmı AB ile ticaretinden geliyor. Türkiye ticaretinin yüzde 44’ü AB iledir. Kesin sayıların elde olduğu 2007 yılında, AB ülkeleri Türkiye’ye 16.4 milyar dolar yatırım yaptı. Bu miktarda paralar İslamcı ülkelere akmaz özellikle de çıkaracak petrolü olmayanlara. (Michael Goldfarb, 2011)
Türkiye’nin hedeflerine ulaşması için temel bilimlerde önemli adım atması gerekiyor
1980’de 1,500 dolar olan kişi başına düşen milli gelir, 2011’de 10,500 dolara çıktı. 2023 yılında hedeflenen milli gelir rakamı ise kişi başına 25,000 dolar. Şu anda hedef olan dünyanın ilk 10 ekonomisi içine girmek için Türkiye’nin temel bilimlerde ilerlemesi şart. Tekstil, hazır giyim, elektronik eşya, otomotiv gibi pazar kapasitesi yüksek piyasalarda rakiplerini geride bırakması için farklı olması, hizmetindeki ve malındaki kaliteyi hat safhada tutması gerekmektedir. Türkiye, refah düzeyi yüksek bir toplumsal yapı oluşturmak için temel bilimler açısından kaliteli bir eğitim vererek halkını eğitim seviyesi yüksek bir topluma dönüştürmelidir.
Öncelikle bioteknoloji alanında kendini çok iyi geliştirmelidir.Otomotiv sektöründe istikrarlı adımlar atmalıdır. Diğer ilk 10 ekonomi arasında bulunan ülkelere bakıldığında AR-GE merkezlerindeki araştırmalara çok önem verdikleri gözlenmektedir. Türkiye de proje üretimine öncelik vermeli bilişim yönünden diğer devletlerle yarışabilecek seviyeye gelmelidir.
Ancak Türkiye için bu durum pek iç açıcı gözükmüyor. Temel bilimlerde yetersiz olan Türkiye ilerleyen yıllarda da zaten kötü olan durumunu daha da geriye götüreceğe benziyor. Özellikle ülkede mevcut olan Boğaziçi, ODTÜ, Bilkent gibi ülkedeki diğer üniversitelere nazaran daha kaliteli olan bu okullarda temel bilimler bölümüne giren öğrencilerin, üniversiteye giriş sınavlarındaki başarısı gözle görülür bir şekilde azalmıştır. ODTÜ fizik bölümüne giren öğrencilerin başarı sıralaması 2008’de 34 binken 2011 yılında 64 bin olmuştur. Bilkent matematik bölümündeki ortalama başarı sıralaması 2008’de yaklaşık 8 binden 2011’de 27 bine kadar düşmüştür.En gelişmiş ekonomi olan ABD’de, temel bilim bölümlerinden mezun olan öğrenciler Apple, Microsoft ve Intel gibi şirketlerde “bilim-insanı” olarak çalışmaya başlıyor, Türkiye’deki mezunlar ise “ne iş olsa” yapmak durumunda kalmaktadır. (ACAR, Ozan 2012)
Özel sektörün temel bilimlerden mezun olan öğrencilere yeteri kadar istihdam sağlamaması devlete büyük ölçüde yük bindirmektedir. Devlet hem kendisi olarak bu tür bölümlerden mezun olanlara istihdam sağlamalı hem de özel sektörü bu yönde teşvik etmelidir. Tersini düşündüğümüzde Türkiye gelecek yıllardaki hedeflerini ertelemek zorunda kalabilir.                                                                         

Türkiye enerji konusunda gelecek vaat ediyor                                                                       
Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı (TANAP) Projesi Türkiye’ye enerji konusunda çok yardımcı olacağa benziyor. TANAP’la beraber Azerbaycan kendi gazını yine kendi boru hattıyla beraber Avrupa’ya satmaya hazırlanıyor. Azerbaycan bu projeyle ilk defa kendi boru hattıyla dışa satım yapmış olacak. Bunu yaparken de Türkiye’ye transit hizmet için ücret ödemek zorunda kalacak. Bu projenin Türkiye’ye diğer bir ekstrası ise ülkenin enerji konusunda daha da bağımsızlık kazanması olarak değerlendiriliyor. Şu an Rusya ve İran doğal gazına bağımlı olan Türkiye bin metreküpüne 585 dolar talep eden İran’dan ve bin metreküpüne 400 dolar talep eden Rusya’dan gaz satın alıyor. Doğal gazın uluslararası piyasada normal fiyatı bin metreküpüne yaklaşık olarak 400 dolara tekabül ediyor. Türkiye’nin şu anda en uyguna aldığı doğalgaz nin metreküpü 330 dolar olarak satan Azerbaycan. Zaten ucuz bir fiyata aldığımız doğalgazın bu projeyle birlikte fiyatının daha da azalması bekleniyor. Türkiye’yi gaz bağımlılığından kurtaracak olan bu projenin 6 yılda tamamlanması düşünülüyor. Azerbaycan TANAP’la Avrupa’ya bir yılda 16 milyar metreküp gaz satacak. Türkiye’ye ulaşacak olan gaz miktarı 6 milyar metreküp olacak, gazın diğer kısmı ise Avrupa’ya aktarılacak. Ülkemizde giderek artan doğalgaz pahalı şikayetleri bir nebze olsun hafifleyecek gibi gözüküyor.                                                                                                                                   
                                                                                                                                                                   
