30 Ekim 2013 Çarşamba

27 MAYIS 1960 DARBESİ VE TOPLUMSAL HAYATA ETKİLERİ

ÖZET

        Öncelikle 27 Mayıs darbesi cumhuriyetin ilk darbesi olarak bilinmektedir. Bu makalede ilk olarak darbeyi hazırlayan faktörlerden yani tek parti döneminden çok parti dönemine geçiş, DP yönetimi ve ordu ile DP ilişkileri ele alınmıştır. Daha sonra 1960 darbesinin özelliklerinden bahsedilmiş ne tür sonuçlar meydana getirdiği irdelenmiştir. Son olarak da toplumsal hayatı nasıl etkilediği üzerinde durulmuştur.

GİRİŞ

Hükümet darbeleri ve ihtilaller, sosyal birer olaylardır. Sosyal olayların sebepleritek bir nedene bağlanamaz. Farklı sosyal olaylar ve etkenler birleşerek büyük sosyal olayları meydana getirirler.(Erdoğan,2006,48)
Askeri darbeler, bir ülke yönetiminin ülkeyi yönetemeyecek duruma gelmesinin ardından o ülke ordusu tarafından ülke yönetimine el konulması ile gerçekleşir. Darbenin ardından mevcut yönetim yıkılır, iktidar sahipleri makamlarından indirilir ve tutuklanır. Ülke yönetimine bir süreliğine de olsa askeri yönetim geçer. Mevcut anayasa kaldırılır ve yerine yeni anayasa yapılması için çalışmalara başlanır.
Askeri darbeler genel itibariyle şiddet unsuru kullanılarak yapılır. Darbeye karşı duran kişi ve kurumlar ağır cezalara çarptırılır.
“Türkiye Cumhuriyeti de 27 Mayıs 1960, 12mart 1971 ve 12 Eylül 1980 yıllarında anayasal hükümetleri deviren üç adet askeri darbe gerçekleşmiştir.”(Boztepe,2007,34)
Bu darbelerden 1960 darbesini ele alacak olursak aynı şekilde bu darbede içinde Adnan Menderes’in de bulunduğu birçok yöneticinin idam edilmesi ve bir kısmının da ağır cezalara çarptırılmasıyla şiddet unsurunun kullanıldığı bir darbedir. 

 DARBE ÖNCESİ TÜRKİYE

 Darbe dönemine gelmeden önce darbenin öncesinde yaşananları ele alarak başlamak darbe döneminin daha iyi anlamamızda bize fayda sağlayacaktır. En başından inceleyecek olursak Türkiye Cumhuriyet’i Devleti 7 Ocak 1946 tarihine kadar tek parti olan Cumhuriyet Halk Partisi ile yöneltiliyordu ve karşısında hiçbir muhalefet yoktu. Fakat dönemin Cumhurbaşkanı ismet İnönü’nün yaptığı bir konuşma esnasında yeni partilerin de kurulmaya başlayacağını vurgulaması üzerine birçok yeni parti kurulmaya başlamıştır. (Karahan,2). Bu sözlere dayanarak kurulan partilerin bir tanesi de Demokrat Parti’dir.
21 Temmuz 1946 yılında cumhuriyet tarihinde ilk olarak kayda geçmiş olan çok partili seçim yapılmıştır. Ancak bu seçim görünüş olarak çok partili seçim olarak bilinse de açık oy gizli sayım şeklinde icra edildiği için adaletli bir seçim değildir.(kili,1998,35) 
Bu seçimden yaklaşık 4 yıl sonra yeni bir seçim daha yapılmıştır.  Bu seçim hem şekil hem anlam bakımından tam demokratik bir seçimdir. Çünkü bu seçimde gizli oy açık sayım ilkesi benimsenmiş seçimler şeffaflıkla yapılmıştır. Seçim sonucunda yüzde 53’lük büyük bir oy oranına sahip olan DP, Adnan Menderes önderliğinde iktidarı kurmuştur.(Karahan,3)
Bu seçimin ardından ” 1950’lerin siyasal hayatı kültürel fay hattı boyunca ikiye ayrılmış olan toplumun temsilcileri olarak ortaya çıkan iki partinin yani CHP ve DP‘nin mücadelesi biçiminde geçmiştir.”(Kili,1998,37)
10 yıl sürecek bu çekişme süresince yavaş yavaş darbe ortamı oluşmuştur. Bu süreçte yaşanan dokuz subay olayı, Özellikle de iktidarın son yılında yaşanan toplumsal olaylar, tahkikat komisyonunun kurulması ve olağanüstü hal ilan edilmesi toplumu özelliklede büyük şehirlerdeki hayatı büyük ölçüde etkilemiş ve darbeyi uygulamak için darbecilerin eline somut nedenler vermiştir. (Erdoğan,2006,48) 
Bu nedenleri ayrıntısına girmeden inceleyecek olursak;
DP hükümetinin başa gelmesinden itibaren orduda DP’ye karşı örgütlenmeler başlamıştır. Ve Kurmay Yarbay Faruk Ateş Dağlı o dönemin ilk örgütlenmesini kurmuştur. Ancak darbenin temellerini atan örgüt 1954 yılında tuzla uçak savar okulunda kurulan örgüttür. Bu örgütün esaslı ve tek gayesi mevcut hükümeti yani DP yönetimini ortadan kaldırmaktır. Ama bu örgütün kurulma amacı DP iktidarını izlemek olarak lanse edilmiştir. Daha sonra bu örgüt harp akademileri örgütüne çevrilmiştir.(Kaya,2008,35)
1957 yılında Binbaşı Samet Kuşçu’nun ordu içinde çeşitli yapılanmalar bulunduğunu ve bu yapılanmaların darbe girişiminde bulunacaklarını açıklaması ayrıca bu yapılanmanın başındaki komutanlarında isimlerini vermesi üzerine hükümet bu durum üzerine harekete geçmiş ve birçok subayı tutuklamıştır. Ancak delil yetersizliğinden Kuşçu’nun itirafları ispatlanamamış tutuklanan subaylar serbest kalırken Kuşçu isyana teşvik suçundan 2 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Ve olay kapatılmıştır. Bu olay tarihe 9 subay olayı diye geçmiştir. Ayrıca menderes’in olayı aydınlatamaması darbeye giden süreçte yaptığı ilk hata olarak söylenegelmektedir.(Kaya,2008)
Daha sonraki süreçte yaşanan toplumsal olaylara baktığımızda genellikle son birkaç yıl içerisinde toplumda gerginliğin arttığı görülmektedir. Adana’da DP ile CHP’li gruplar arasında çıkan çatışmada 10 kişinin yaralanması daha sonra ki süreçte uşak’ta İsmet İnönü’ye taş atılması toplumda kargaşanın derinleşmesine yol açmıştır. İsmet İnönü’nün Konya’da yaptığı mitinginde olaylar çıkmış ve birçok kişi yaralanmıştır. Daha sonraları Kayseri’de çıkan iktidar ve muhalefet yanlısı çatışmalar için Kayseri’ye gitmek isteyen İnönü Kayseri’ye sokulmak istenmemiştir.(27 Mayıs raporu) Bu tür olaylar darbeye giden süreçte darbecilerin eline geçen somut nedenler olduğu açıktır.
Son olarak 1959 yılında mecliste CHP ve DP arasında ki tartışmalar gittikçe çığırından çıkmıştır. Ve CHP hakkında meclis soruşturması açılmasına karar verilmiştir. 18 NİSAN 1959 da tahkikat komisyonu kurulmuştur. (KAYA,2008,40)”
Tahkikat Komisyonu başta CHP olmak üzere Meclis içi ve dışı tüm muhalefeti hemen her türlü siyasi faaliyetten men etmeyi hedeflemiş ancak sorunları çözememiştir.” (Nalbantoğlu,2008,26)
            DP’nin bu tutumu darbe ortamını hazırlayan belki de en son ve en önemli adımdır.(Nalbantoğlu,2008,26)
Ayrıca Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki örgütlenmeler mevcut yönetimi indirmek için yani darbe yapmak için kendince birçok haklı nedenler bulmuştur. Bunlardan bazılar ise DP’nin demokrasi ile bağdaşmayan tavır ve davranışlar sergilediği, kendi yandaşlarına ayrı toplumun diğer kısmına da ayrı davranarak ayrımcılık yaptığı ve Atatürk ilke ve inkılâplarına ters düşen hareketlerde bulunduğu gerekçeleridir.(BOZTEPE,2007,37) 

27 MAYIS 1960 DARBESİ’NİN ÖZELLİKLERİ

“27 Mayıs 1960 hükümet darbesi; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde yirmi yıl sürecek, askeri darbeler dönemini başlatmıştır.”(Erdoğan.2006,57)

            27 Mayıs darbesi ordunun hiyerarşik düzeni ile yapılmamıştır. Darbe sürecinde darbeci ordu komutanları dışında kalan subaylara genelkurmay başkanıda dâhil olmak üzere bilgi verilmemiştir.  Darbe çoğunluğu yüzbaşı veya teğmen gibi düşük rütbeli subaylar tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu yönüyle ordunun tamamını darbeci olarak görmek yanlış olacaktır. (Erdoğan,2006)
            “1960 darbesinin sonrasında kabul edilen 1961 Anayasası ile demokratik haklar geliştirilmiş, basına, isçiye, üniversitelere verilen özgürlükler arttırılmıştır. Bu bakımından 1960 darbesi, diğer askeri müdahalelerden farklıdır.”(Erdoğan,2006,58)
            Bu darbede askeri darbelerin genel özelliği olan şiddet unsurunu içinde barındıran bir darbedir. Bunu darbe sürecinde çıkan çatışmalar ve darbenin ardından biri Başbakan ADNAN MENDERES olmak üzere üç kişinin idam ile cezalandırılmasından çıkarabiliriz.