Fosil enerji kaynaklarından daha fazla verim almak için yeni yatırımlar hedefleniyor
Türkiye fosil enerji kaynaklarından en çok kömür, petrol ve doğalgaz rezervlerine sahiptir. Ancak rezervlerin büyüklükleri sınırlıdır ve üretim ihtiyacını karşılama açısından yetersizdir. Linyit fosil enerji kaynakları arasından bu kapsamanın dışında kalmaktadır. Diğer fosil enerji kaynakları üretim yapılamamasından dolayı değerlendirilmeyi beklemektedir. Kömür çeşitlerinden olan taş kömürü en çok Zonguldak yöresinde bulunmaktadır. Ancak 1970’dan itibaren yapılan taş kömürü üretimi ihtiyaca cevap verememektedir ve ihtiyaca cevap verememesinden dolayı ithal edilmektedir. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı öngörüsüne göre 2020 yılında 148.9 milyon taş kömürü ithalatı yapılacaktır.
Linyite gelince, 1997 üretimi 57 387 000 ton olmuştur. 2000 yılında 65 milyon ton dolaylarına çıkmış, 2010 yılında ise 108 milyon ton civarında üretilmiştir. 2020 yılında ise 199 miilyon tona çıkarılması hedeflenmektedir. Ancak hedeflenen üretimin nasıl yapılacağı konusunda herhangi geçerli bir fikir geliştirilememiştir. Yeni projelere göre yapılacak yatırımlar realize edilememektedir.
Diğer bir fosil enerji kaynağı olan asfaltit rezerv bakımından en çok olduğu Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde  bulunmaktadır. Ancak asfaltitin rezervleri kısıtlıdır. Bu yüzden üretimi çok sayıda değildir. Farklı amaçlar için kullanılması planlanılmaktadır. Bu yüzden termik santral yakıtı olarak kullanılması düşünülmektedir.
Diğer yandan ülkemizde bitümlü şeyller yatakları da vardır. Ancak bitümlü şeyllerin üretimi ve tüketimi yoktur. Aslında termik santral yakıtı veya sentetik petrol hammaddesi olarak kullanılabilir. Fakat ısıl değeri düşük, işletilmesi güç ve kül oranları yüksek olduğu ,için pek tercih edilmemektedir. Şu an potansiyel yakıttır.
Petrolyıllardır enerji ithalatında Türkiye’nin en çok önem verdiği kaynaklardan biridir. Önceleri petrolü arama ve işlteme faaliyetinde bulunan şirketler tamamıyla yabancı firmalardı. Şimdilerde ise Türk firmaları darekabete dahil olmuştur. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın planlamalarına göre petrol ithalatı 2000 yılında 35 milyon ton 2010 yılında 50 milyon ton dolaylarında olmuştur. 2020 yılında ise petrol ithalatının 75 milyon ton civarında olması tahmin edilmektedir.
Türkiye’de Güneydoğu ve Trakya bölgelerinde doğalgaz üretim alanları vardır. Türkiye 1997 yılında 253 215 832 metreküp yerli doğalgaz üretmiştir. Ancak yetersiz olması nedeniyle dış ülkelerden doğalgaz ithal etmektedir. Türkiye2nin doğalgaz talebi 2000 yılında yaklaşık 20 milyon metreküp, 2010 yılında yaklaşık 55 milyon metreküp olmuştur. 2020 yılında ise öngörülen talep 80 milyon metreküp düzeyindedir.
Yine Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na göre sanayi sektörünün enerji talebi 2000 yılında %29,8, 2010 yılında %33 olmuş ve tahmin edilen 2020 ve 2025 yılı enerji talebi sırasıyla %40 ve %42’dir.
Türkiye’nin gelecekte yerli enerji üretimin toplam talebi karşılama oranı pek de iç açıcı değildir.2025 yılına yaklaşırken yerli üretimin toplam enerji talebini karşılama oranı %35’den %25’ düşmesi tahmin edilmektedir.
Türk yükseköğretimi
Türk yükseköğretimi çok büyük ve sürekli çözümlere direnen sorunlara sahiptir. Tanzimatın hemen arkasından, 1863 yılında Darülfünün kurulmuştur. 1900’ e kadar beş defa açılıp kapanmıştır. Cumhuriyet zamanında 1933’te üniversite reformu yapılmıştır. 1946, 1960, 1973, 1981’de olmak üzere beş defa düzenlemeye gidilmiştir. 1933, 1946 ve 1981 düzenlemeleri ‘reform’ olarak adlandırılmaktadır. Ancak bu hareketlenmelere karşı bulunan bir kesim mutlaka olmuştur. görülmüştür (Günay, 2006; Gür & Çelik, 2011; Tuncay, 1983). Bu tarihlerden günümüze kadar da çeşitli düzenlemeler yapılmıştır. Ancak ülke hedeflediği seviyeye bir türlü çıkamamıştır.  Şu anda ise Türkiye yükseköğretimin üç temel vizyonu olan eğitim vizyonu, araştırma vizyonu ve Kamu Hizmeti (Servis) Vizyonu üzerinde   Avrupa Konseyinin bu üç temel vizyon üzerine sarfettiği  ifadeleri  dikkate alarak çalışmalarına devam etmektedir.
Türk Yükseköğretiminin Geleceğe Dair Planları YÖK  ‘Türkiye’nin Yükseköğretim Stratejisi’ adlı raporda 2010 yılından itibaren 5’er yıllık periyodlar ile bazı hedefler Belirlemişti. (YÖK, 2007).  2025 yılı için ortaya konan hedeflerin önemli bir kısmı, kontenjan artışları ve üniversite sayısındaki artışlar, 2011 yılı itibariyle başarıya ulaşmıştır. Raporda, yükseköğretimdeki toplam öğrenci sayısı, 2025 yılında 3380000 civarında, ve 19-22 yaş grubu göz önüne alınarak hesaplanan yükseköğretim brüt okullaşma oranı %65 olarak olarak öngörülmüştü. 2011 yılı itibarıyle bu sayılar sırasıyla, 3817086 ve %72 olarak gerçekleşmiştir. (YÖK, 2007)
Ayrıca lisansüstü eğitim gören öğrenci sayısındaki hedeflere 2011 yılında ulaşılmıştır. Ancak öğretim elemanlarında istenilen sayıta henüz ulaşılamamıştır. Yükseköğretime yeniden şekil verilirken eğitimi bütünüyle göz önünde bulundurmak gerekir. Ancak bu şekilde toplumun yapısına önemli etkiler kazandırılabilinir. Bir ülkenin refah düzeyi ve rekabet gücü, iyi yetişmiş beşeri sermayesi, bilim ve teknoloji üretme kapasitesi ile bağlantılıdır. Bu bağlamda yükseköğretim yerel, ülkesel ve küresel boyutlar birlikte göz önüne alınarak konumlandırılmalı ve yapılandırılmalıdır. (Küresel) yükseköğretim dünyasını iç içe geçmiş, yerel, ülkesel ve küresel (tüm dünyayı kapsayan) kürelerden oluşmuş bir yapıda tasavvur edebiliriz. Bu amaçla yerel, ülkesel ve küresel hedefleri aynı vizyon içine yerleştiren veya aynı eksene yönlendiren bir yükseköğretim stratejisi çizilmelidir. (Journal of Higher Education and Science, 2011)





Kaynakça

Acar, Ozan. (2012), Temel Bilimlerin 2023 Hedefleri İçin Anlamı Nedir? http://www.tepav.org.tr/tr/kose-yazisi-tepav/s/3524 Erişim Tar. 01.03.2013
 Ek S. (2007), Geriatri hizmetleri üzerine genel bir değerlendirme Ankara ili örneği. Hastane işletmeciliği dalı Yüksek Lisans Tezi. Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler  Enstitüsü, İşletme Anabilim Dalı
Goldfarb, M. (2011),  ’’Washington Türkiye’yi Yanlış okuyor’’, Globalpost, Çeviren: M. Alpaslan Balcı, (10 Ocak 2011),
Günay, D. (2006). ‘’Türkiye’nin Üniversite Sorunu’’, Bilimsel Düşünce Dergisi, 3 (7-20)
Gür, B. S. & Çelik, Z. (2011). YÖK’ün 30 Yılı. Ankara, Seta Raporu
Pala, C. , E. Engür 1998, ‘’Petrol ve Doğalgaz Boru Hatlarının Bugünü, Geleceği  ve Türkiye’nin Genel Stratejisi’’, Enerji Dünyası, Sayı 20-21, Dünya Enerji konseyi Türk Milli Komitesi, Ankara
Tuncay, M. (1983). Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi (Cilt 3, ss. 680-688). İstanbul,  İletişim Yayınları.
Ültanır, M.Ö. (1998), 21. Yüzyıla Girerken Türkiye’nin Enerji Stratejisinin Değerlendirilmesi, TÜSİAD, Ankara
Yağcıoğlu, R. (2012), ‘’Sağlıklı Yaşlanma ve Sosyal Hizmetler’’ www.turkishfamilyphyscian.com  (02.01.2012),  Erişim Tar. (27.02.2013)
Energy World Dergisi, (2013) ‘’Türkiye Enerjide Bağımsız Hale Gelecek’’ http://www.energyworld.com.tr/root.vol?title=-quotturkiye-enerjide-bagimsiz-hale-gelecek-quot&exec=page&nid=504249  (08.02.2013) Erişim Tar. (26.02.2013)
Journal of Higher Education and Science, (2011), Cilt 1, Sayı 3; ss.113-121
TÜİK, (2013), www.tuik.gov.tr , Erişim Tar. (27.02.2013)
Türkiye Sanayi sevk ve İdare Enstitüsü, (2002) “ 2023 Dünyasında Türkiye Çalışma Raporu”, Tübitak Vizyon 2023, Teknoloji Öngörüleri Projesi, Kocaeli http://www.tubitak.gov.tr/tubitak_content_files/vizyon2023/mm/Ek9.pdf.  Erişim Tar. (02.03.2013)
Yükseköğretim Kurulu. (2007). Türkiye’nin Yükseköğretim Stratejisi ,  YÖK. Ankara

6 Eylül 2013 Cuma

PKK’YI BESLEYEN TOPLUMSAL ETKENLER VE SORUNLAR

ÖZET

Bu çalışma bireylerin PKK terör örgüne katılıma etki eden faktörleri incelemeyi amaçlayan keşfedici bir araştırmadır. Bireyleri sadece makro boyutta ele alarak vatan hainleri diye anılmamaları onların yaşadığı ortamı mikro boyutta inceleyerek empati yapmayı; ailevi sorunlar, yakın ilişki çevresi, etnik milliyetçilik duyguları, işsizlik, intikam duygusu, ekonomik sorunlar, özenti ve takdir edilme duygusu gibi nedenlerle teröristlerin kandırdığı bireyleri yakınsan analiz etmeye çalışılmıştır.

ANAHTAR KELİMELER: PKK, Örgüt Üyesi, Terör, Toplumsal sorunlar, Elaman kazanma

GİRİŞ


    Sürekli gerilen bir ortam, yüce idealler uğruna insanları acımadan katleden bir örgüt zulüm, zorbalık, kan, gözyaşı, vicdan azabı; arkadaşlarından, dostundan, akrabasından ve en önemlisi ailesinden uzak zorlu, ölümcül bir hayat! Bütün olanlara rağmen insanlar hâla niçin PKK’yı destekliyor? Neden dağa çıkıyorlar? Bu örgüte bu pisliğe nasıl bulaşıyorlar? Bu sorulara insanlar yıllardır kısaca vatan hainleri, ihanet edenler diyerek cevap vermekte fakat insanlar onların yaşam şartlarını, eğitimsizliklerini, maddi sıkıntılarını, farklı ideolojilerle beyinlerinin sürekli yıkandıklarını vs. hesaba katmıyorlar. Bu onların haksız olduklarını, vatana ihanet etmediklerini elbette kanıtlamaz ama hem makro boyutta hem de mikro boyutta geniş bir perspektifte analiz edilmelidir. İnsanların yaşamları süresince hayatındaki çeşitli tecrübeler ve bununla birlikte PKK terör örgütünün bireye değer vermesi, aidiyet hissi sağlamsı; kendi dünyasındaki problemleri çözme adına çıkış yolları araması gibi cazip sebepler bireyin terör örgütü PKK’ya katılmasına motive etmektedir ( Shaw 1986 ). Terör sorunlarının doğru anlaşılması bireylerin sosyal ve psikolojik sorunlarını inceleyerek belirlenmelidir. Dolayısıyla hem makro hem de mikro boyutta analizlere ihtiyaç duyulmaktadır.
    Bu çalışmada bireylerin PKK terör örgütüne katılmada etki eden faktörlerin neler olduğu ele almaya çalışılmıştır. Aydınlarımızın ve halkımızın yıllardır kesin bir çözüm bulamadığı bu sorunları araştırıp, kaynak taraması yapıp analiz etmeye çalıştım.