  27 MAYIS 1960 DARBESİ

  “27 Mayıs 1960 sabahı Türk Silahlı Kuvvetlerinden kendilerine MBK denilen bir grup albay ve alt rütbeli subaylar hükümet, meclis ve askeri hiyerarşiyi etkisiz duruma getirerek idareyi ele geçirmişlerdir.”(Nalbanoğlu,2008,29) darbenin yapılış şekli ise 25 Mayıstan itibaren şu şekilde gerçekleşmiştir.
Hazırlıklar tamamlanmış artık 25 Mayıs 1960 olarak belirlenen darbe tarihinin gelmesi için gün sayılmaya başlanmıştır. Ancak başbakan Adnan menderes Yunanistan gezisini iptal etmesi ve Eskişehir’de bir miting için Eskişehir'e hareket etmesi darbe tarihinin iki gün ertelenmesine neden olmuştur. (Kaya,2008,42)
            26 Mayıs gecesi darbeci grup harp okulunda son kez toplanmış ve harekâtın ilk adımlarını atmıştı. Toplantıdan alınan karara göre darbe gece saat 3.00 sularında başlayıp 1 saat içerisinde tamamlanmış olacaktır.Ve denildiği gibi saat 3’te harekâtabaşlanmıştır. Önce merkez komutanlığına hareket eden darbeci grup orayı kolaylıkla ele geçirmiş ardından ordu evine subayları tutuklamak için harekete geçmiştir. Ordu eviönünde kısa bir çatışma yaşandıktan sonra darbeciler burayıda ele ele geçirmiştir. (Erdoğan,2006,41)
            Ankara'da Cumhurbaşkanlığıköşkü dışında ele geçirilmesi gereken tüm binalar ele geçirilmiştir. Bazı devlet binalarında kısa süreli çatışmalar meydana gelmiş hatta çatışma esnasında harp okulu öğrencilerinden biri ölmüştür. Bütün birimler ele geçirildikten sonra darbeyi daha rahat ilerletebilmek için telefon hatları kesilmiş daha sonra da köşke gidilmiştir.(Kaya,2008)
            Bu yaşananlar da bir süre sonra Cumhurbaşkanı Celal BAYAR’IN teslim olmasına sebep olmuştur.(Erdoğan,2006,41)
            Kendisine gelen bilgi dolayısıyla darbe yapıldığını öğrenen Başbakan Adnan Menderes Eskişehir’den hareket ederek Konya’ya varmak istemiştir fakat Kütahya dolaylarında tutuklanarak Harp okuluna getirilmek üzere yola çıkarılmıştır. Menderes bir gün önceki Eskişehir mitinginde tahkikat komisyonunun kaldırılacağını ve erken seçime gidileceğini söylemiş fakat aradan 24 saat bile geçmeden darbenin yapılmış olması tüm bu taahhütleri hükümsüz bırakmaya yetmiştir.(Erdoğan,2006)
            “İhtilalciler kendilerine mukavemet edebilecek askeri hedefleri bir bir ele geçirdikten sonra DP’lileri, CHP’lilerin de yardımıyla bir bir toplayıp Harp Akademisi’nin binasına toplamışlardır.”(Erdoğan,2006,41)
            Tamda planlandığı gibi darbeci grup kısa bir süre içerisinde darbeyi tamamlamış geriye tek bir şey kalmıştır ki o da darbeyi Türk halkına duyurmaktır. Bu iş için o dönem Kurmay Albay rütbesinde olan Alparslan Türkeş 27 Mayıs saatler sabah 5.15’i gösterirken radyodan Türk halkına haberi şu sözlerle vermiştir.
“Sevgili Vatandaşlar, bugün demokrasinin içine düştüğü buhran
Ve müessir hadiseler dolayısıyla ve kardeş kavgasına meydan
Vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri, memleketin idaresini
Ele almıştır. Bu harekâta silahlı kuvvetlerimiz, partileri içine
Düştükleri anlaşmaz durumdan kurtarmak ve partiler ustu bir idarenin
nezaret ve hâkimliği altında en kısa zamanda adil ve serbest
Seçimler yaptırarak, idareyi hangi tarafa mensup olursa olsun,
Seçimi kazananlara devir ve teslim etmek üzeregirişmiş
Bulunmaktadır. Girişilmiş olan bu teşebbüs, hiçbir sahsa veya zümreye
Karsı değildir…”(AKTARAN, BOZTEPE,2007,36-37)

            Her şey tamamlandıktan sonra ortaya büyük bir sorun meydana gelmiştir. O da darbenin başında kimin olacağıdır. Esasında ilk baştan beri tümgeneral Cemal Madanoğlu darbede etkili rol oynamıştır ama darbe yapıldıktan sonra rütbesinin tüm general olması ordu içindeki hiyerarşik yapıyı bozacağı için mümkün değildir. Bu sorunu gidermek için İzmir’e gönderilen bir uçak ile emekli orgeneral Cemal GürselAnkara’ya darbenin başına geçirilmiştir. Göstermelikte olsa bir orgeneral rütbesi bulunmuş ve orduda meydana gelecek kargaşalara mahal vermeden sorun çözülmüştür ve darbe tam manası ile gerçekleşmiştir.

27 MAYIS 1960 DARBESİ’NİN TOPLUMSAL HAYATA ETKİSİ

            DP hükümetinin sonunu getiren 27 Mayıs darbesi, darbe nedenleri kısmında bahsedilen uygulamaların beklenen bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.(Karpat,2011)
            DP hükümetinin yaptığı muhalefeti saf dışında bırakma çabaları, üniversiteli hükümete zıt görüşte olan öğrencileri baskı altında tutması ve olağan üstü hal gibi uygulamaları halkın menderes yönetiminden desteğini çekmesine neden olmuştur. Bozulan ekonomide bun Da eklenince halk bir çözüm arayışı içine girmiştir ve halkın iktidardan desteğini çekerek çözüm arayışına girmesi CHP ve halkı birbirine yakınlaştırmıştır. Halk arasında çok tutulmuyor olmasına rağmen CHP, özgürlüğün savunucusu olarak görülmeye başlamıştı.(Karpat,2011,200) 
            “Ortadoğu’da bu adeta bir kuraldır: güçlü bir hükümete muhalefet eden her grup kısa süre içinde halkın desteğini kazanır.”(Karpat,2011,201) 