ÜLKEMİZDE TERÖR ÖRGÜTÜ PKK

PKK (Partiya Karkeren Kurdistan/ Kürdistan İşçi Partisi) terör örgütünün ideolojisi bölücü, etnik temele dayalı Marksist-Leninist bir ideoloji ve Kürt uluşçuluğuydu.
Bu ideoloji çerçevesinde nihai amaç olarak görülen “Bağımsız Birleşik Demokratik Kürdistan” hedefine ulaşılması dönemin farklı versiyonları ile sürekli olarak vurgulanmaktadır (Öcalan, 1982). 1984-1990’lı yılların başlarına kadar ki süreç PKK terör örgütünün kendisini, haklarını savunduğu ve uğruna mücadele ettiğini iddia ettiği Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde kırsalda yaşayan Kürtlere varlığını kabul ettirmeye çalıştığı dönemdir. Bu noktadan bakıldığında PKK’nın Kürtlerin kanları üzerine inşa edilmiş bir örgüt olduğu iddia edilmektedir (Özeren, 2010). Bütün bu fikirler örgütün, kadın, yaşlı, çocuk ayrımı gözetmeksizin sivil katliamları yapmasına sebep olmuştur. 2004 yılından itibaren ise meşru yoldan çözüm bulmaya çalışılmıştır, bir yandan kırsalda eylemlerine devam ederken, diğer taraftan ise demokrasi söylemi ile siyasal ve toplumsal alana açılma çabası içine girmiştir. Uygulanan diğer bir strateji de toplum içinde sorun olarak kabul edilen aşiretler arası çatışmalar, kan davaları vb. konularda uzlaştırıcı bir rol oynuyor gibi görünerek bölgede kendisinden başka güç olmadığı düşüncesini bölge halkına kabul ettirmeye çalışmıştır. Örgüt elaman temin ihtiyacında ise özellikle Avrupa da ki faaliyetlerine önem vermektedir.
    PKK terör örgütü son dönemlerin de ise Suriye krizi ile oluşan konjonktürü avantaja çevirmeye çalışmaktadır. Türkiye’de de Suriye benzeri görüntüler verme çabasına girmiştir. (Cirhinlioğlu 2004)


PKK TERÖR ÖRGÜTÜNÜN FİNANS KAYNAKLARI

    Örgüt vergilendirme kanunu adı altında kamu kurum ve kuruluşların da çalışan Kürt kökenli taşeronlarla, ekonomik faaliyette bulunanlardan vergi adı altında para alınarak, örgüte maddi destek sağlaması ayriyeten Almanya, Fransa, Hollanda ve İngiltere gibi ülkelerin gönüllü katılımla terör örgütünü desteklemesi örgütün maddi ihtiyaçlarını karşılamasına ve daha da güçlenmesine sebep olmuştur. Bunlara ek olarak insan kaçakçılığı ve özellikle uyuşturucu, madde kaçakçılığı maddi kaynakların da büyük önem taşımaktadır (İstanbul Emniyet Müdürlüğü, 2004)


TERÖR ÖRGÜTÜNE İŞTİRAKIN SEBEBİ NEDİR?

    Bunu tek bir sebebe bağlamak mümkün değildir. İnsanların yaşadıkları üzücü olay, yalnızlaşma, toplumdan dışlanma ve örgütün kurtarıcı gibi bu gibi bireylere değer vermesi, problemlerine çözüm önerisi sunması gibi cazip görünen alternatifler getirmesi bireyi motive eden önemli faktörlerdendir. Gerilim, yalnızlık içindeki birey topluma ayak uydurmakta sorunlar yaşamaktadır ve kendisine çıkış yolu aramaktadır. Crenshaw’e (1985) göre bireyin terör örgütüne girmesin de motivasyon faktörü olarak dört kategori olduğunu belirtmektedir. Bunlar; 1) eylem için fırsat olması, 2) bir yere ait olma gereksinimi ya da aidiyet duygusu, sosyal statü gereksinimi, 4) maddi getiri elde etmektir. Diğer  taraftan Borum’a (2004) göre bu nedenler; adaletsizlik, kimlik ve aidiyettir. Adaletsizlik, haksızlık ya da eşitsizlik terör örgütlerinin temel argümanları arasındadır. Adaletsizlik duygusu bireyleri intikam ya da bu adaletsizliğe neden olanlardan hesap sormaya itebilmektedir ki terör örgütlerinin eylemlerindeki şiddetin arkasındaki itici güçlerden biri de bu duygunun tatmin edilmesidir (Hacker, 1976)
    Bu nedenle devlet görevlilerinin karşısındakinin de insan olduğunu unutup intikam, kin hak ettikleri cezayı verme düşüncesiyle yapılan aşırı güç kullanımı, etnik grupların kendilerine haksızlık yapıldığı inancıyla huzursuzluğun doğmasına dolayısıyla toplumun bozulması beraber örgüt insanlarının devleti düşman olarak görme eğilimini hızlandırmakta ve pekiştirmektedir (Zafer,1999: s.20-22). Bu sebeple de sürekli bir kin, öfke içinde intikam alma çabasına girmektedir.