 CHP muhalefetide buna uygun olarak özelliklede büyük şehirlerde destek almaya başlamış hatta iktidara karşı azımsanamayacak ölçüde muhalif toplamıştır. Muhaliflerin çoğunluğu büyük şehirlerden ve kendini aydın kesim olarak tanımlayan kişilerdir.
            Darbe günü darbecilerin ağır bir direniş ile karşılaşmadan yönetimi kısa süre içinde devralması da Menderes yönetiminin halk tarafından desteklenmediğinin bir göstergesidir. Halk tarafından büyük bir oyla seçilen otorite halk tarafından desteğin çekilmesiyle son bulmuştur.Darbe sonrasında yaşanan gelişmelere darbenin gerçek amacını ortaya koyar niteliktedir. Özellikle üniversite hocalarının DP hükümetine karşı ağır eleştirilerde bulunması hatta suçlamalara varan boyutlarda konuşmaları darbenin DP’ye karşı yapıldığının bir göstergesidir. (Karpat,2011)
            Bu sırada “basın, halkın aleyhinde zenginleşen toprak ağalarını dinci ve muhafazakâr grupları ve fırsatçı iş adamlarını ifşa etti.”(Karpat,2011, 202) bununla beraber işçilerde kendilerine verilen hakları yetersiz bulup kendileri için yeni düzenlemeler yapılmasını talep etmeye başlamıştır. Buna örnek olarak grev hakkı işçilerin istekleri arasında sayılabilir.
            Toplumda bunlar meydana gelirken kendilerini aydın olarak tanımlayan bir kısım ise köylü halka seçme ve seçilme hakkı verilmemesi gerektiği gibi fikirlerini söylüyor ve savunuyorlardı.(Karpat,2011)
            Bunun yanısıra 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin siyasal katılma ve örgütlenme üzerindeki etkisini bir siyasi partiyi (DP) ardından da tüm siyasi partilerin 14,000 bucak 140,000 Ocak örgütlerini kapatmasıyla görmekteyiz.(Mazıcı,1989.119) Bu kapatmalar toplumun siyaset üzerinde etkin rol oynamasına engel olmuştur. Yani demokrasiye aykırı bir harekettir demek de uygun olacaktır.
            27 Mayıs ihtilalinin yapan darbeci grup yönetime el koyduğu gün yaptığı açıklamada kısa süre sonra demokratik seçimlerin yapılacağını ve yönetimden çekileceğini söylemiştir. Fakat yeni yapılan reformlarda aksine temelli kalmayı düşünür gibi reformlar yapılmıştır.(mazıcı,1989,109) darbecilerin kalıcı olarak yönetime devam etmesi gerektiği de iyiden iyiye yayılmasının ardından halk buna artık tepki göstermeye başlamıştı. (Karpat,2011)
            Bu dönemde siyasi iktidarsızlığın sonucu olarak bir takım sorunlar ortaya çıkmıştır ki bunlardan biride ekonomide ki bozulmadır. Ticaret faaliyetlerin büyük oranda azalması halkı tedirgin etmeye başlamıştır. Askeri yönetimin halk tarafından tepki oklarını üzerine çekmesi günden düne artarak devam ederken Taşrada da köylü halk yapılan bu uygulamalar sonucunda sessiz kalarak tepkisini göstermiştir. Bu esnada bazı yerlerde askeri yönetime karşı örgütlenmiş bir takım gizli örgütler ortaya çıkmıştır. Tutuklamalar olmuştur. Bu tür eylemler DP yönetimini savunduğu için değil totaliter rejimin baskısından kurtulmak için yapılan eylemlerdir. Çünkü halk başındakinin kim olduğundan ziyade özgürlük içinde bir ortam kimsenin haklarını ihlal etmeyen bir yönetim istemektedir.(Karpat,2011)
            27 Mayıs darbesinin toplum üzerindeki etkisine farklı bir açıdan bakacak olursak o yıllarda yapılan uygulamalar halk tarafından aşırı bir tepki ile karşılaşmasa da daha sonra yapılacak olan 12 Mart darbesinde 27 Mayıs darbecilerinin yaptıkları yasalara göre yapılacağı için dolaylı yoldan toplum üzerinde etkili olmuştur.(Mazıcı,1989,111)
            Çeşitli yönleriyle ele aldığımız darbe toplumunun da gösterdiği gibi darbe ortamı iyi niyetli olsa da olmasa da toplumda bir kargaşa ortamı oluşturmuştur. İstikrarın olmaması ülke ekonomisi geride bırakmıştır. Yönetime gelenin orayı taht olarak kullanmak istemesi anlayışı, demokrasiye aykırı olmasına karşın uygulamaya geçirilmek istenmesi demokrasi açısından bir geri adım olarak nitelendirilebilir. Ayrıca sivil halkı sivil idarecilerin yönetmesi makul ve mantıklı iken silahlı güçlerin yönetimde olması halkı sindireceği, korkutacağı için toplumun yönetimde söz sahibi olmasını da engelleyecektir. Buda halkın halk tarafından halk için yönetilmesi ilkesine aykırı bir davranış olacaktır. Böylece toplumun İhtiyaçlarına da karşılık verilemeyecektir. Bu durum ülkede ilerlemeden ziyade gerilemeye hatta yok olmaya varan saf’alar kadar büyük sıkıntılar verir.
           