TOPLUM YAPISININ TERÖRİZMLE İLİŞKİSİ

Toplumun bulunduğu şartlar; nüfus, eğitim düzeyi, cinsiyet, yaş, yoksulluk gibi sorunlar terör örgütü PKK tarafından kullanılmaktadır (Hudson, 1999) halk arsındaki bu eşitsizlikler toplumdaki yapıyı bozmakta adaletsizliklere sebep olup bu mahrumiyet duygusu yaşayan kişilerin veya grubun kinleşmesine, öç almasına itebilmektedir. Berman’a (2002) göre yoksulluk ve sosyo-ekonomik eşitsizlikler, eğitim seviyesi ve gelir düzeyinin düşük olması ve işsizlik terörünün nedenleri arasında sayılmaktadır. Berman, en fakir kimselerin terör örgütleri tarafından seçildiğini iddia etmektedir. Bireylerin yaşamlarını etkileyen en önemli unsurlardan biri olan işsizlik teröristler tarafından planlı bir şekilde kullanılmakta, elaman kazanma sürecine büyük destek sağlamaktadır (Sever ve Özeren, 2011).

PKK’NIN ELEMAN KAZANMA SÜRECİ


Örgüt adayın zayıf noktalarına, maddi durumuna, akraba ve ailevi ilişkilerinde ki sorunlara vb. hakkında bilgi toplayarak adayla irtibata geçip gerekli diyaloglarla hoşuna gidecek şeyleri yaparak, önemli olduğunu hissettirerek vs. muamellelerle karşılıksız iyiylik ve yardımlarla minnet altında bırakmakta  ve kendisine yapılacak militanlık teklifi için zemin hazırlamaktadır. Polis Akademisi bünyesinde bulunan Uluslararası Terörizm ve Sınır aşan Suçlar Araştırma Merkezi (UTSAM) tarafından hazırlanan raporda Demokratik Toplum Kongresi, Siyaset Akademileri, Öz Savunma Birlikleri, Kent Meclisleri ve Demokratik Yurtsever Meclisi içinde kritik yapılar olduğu, bunların yanında Eğitim Destek Evleri, Özgür Yurttaş Dernekleri gibi yapıların elaman kazanmak için oluşturulduğu kaydediliyor (Yasa, 1970).

ÖRGÜTE KATILIMI ETKİLEYEN FAKTÖRLER


      1) BİREYSEL FAKTÖRLER
Örgüte katılımı etkileyen bireysel faktörler; 1) Ailevi sorunlar, 2) Akraba etkisi, 3)
   Arkadaş/sevgili etkisi, 4) Devam eden yargılama ve aranıyor olma, 5) Etnik milliyetçilik,  6)  İşsizlik ve ekonomik sorunlar, 7) İntikam duygusu, 8) Özenti ve takdir edilme duygusu  ve          9)Kişisel sorunlardan kaçış alt başlıklarında ele alınacaktır (Özeren, Başıbüyük ve Sözer,   2011)

1.1.AİLEVİ SORUNLAR


Kültürümüz de aile çocuğun dünyaya getirilmesinde, yetiştirilmesinde ve toplumsallaşmasında oynadığı rol itibariyle çok saygın bir müessesedir.. Özellikle de okul öncesi dönemde bireyin sosyalleşmesindeki en önemli kurum ailedir. Aile bu sebeple çocuğun üzerinde baskı oluşturup şiddete başvurması çocukta kişilik bozukluklarına ve yalnızlaşmasına sebep olabilmektedir. (Cömertoğlu, 1995) Terör örgütü de özellikle bu konuda çok sıkı çalışmaktadır çünkü sorunlu bir ailedeki çocuğun yalnızlığını ve sorunlarına çözüm üreterek bu fırsatı değerlendirmekte kandırıp devlete düşman yetiştirmektedir. 10.02.2012 tarihinde Bingöl’de çıkan çatışmada yaralı yakalanan 2 teröristlerden birisi ailevi sorunlar ve duyduğu sempati nedeniyle örgüte katıldığını belirten PKK'lı, "Katıldığıma pişman oldum. Gerçekten özellikle Roj TV'de anlatılanlar gibi değil. Mesela 'yoldaşlık, kardeşlik' deniliyor. Yok öyle bir şey. Çok yobazca ilişkiler yaşanıyor.  demiştir.

1.2.ZORLA EVLENDİRME VE BERDEL

    Zorla evlendirmeden bahsedildiğinde ilk akla gelen genelde kızların zorla evlendirilmesi olsa da, birçok erkeğin de örgüte katılım kararı almasında zorla evlendirilmesinin ya da evlendirilmeye çalışılmasının etkili olduğu görülmektedir. Örgütten kaçıp teslim olan bir örgüt üyesi bu durumu şu ifadelerle aktarmaktadır:
    “2008 yılında babamın zoru ile istemediğim bir kızla evlendirildim. Bu duruma yaklaşık bir sene sabredebildim. Kızı sevmediğimi, boşanmak istediğimi babama anlattığımda bana çok sert tepki verdi. Örf gereği o kızı boşayamayacağımı söyledi. Bunun üzerine ben de kaçtım ve İstanbul’a gittim. Burada maddi olarak zor duruma düştüm ve tanıştığım birkaç arkadaşın da tavsiyeleriyle örgüte katılmaya karar verdim.” (Özeren, Başıbüyük ve Sözer, 2011)

1.3. AİLEDE DEĞER VERİLMEMESİ ve OTORİTEDEN KURTULMA İSTEĞİ

Gençlik döneminde en etkin duygu otoriteden kurtulma isteği olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu dönemde gençler anne ve babalarından yetişkin yerine konmayı, kendilerine değer verilmesini, birey olarak kendilerine saygı duyulmasını beklemektedirler. Ailesi tarafından önemsenmediğini düşünen bir örgüt üyesi şöyle demiştir:
“Yüksekova’da bir telefoncu dükkânımız vardı. Bazı problemlerden dolayı bu dükkânı kapatmak zorunda kalmıştık. Dükkânı kapattıktan sonra sürekli internet kafeye takılmaya başladım. Bu dönemde sıklıkla evde annem ve babamla kavga ediyordum. İnternet kafede tanıştığım birisi ise bana sürekli olarak örgütü anlatıyordu. Ben de ailemi kısa süre için de olsa korkutmak ve onların beni önemsemesini sağlamak için örgüte katılmaya karar verdim. Girdikten sonra hemen örgütten ayrılmayı planlıyordum ama örgüte girdikten sonra kendi isteğimizle ayrılmamızın mümkün olmadığını anladım.” (Özeren, Başıbüyük ve Sözer, 2011)

1.4. AKRABA ETKİSİ

    Türkiye genelinde özellikle de Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde akrabalık bağlarının kuvvetli olması bunda büyük bir etkendir. Örgüte katılımda, kırsala daha önceden akrabası gitmiş kişilerin akrabalık bağlarını kullanarak örgüte katılım sağladığı görülmektedir.
Bu duruma örnek olarak bir örgüt mensubu şunları belirtmektedir:
“Dayımın oğlu ile beraber lokantada garson olarak çalışıyorduk. Lokanta kapandıktan sonra ise bulaşık ve temizlik işlerine bakıyorduk. Dayımın oğlu bana sürekli olarak ‘dağa gidelim, orada iş güç yok, silahımız olur, rahat rahat yaşarız’ şeklinde telkinlerde bulunuyordu. Ben de bunun üzerine örgüte katılmaya karar verdim.” (Özeren, Başıbüyük ve Sözer, 2011)

1.5.ARKADAŞ/SEVGİLİ ETKİSİ

İnsanların hayatın da duygusal ilişkilerin de önemli bir yer teşkil ettiği, bazı bireylerin yaşadığı duygusal ilişkinin bir neticesi olarak sevgilisinin etkisi ile örgüte katıldıkları Polis Akademisi bünyesinde bulunan Uluslararası Terörizm ve Sınır aşan Suçlar Araştırma Merkezi (UTSAM) tarafından hazırlanan raporda bir örgüt mensubu şöyle belirtmiştir:
     “Üniversitede okurken ilk senem sonunda sınıfta kalmıştım. İkinci yıl başladığında okulda kendimi çok yalnız hissediyordum. Bir arayış içerisine girmeye başladım. Daha sonra okulda benim gibi Kürt kökenli olan öğrencilerle birlikte zaman geçirmeye başladım. Bu arkadaşlarla toplandığımızda Özgür Halk, Yurtsever Gençlik gibi dergiler okuyorduk. Örgütten, gerillalardan bahsediyorduk. Tüm bunların etkisiyle ben de örgüte katılmaya karar verdim. Özeren, Başıbüyük ve Sözer, 2011)


1.6.ETNİK MİLLİYETÇİLİK

    Kürt halkının uzun yıllardır ezildiğine, terör örgütünün Kürt halkının haklarını savunan bir örgüt olduğuna ve bu hakları almak için silah kullanmaktan başka yol olmadığına inanlar vs. gibi sebeplerle PKK terör örgütü sürekli özellikle Güney Doğu da bireyleri kandırmaktadır. Etnik milliyetçilik etkisiyle örgüte katıldıklarını ifade eden örgüt üyelerine örnek olarak aşağıdaki ifadelere yer verilmiştir.
“Ben 1998’ten beri terör örgütü mensubuyum. Örgüte bilerek ve isteyerek katıldım. Amacım Türkiye Cumhuriyeti içerisinde demokratik özerk bir Kürt bölgesi kurulmasını sağlamaktır. Bu amaç doğrultusunda da yaşamaya devam edeceğim.”
“Mersin’de üniversite öğrencisi iken dergi dağıtımı ile uğraşıyordum. Bu süreçte yapılan bir operasyon neticesinde tutuklandım. Cezaevinden çıktığımda askerlik sürecim de yaklaşıyordu. Ancak askere gitmek istemiyordum çünkü devlet düzenine karşıyım. Örgütün Kürt halkının
özgürlüğü için mücadele ettiğine inandığım için askere gitmek yerine bu harekete katılmaya karar verdim.” (Özeren, Başıbüyük ve Sözer, 2011)

   
1.7.İŞSİZLİK VE EKONOMİK SORUNLAR

    Maddi durumları kötü olan çocukların ailelerine ise "Çocuklarınıza iş, para vereceğiz." deniliyor. İşsizliğin yoğun olduğu bölgede aileler, bir umuttur deyip çocuklarını terör örgütünün eline teslim ediyor. Terör örgütünün, özellikle çocuklarını götürdüğü ailelerin eğitimsiz ve fakir insanlar arasından seçilmesi dikkat çekiyor. Dolayısıyla bireyin işsiz kalması maddi sıkıntıları yanında kişisel ihtiyaçlarını karşılayamaması onun ihtiyaçlarını karşılayacak şeyleri yapmaya zorlamaktadır. Bir örgüt üyesi de söyle demektedir:
    “KATÜ Maliye’de okuduğum dönemde derslerde sıkıntılar yaşıyordum. Maddi olarak da sorunlarım vardı. Üniversiteden PKK ile irtibatlı olduğunu bildiğim birisi vardı. Onunla arkadaş oldum. Onun vasıtasıyla dergi dağıtımı ve eğitim almam amacıyla Avrupa’ya gönderildim. Ancak daha sonra İran’a gönderildim.” (Özeren, Başıbüyük ve Sözer, 2011)
İntikam duygusu, özenti ve takdir edilme duygusu, kişisel sorunlardan kaçış ta bireyin örgüte katılmasındaki diğer önemli sebeplerdendir.