 KAYNAKÇA
 
BOZTEPE V. (2007), 1960 ve 1980 Askeri Darbelerinin Türk Siyasal Sinemasına Etkileri, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, yüksek lisans tezi, İSTANBUL
ERDOĞAN Ü. (2006), Demokrat Parti Ve 1960 İhtilali, http://www.belgeler.com/blg/15bq/demokrat-parti-ve-1960-ihtilali-democrat-party-and-1960-rebellion, (E.T 09/23/1013)
KARAHAN Ş. , 27 Mayıs Darbesi Ve Etkileri, http://www.belgeler.com/blg/2scg/darbeler, E.t 09/03/2013

KARPAT K. , Türk Siyasi Tarihi Siyasal Sistemin Evrimi, Timaş Yayınları, İSTANBUL, 2011

KAYA E. (2008), Türk Basınında 27 Mayıs İhtilali, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, yüksek lisans tezi, İSTANBUL
KİLİ S. , 27 MAYIS 1960 Devrimi Kurucu Meclis Ve 1960 Anayasası, Boyut kitapları, İSTANBUL, 1998
MAZICI N. , Türkiye’de Askeri Darbeler ve Sivil Rejime Etkileri, Gür yayınları, İSTANBUL, 1989
NALBANTOĞLU M. (2008), 27 Mayıs Askeri Müdahalesinin Konya Basınındaki Yansımaları, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, yüksek lisans tezi, AFYONKARAHİSAR

27 Mayıs Raporu,http://dosyalar.hurriyet.com.tr/haber_resim_3/27_mayis_raporu.pdf,
(E.T 03,/09/2013)


29 Ekim 2013 Salı

Kardeşinin Eti

Dünya üzerinde Tanrı olduğu sanrısıyla yaşayan ve kapitalist sistemin şifrelerini çözüp güç odağı haline gelen bir kaç Ailenin şimdiki tek hayali...yeni dünya düzeni.Tüm dünyanın tek bir merkezden yönetildiğini düşünün.Tek bir halk, muazzam ve şuan hayal etmeyi beceremeyeceğimiz teknoloji ile donatılmış tek bir ordu (belki de söylenen her harfi milisaniyelik gecikme ile yerine getiren robotlar), tek bir ekonomik sistem...Aslında bu çok zor değil.İnsanların düşünme yetilerini en aza indirdiğinde, onları meşgul edebilecek, tabiri caizse uyuşturabilecek sistemleri inşa ettiğinde gerisi çorap söküğü.Evet...düşünün bi, basit bir mantık yürütelim.Hemen hemen her ailenin kredi kartı var ve alım gücü düşük olan halkın geneli aldığı çoğu malı taksitlendirerek ödemesi  gereken tutarın daha fazlasını ödemek durumunda kalıyor.Yani kredi kartı hizmetini veren banka zenginleşiyor.    
2. bir durum bankadan 20 kişinin kredi aldığını düşünün ve bu 20 kişi aldığı krediyi en az %15 lik faiz oranlarıyla geri öderken, 20 kişinin de parasını bankaya faize yatırdğını varsayalım, banka parasını faize yatıran insanlara %3 üzerinden faiz ödüyor.Yani kredi kartı hizmetini veren banka zenginleşiyor.Banka benim 1000 liramı sana veriyor senden geri alırken 1150 lira olarak tahsil ediyor.Benim paramın üzerine 30 lira ekliyor.Bende seviniyorum 1000 lira üzerinden 30 lira kar ettiğimi düşünerek.Senin kanını emerken, senin yıkılan ailenden hiç haberim olmuyor ve ruhum duymuyor.Düşünmek de istemiyorum zaten.Bana ne?Ben 30 liramı indirmişim cebime...
İşte yüzyıllardır bu mantık üzerine işleyen tüm bankalar her geçen gün zenginleşirken, halk bunun aksine her geçen gün fakirleşiyor.Bankalar aracılığıyla önce birbirmizin avucundaki parayı alıyoruz.Sonra banka bizim ensemize vurup dur bakalım senin payına düşen bu, pastanın çoğu benim diyor ve alması gerekeni yine devlet eliyle belki kolluk gücüyle alıyor.Sonra senin payına bırakılan pastya da göz dikiliyor emin ol onunda sırası gelecek.Ve çok afedersiniz ama biz birbirimizi düdüklüyoruz.Banka sahiplerinin de kimler olduğunu da bir düşünürsek eğer, tek bir merkezden yönetim hayalini kuranların bu insanlar olduğunu anlayabilirsek, dünya üzerinde ki bütün orta sınıf ve alt sınıf insanların milyarlarca insanın bu bir kaç ailenin her geçen gün daha çok zenginleşmesi için çalıştığını bi farkedebilsek.Belki birşeyler değişir.Ama bizim önümüze sistem adı altında bir platform yerleştiriliyor.Biz zannediyoruz ki olması gereken bu.Ama platformun arkasında farketmeden bize kardeşimizin etini hazırlıyorlar, ağzımıza layık bir şekilde.Bu diyorlar.Sistemin senin için hazırladığı en lezzetli şey.Sen ağzına bir lokma alırken o etten, içinde bir his oluyor.Önce bi boğazına takılıyor o et.Çiğniyorsun, çiğniyorsun geçmiyor boğazından....Sonra zorla ittiriyorsun.Ve o etrafındaki insanların ilginç bakışlarından bir an önce kurtulmak için diyorsun ki ne yediğini bilmeyerek: Vaay süpermiş!!!  

28 Ekim 2013 Pazartesi

Epiktetos-Düşünceler ve Sohbetler

*At ben güzel bir atım diye övünebilir.Ancak benim güzel bir atım var diyemezsin.Çünkü senin olan bir şey yok.

*  “Onu kaybettim “ deme “Onu iade ettim” de.

*Boş konuşma, az gül, az yemin et.

*Atletik oyunlarını yada Fidyas’ın heykellerini görmek için uzun yolculuk yaparsınız oysa Tanrı’nın yarattığı güzellikleri görmezden gelirsiniz.

*Hükümdar veya bir Bey’in himayesi bizi huzurlu kılıyor.Ancak neden yegane koruyucu Tanrı’nın himayesi korkuları ortadan kaldırmaya yetmiyor?