2.ÖRGÜTE KATILIMI ETKİLEYEN ÖRGÜTSEL FAKTÖRLER

    Türkiye genelinde PKK terör örgütünün bir çok örgütsel faaliyetler vardır. PKK terör örgütünün uygulamaya koyduğu yöntemlerden en başta gelenler; 1) Gençlerin suça itilerek sabıkalı hale getirilmesi, 2) Kaçırılma, zorlama, tehdit, kandırılma, 3) Örgütle ilişkili yapıların eleman kazanma sürecinde kullanılması, 4) Örgütsel yayınların etkisi, 5) Cezaevi faaliyetleri, 6) Avrupa faaliyetleri

2.1.GENÇLERİN SUÇA İTİLEREK SABIKALI HALE GETİRİLMESİ

Örgüt, gençleri suça iterek onları sabıkalı hale getirmekte ve bu gençlerin ilerde potansiyel bir örgüt üyesi olmalarını sağlamaktadır. Bu örgüt açısından bir anlamda eleman kazanma sürecinde yeni adayların hazırlanması aşamasıdır. Bir örgüt üyesi bu durumu şu ifadelerle özetlemiştir:
    “Örgüte katıldıktan sonra yaşı küçük çok sayıda gencin örgüte katıldığını ve bunların büyük şehirlerde yapılan korsan gösteriler, izinsiz toplantılar, Molotof atma ve araç yakma, örgüt ve Öcalan lehine slogan atma gibi eylemler neticesinde Kürt gençlerinin suça itilerek sabıkalanmaları ve devamında terör örgütüne katılmalarının sağlandığını gördüm. Toplumsal olaya karışan veya cezaevine giren insanların gözleri daha kara oluyor ve daha çok itaatsizleşiyor. Örgüte katılımlarda bu husus önemli olduğu için toplumsal olaylara karışan veya örgüt bağlantılı bu tür bir suçtan dolayı cezaevine girip çıkan insanlara örgüte katılımla ilgili propaganda yapıldığında o insan direk olarak örgüte katılmaktadır. Taş atan çocuklar yasasının uygulanmasının yanlış olduğu kanısındayım. Bunun en büyük sebebi ise bu olaylardan dolayı gözaltına alınan gençlerin örgüt tarafından daha kolay kandırılması ve örgütün dağ kadrosuna katılmalarını kolaylaştırmasıdır.” (Özeren, Başıbüyük ve Sözer, 2011)


2.2.KAÇIRILMA, ZORLAMA, KANDIRILMA, TEHDİT

    Terör örgütünün kırsal yapılanmalarına olan yakınlığı, örgüt kamplarına ulaşımın diğer bölgelere kıyasla daha kolay olması örgütün bölge halkı üzerindeki baskısını çok daha reel hale getirmiştir. Halkın üzerinde kurulan bu baskı, korku ve şiddet, örgütün eleman kazanma stratejisinin bir parçası olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu türden baskılar veya tehditler sonucu örgüte katılan bireylerin sayısı da oldukça fazladır. Bir örgüt üyesi şunları ifade etmiştir:
    “Kaçak yollardan girdiğim İran’ın Urumiye şehrinde bir inşaatta elektrik işi yapıyordum. Ancak İran’da kaçak olduğumuz için tedirgin biçimde çalışıyorduk. Burada tanıştığım Hüseyin adlı bir arkadaş Irak’ın Süleymaniye şehrine beni götürebileceğini söyledi. Orada inşaat işlerinde çok para olduğunu, hem de daha güvenli şartlarda çalışabileceğimi söyledi. Teklifi kabul ettim ve kısa süre içerisinde yola çıktık. İran-Irak sınırına geldiğimizde geçiş yapabilmek için PKK’lılardan yardım isteyeceğimizi söyledi. Beni PKK’lı gruba teslim ettikten sonra arkadaşım ayrıldı. O dakikadan sonra tuzağa düşürüldüğümü anladığımda artık her şey için çok geçti.” (Özeren, Başıbüyük ve Sözer, 2011) Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere sadece tehdit değil, kandırma neticesinde tuzağa düşürme ve dönüşü olmayan bir yola girmeye zorlama da bu süreçte örgüt tarafından kullanılan yöntemler arasında görülmektedir.

2.3.ÖRGÜTSEL YAYINLARIN ETKİSİ

    Özellikle görsel yayınlarla kişilik gelişimini tamamlamamış, ailesi ile problem yaşayan, evinde ilgi ve alaka görmeyen, sevgiye muhtaç çocuk ve gençler üzerinde büyük etkisi vardır. F5 Habere göre "ROJ TV'nin özellikle de genç ve çocuklar üzerinde örgüte katılımı teşvik edici yayınlar yaptığı bölgede yaşayan insanlar ve bu bölgede görev yapan kamu görevlilerince sıkça dile getirilen bir husustur." "Sizce insanlar PKK'ya daha çok kendi istekleriyle mi? yoksa örgüt istediği için mi katılıyorlar" sorusuna, ankete katılanların yüzde 66.80'i "Kendi istekleriyle katılıyor. İfadesi yer almaktadır.

2.4.CEZAEVİ FAALİYETLERİ

Farklı sebeplerden dolayı sempatizan düzeyinde cezaevine giren bireylerin cezaevlerinde yürütülen faaliyetler veya baskılar neticesinde örgüte katılma kararı aldıkları aşağıdaki örgüt üyesinin beyanında açıktır:
    “Dayımın etkisiyle 1997 yılında HADEP binasına gidip gelmeye başladım. Bu süreçte parti bizi mitinglere, eylemlere gönderiyordu. Abdullah Öcalan’ın yakalanarak Türkiye’ye getirilmesi sonrasında da düzenlenen protesto yürüyüşüne ben de katılmıştım. Bu yürüyüş sonrasında yakalandım ve tutuklandım. Cezaevinde kaldığım 3 ay boyunca bana sürekli örgütün dağ kadrosuna katılmam yönünde propaganda yapıldı. Ben de bu propagandaların etkisiyle cezaevinden çıkar çıkmaz örgüte katıldım.” (Özeren, Başıbüyük ve Sözer, 2011)