*Taşı taklit et sana edilen küfürleri duyma

*Atina’yı Akropolis’i ne vakit göreceğim diyorsun.Atina’yı görmekten mahrum olduğun için üzülüyorsun.Peki güneşi görmekten mahrum olduğun için ne zaman üzüleceksin.

*Güzel konuşma sanatı varsa güzel dinleme ve güzel anlama sanatı da vardır.

Orhan Pamuk-Cevdet Bey ve Oğulları

*Devlette yükselmek için çalışkanlık ve zeka kadar hatta daha çok çevre ve ilişkiler önemlidir.

*Demolins’e göre İngilizlerin üstünlüğünü bireylerin,insanların daha özgür olmasında aramak lazım.İşte bizde bu yok.Bizde öyle özgür, aklını kullanan, girişken insan yok! Bizde herkes köle, herkes boyun eğmek, toplumun içinde erimek, korkmak için yetiştiriliyor.Eğitim dedikleri şey hocanın dayağı, anneyle teyzenin saçma tehditleri.Din, korku, karanlık düşünceler, ezberlenmiş şeyler…Sonunda başka bir şey öğrenmiyorlar.Kimse kendi çabasıyla, topluma karşı çıkarak yükselmiyor.Herkes boyun eğerek, birinin himayesine girerek, kulluk ederek yükseliyor.Kimse kendi hesabına düşünmüyor.Düşünürse korkuyor…

Yılmaz Erdoğan-Hijyenik Aşklar

*Herşey daha önce yaşanmış…Kullanılmış ilişkilerdeki ikinci el ucuzluğunu aşk zannediyoruz.Hayır o sözler söylendi, hayır o şarkıya ağlandı daha önce…Hayır o çiçekler birer pahalı klişelerden ibaret.Kırmızı aşk demekmiş! Yok ya? Bütün aşklar yanı şey demek değil ki.Sarı gül ayrılık anlamına gelirmiş!Hadi oradan! Kim uyduruyor bunları? Hangi çiçek toptancısı isim verebiliyor binlerce şairin milyon yıldır adlandıramadığı şeylere?

Aşkı, ayrılığı, sevdayı şairlerden daha kolay anlatıyor çiçekler!Parasını ödeyin yeter…Doğum günlerini, evlilik yıldönümlerini bir hafta önceden hatırlayın yeter…Yerli yerinde olsun klişeleriniz.Şarabınız ve mumlarınız hazır olsun…Sevmek için iyi bir yürekten çok aksesuarlarınızın tam olması önemlidir.

Ben bu özel günleri hep unuttum….yani mart ayında herhangi bir günü birlikte olduk diye sene-i devriyesini neden kutlayayım ki.İnsan nasıl berbat bir duruma düşer bazen…Eve girersin, ışıklar söndürülmüş, mumlar yanmaktadır….O saniye anlarsın, o gün senin unuttuğun özel bir gündür….Allah’ım neydi bugün?     Ayın kaçıydı?    Daha da önemlisi hangi aydayız?

Hep küstüler bana hayatım boyunca. Sevmedim, sevdiysem de önemsemedim zannettiler…Yanıldılar.Seviyordum önemsiyordum. Önemsemediğim daha doğrusu anlamadığım klişelerdi…Sevdam fazla sadeydi.Aksesuarlarım eksikti...Hala da eksiktir.


*İyi havaları sevmez şairler,yağmur çocuğudur onlar.

25 Ekim 2013 Cuma

Michael Sikkofield-Piyon

Blog yazarlığında oldukça başarılı olan ve benimde severek takip ettiğim Michael Sikkofield daha önce takipçilerine bir süprizinin olacağını söylemişti.Takipçileri blog üzerinden paylaşılan yazıların azaldığından şikayet ediyorlardı.Meğerse Michael Sikkofield geriye kalan zamanında kitap yazmakla meşgulmuş.Dün sevenlerine bloğundan çıkaracağı kitabın müjdesini verdi.Gerçekten akıcı bi dile sahip olan yazarın blog yazarlığı deneyiminden yola çıkarak kitap yazarlığına ilk adımını atması tüm blog yazarları için özenilecek bir durum.Kitabı gerçekten bende çok merak ediyorum.Ana fikri bir makale ile anatmakta başarılı olan Sikkofield acaba kitap yazarlığında da aynı başarıyı gösterebilecek mi? Hayırlı olmasını diliyorum.İnşaallah yolu açık olur.

http://michaelsikkofield.blogspot.com/2013/10/sikkofieldn-kitab-ckyormus-lan.html