2.5.AVRUPA FAALİYETLERİ

   
    PKK terör örgütü 1980’li yıllardan itibaren Avrupa ülkelerinde faaliyet göstermeye başlamış, 1990’lı yıllarda da Avrupa genelinde legal görünümlü kuruluşlar ve kadro yapılanması sayesinde geniş bir ağa kavuşmuştur. Avrupa ülkelerinin örgüt faaliyetlerine yönelik tedbirler ve yasal/idari yaptırımlar uyguladıkları görülmekle birlikte, terör örgütünün bu ülkelerin demokrasi, insan hakları gibi konulara bakışını kullanarak yasal boşluklardan faydalandıkları ve bu yolla propaganda, eleman ve finans temini faaliyetlerini sürdürdüğü bilinmektedir. Farklı Avrupa ülkelerinde konfederasyon, federasyon, dernek, birlik, merkez vs. adı altında çok fazla sayıda yapılanma mevcuttur. (Özeren, Başıbüyük ve Sözer, 2011)
    Yukarı belirtildiği gibi Avrupadaki  başta Almanya, Fransa, İngiltere, Hollanda gibi   ülkelerin yardımını, desteğini alan PKK örgütünün güçlenmesine büyük katkı sağlamaktadır.

SONUÇ
   
    Terör içten saran bir hastalık haline geldi. Dağda, kırsalsa savaşarak, öldürerek tüm vahşetini sürdürürken aynı zamanda bunu meşru gibi göstermek için demokratik adımlarda da bulunmakta, ülkenin siyasetinde yer edinmeye çalışmakta, televizyonda kendi programlarıyla varlığını ve düşünce yapısını insanlara aşılamaktadır. Bireylerin zayıf yönlerini ele alıp onların sıkıntılarına çözüm bulup daha sonrada bunların karşılığını almaya zorlamaktadır. Etnik milliyetçilikle özellikle Güney doğudaki Kürt halkına “ hakkınızı almak için savaşmak zorundasınız “ gibi fikirlerle insanların huzurunu rahatını bozup ülkeyi bölmeye çalışmakta ve anarşiye sürüklemektedir. Her gün medyada terör eylemlerine ilişkin haberlerin verilmesi insanların bu tür şiddete bir süre sonra alışmasına sebep olmaktadır. Devlet, terör örgütünün uygulamaya çalıştığı bu sistemli çalışmayı önceden tespit edip, çözüm bulması gerekir. Bu yüzden devlet özellikle Güney doğu ve Doğudaki insanlara değerli olduklarını, güvende olduklarını hissettirmesi; işsizliklerine, sorunlarına, eğitimsizliklerine çözüm getirmelidir. PKK’nın geleceğe hükmetmesini engellemek Türkiye’de herkesin görevi ancak herkesten daha çok Kürt kökenli vatandaşların görevidir. Bu oyuna gelmemeleri ve teröristlerin herhangi bir girişiminde birbirlerine yardım etmelidir.


KAYNAKÇA


Cirhinlioğlu, Z. (2004). Terör Ve Toplum, İstanbul: Gündoğan Yayınları, s: 43-85.

Crenshaw, M. (1985). An Organizational Approach to The Analysis of Political Terrorism,                 Orbis. (Özeren, Başıbüyük ve Sözer, Çev.). 29 (3), 465-489.

Cömertoğlu, Y. (1995). Terörün psikolojik temelleri, İstanbul: Strateji, s: 147-171
(Cömertoğlu, 1995)

      F5 Haber, İşte PKK'ya Katılımı Etkileyen İki TV Kanalı!, 
http://www.f5haber.com/postmedya/iste-pkk-ya-katilimi-etkileyen-iki-tv-kanali-         haberi, (SGT: 30.10.202/ ET:06.03.2013)

Hudson, R. A. (1999). The Sociology and Psychology of Terrorism: Who Becomes A
Terrorist And Why? (Özeren, Başıbüyük ve Sözer, Çev.). Library of Congress, Federal Research Division, Washington DC.

Milliyetçi Forum, “PKK Kronolojisi “  http://www.milliyetciforum.com/pkk-kronolojisi,       (SGT: 08.03.2013/ET: 08.03.2013)

Özeren, Başıbüyük ve Sözer, Bireylerin Terör Örgütüne Katılımasına Etki Eden
Faktörler   Üzerine Bir Alan Çalışması: PKK/KCK Örneği, Cilt 3 (2), 2012, ss.57-83

Özeren, S.(2010). KCK, Bölge Halkının İradesini Gasp Eden Yapının Adıdır, Bugün        Gazetesi, (2010, 18 Ekim).

    Sabah Haber, Teslim olan PKK'lıdan şok ifadeler, http://www.sabah.com.tr/Gundem,             (SGT: 10.02.2012/ ET: 10.03.2013)

   Son sayfa haberleri, PKK'nın örnek aldığı örgüt, http://www.sonsayfa.com/Haberler/Guncel,    (SGT: 02.12.2012/ ET: 10.03.2013)

Sever, M. ve Özeren, S. (2011). Neden Hakkari, Terörizm Paradoksu ve Türkiye, Ed:     Süleyman Özeren ve Murat Sever, Karınca Yayınları, Ankara, Ss. 127-160.

Shaw, E.D. (1986). Political Terrorists: Dangers of Diagnosis and An Alternative To The
Psychopathology Model, International Journal of Law and Psychiatry, (Özeren, Başıbüyük ve Sözer, Çev.).  8(3), 359-368.

T.C İstanbul Valiliği Emniyet Müdürlüğü, PKK/Kongra-Gel, Hizmete özel eğitim serisi     6/2004, İstanbul: s.333-341

Yasa, İ. (1970). Türkiye’nin toplumsal yapısı ve temel sorunları, Ankara: Yayınları, s:   72-    84 

Zafer, H. (1999). Sosyolojik Boyutuyla Terörizm, İstanbul: Beta basım A.Ş, s: 20-22