24 Ekim 2013 Perşembe

Tanrıların Rüyası

Haberleşme ağının gelişmesiyle birlikte dünya artık bir şehir hükmünde...Eski olanaklarla bilgi aktarımının en hızlısı at üstünde giden ulaklardı ve bu lazım olan bilginin belki günlerce sonra yerine ulaştırılmasına sebep oluyordu.Ancak günümüzde dünyanın en uzak köşesinde gerçekleşen bir hadiseyi anında öğrenebiliyoruz.Ve bu da dünyanın artık tek bir merkezden yönetilebileceği fikrini uyandırıyor bazı Tiranların zihninde.Bir alimden öğrendiğim şu tespit çok hoşuma gitmişti:"İndirilen bütün dini kitapların hitap ettiği ayrı bir topluluk varken Kur'an tüm dünyaya gönderilmiştir.Bunun bir sebebi de şudur.Diğer kitapların indirildiği anda olanaklar bilgiyi ancak belirli bir bölgeye kadar kadar götürme gücünü veriyordu.Fakat Kur'an indirilikten 1300 sene sonra olanaklar bilgiyi tüm dünyaya aynı anda ulaştırma yeteneğini bize kazandırdı.Bu da İslam'ın neden bir topluluğa ait değilde evrensel bir din olduğunu bize kanıtlıyor.İslam bugünkü iletişim kanallarıyla  dünya geneline aktarılabilir durumda." Gerçekten bugün istediğimiz takdirde belki hayatımız boyunca göremeyeceğimiz yerlerdeki insanlarla internet aracılığıyla konuşabilir birbirimize bilgi aktarabilir durumdayız.Gerçi bu imkanı bizim mahallede İsanyolca sözlükle dolaşan Mehmet abi internetten kadın düşürmek için yapıyosa da bu bir gerçek.Sonuç olarak gelişen teknoloji ile iletişim ağı tüm dünyayı kapsar hale geldi ve herkesin herkese ulaşması neredeyse mümkün oldu.Facebook hesabımıza girdiğimizde aynı anda 2000 belki 5000 kişiyle irtibat halindeyiz.Bizim mahalledeki Encümen Demirci Ali Abi bildiği yarım ingilizcesiyle Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Barack Obama'ya twitterdan ayar vermeye çalışıyor.Bu durum teknolojinin iletişim alanındaki beceresini gözler önüne seriyor.

Popüler Kültür de teknoloji sayesinde çok hızlı bir şekilde aktarılıyor.McDonalds bugün sabit  bir noktadan ürettiği köfteleri ulaşım ağı desteğiyle bütün işletmelerine ulaştırıyor, tüm işletmelerinde aynı köfte makinesiyle köfte yapıyor ve tüm dünyaya aynı anda aynı lezzette köfte ekmek yedirebiliyor...Toparlayacak olursak televizyon,basın-yayın,reklam,dizi ve sinema gibi görsel yayın araçlarıyla dünya genelinde popüler bir kültür oluşturmak çok ta zor değil.McDonalds'ın reklamlarını izleyen her çocuk muhakkak anne babasını bir kere olsun McDonald's a, o tüm hayvanların etlerinin harman edilerek yapıldığı ve iğrenç yağlarda pişirildiği tatsız köfteleri yemeğe götürmüştür itiraf edelim.Bu da bize iletişim yayınlarının kuvvetini ve bizi ne kadar yönlendirdiğini kanıtlar.Hal böyle olunca katrilyonun ötesinde dolarları yöneten insanların dünyaya yönetme arzularının ortaya çıkması içten bile değildir.Çünkü adamın isteyince elde edemeyeceği hiç bir mal ve zevk yoktur yeryüzünde.O yüzden Tanrı olmaya soyunur bu Firavunlar.Bu adamların kimler olduğunu anlatmaya kalkarsam bu yazı çok uzar o nedenle bu bilgileri, Rockefeller gibi adamların kimler olduklarını Micheal Sikkofield'den okuyun derim. Gayet yerinde tespit ve nokta atış yazıları var.

Evet konumuza dönecek olursak Geçenlerde öğrendiğim bi haberle dumura uğradım.İphone 5s'te telefon kilidi parmak izi okuyucuyla açılacakmış.Zaten halihazırda internetle bağlantısı olan bu akıllı telefonların maksadı aslında en başından beri  söylenildiği gibi insanlara ait bilgilerin depolanması.Adamlar parmak izinizden tutun, sizden habersiz ön kamerasıyla çektiği size ait fotoğraflar dahil tüm bilgi ve paylaşımlarınızı depoluyorlar bu kesin.Bu bir komplo teorisi olamaz.Ve siz forsquare midir nedir o halttan hala her gittiğiniz yeri etiketlemeye devam edin.Sistem sizlerle ilgili tüm bilgileri toplarken , kendinizi kaptırdığınız o popüler olma hevesinizle sizlere yaptırtıyor tüm bu işlemleri.Faceboook hesabınızla tüm kimlik bilgileriniz ve arkadaşlarınız zaten biliniyor, Forsquare aracılığıyla gezip geçtiğiniz her yer biliniyor, parmak iziniz biliniyor, twitter araclığıyla belki sahip olduğunuz siyasi görüş ve katılmış olduğunuz tüm siyasi aktiviteler biliniyor.Ve siz tüm bu bilgileri popüler olabilmek adına paylaşıyorsunuz internetten.Çünkü bu bizlere öğretildi.Popüler kültür denilen şey işte tamda bu aslında.

Dünyayı tek bir merkezden yönetmek isteyen güç odakaları var ve bunlar bu işi bize sevdirerek yapıyorlar, yapacaklar. Bizleri teknolojik oyuncaklarıyla büyüleyip, asalaklaştırıp Tanrı olma isteklerini gerçekleştirecekler.Şuanda dünyanın bilmiyoruz belki kaç yerinde aynı anda bombalar patlarken TV ler onları değilde  ajanstan çağırdıkları kurmaca kişilerle çektikleri "Ben Bilmem Eşim Bilir"i bize izletiyorsa ve biz aslında tüm bu olanları biliyorken ağzımız açık hipnoz olmuş bir şekilde hala TV seyretmeyi becerebiliyorsak suç aslında bizlerde.Bizler yönetilmeye alıştırılmışız.Bizler yönlendiriliyoruz.Ve bizi yönlendirmek isteyenlerin şuan yaptıkları deneylerden en önemlisi; elektronik bir çipin insan beynine yerleştirilmesi ve beyne bilgi aktarabilmesi...en çok yatırım yaptıkları bilim alanı "Zihin Kontrol". Bence bu çoktan başarıldı sadece bazı şeylerin sırası var ve zamanı bekleniyor.Beynine çip takılmış vatandaşlık anlayışı yeşeriyor.Hadi hayırlısı....


Konuyla ilgili Tavsiyler: Black Mirror (Dizi) , Ömer Özkaya-Zihin Kontrol(kitap )

23 Ekim 2013 Çarşamba

Yine yazasım, dertleri satırlara dökesim var. Her roman okuduğumda muhakkak bu durum bende vuku bulur.Ne yazacağımı bilemeden, yazmak istediğim çok olur.Aslında yazmak istediğim, yazsam sayfaların yetmeyeceği bir kaç mesele var kafamı kurcalayan ama şimdilik onların bilincimin altında saklı kalıp zihinsel süreçlerini tamamlamaları gerekiyor.Ne onlardan bahsedebilecek özgüveni ve ne de onları hakkıyla anlatabilecek yeteneği kendimde görebiliyorum.Yazmak bi nevi kendinle konuşmak, kendinle dertleşmektir.Ruhun bilinmeyen sırlarını açığa çıkarır derler bizim eskiler...Belki de o sırları ortaya çıkarmak isteyişim yazdırıyor bana.

17 Ekim 2013 Perşembe

"Olman" gerekeni bilipte, bilmekle olmak arasındaki o yüce farkı irdeleyince zihin bocalıyor yaşamın gerçek zemininde.O sıcak asfaltın sertliğine yüzüstü çarpıyor ağzı burnu kanlar içinde.Ayağa kalkman gerekiyor "Olman" için ama eğer düştüğün yerden kalkamıyorsan hala bildiğini Olduramıyorsun demektir.Bazen ne yaparsan yap olmaz, bazen hiç bişey yapmazsın kendiliğinden oluverir.Herşeyi Oldurmanın bir sırrı yoktur realiteye göre ama materyalist felsefe de Oldurmak bir "secret" tır.Ve bu "secret" ı kitap yaparlar herkes düşündüğü herşeyi Oldurabilsin diye.Pozitifist yaklaşım her Oldurmak istenenenin belirli bir bilgi sistemiyle öğretilebileceği kanısındadır.Kaderci yaklaşım da ise nasibinde yoksa 1000 takla atsan Olduramazsın hiçbişeyi.Bana kalırsa bu yaklaşımlar hiçbiri tamamen doğru değil.Olman gerekeni bilipte olamaman işte seni sınavın bu.Olmaya çalışmak...  

9 Ekim 2013 Çarşamba

Facebook'un Bize Kazandırdıkları ve Kaybettirdikleri

Bu yazıyı "The pros and cons of Facebook" adlı makaleden faydalanarak yazıyorum.Birebir  çeviriden ziyade  daha akıcı bir dil kullanmaya gayret edeceğimden İngilizce makalenin birebir karşılığı olmayacaktır.

Facebook'un Bize Kazandırdıkları ve Kaybettirdikleri:

Monica Harper bir kafede yanlız başına oturuyordu.Ancak O aslında tam olarak yanlız değildi çünkü akıllı telefonunun bir tık'ı ile 639 arkadaşıyla birden bağlantı sağlayabiliyordu.Kafede otururken çoktan bir kişi ile çetleşmiş, kuzeni Sara'nın düğün fotoğraflarına bakmış ve doğumgünü olan 2 arkadaşına elektronik kart göndermişti.Şimdi arkadaşlarının durum güncellemelerini kontrol ediyor ve erkek arkadaşının  iş görüşmesinin sonucunun başarılı geçtiğini, işi aldığını öğreniyordu.Bir dakika....Neden erkek arkadaşı öncelikle onu arayıp haber vermiyor da bunu hemen Facebook'ta paylaşıyordu? Neyse boşver diye geçirdi içinden sonuçta erkek arkadaşı işi almıştı.

Çoğu arkadaşı gibi Monica'da yıllardır Facebook'u kullanıyor.Facebook'un dünya genelinde 500 Milyonun üzerinde üyesi var ve hergeçen gün daha hızlı bir şekilde büyüyor.Facebook bir sosyal ağ fenomeni ve  Facebook üyelerinin yarısı günlük olarak giriş yapıyor.Birçok insan gibi Monica da gün içerisinde bir çok defa  hesabını kontrol ediyor ve Monica'nın çalıştığı yer Facebooka girişi ne zaman engellese Monica hemen akıllı telefonunu çıkarıyor, durum güncellemelerinden haberdar oluyordu.

Monica Facebook'tan hemen hemen hiç çıkmıyordu ancak bazı zamanlar ara vermesi gerektiğini düşünüyordu.Bu aralar biraz takıntılı biri olmaya başladığını hissediyor, mesajlarına kimse cevap vermeyince yada fotoğrafına kimse yorum yapmayınca endişe duyuyordu.Geçen ay eski Üniversitesindeki oda arkadaşı, gönderdiği arkadaşlık isteğini kabul etmedi ve bu durum Monica yı gerçekten derinden üzmüştü.


Diğer bir kişi Daniel Modeski.

Daniel Modeski, Monica ya göre daha az ilgili Facebook'a.O aslında Facebook'u bırakmayı düşündüğünü itiraf ediyordu ancak  üniversiteye gittikten sonra ailesiyle görüşmek için Facebook'a bağlanıyordu.Fakat Facebook Daniel'e göre gerçekten olağanüstü dikkat dağıtıcı birşey.İnsan önce  sadece mesajlarını kontrol etmek için giriş yapmayı düşünüyor ancak sonra durum paylaşıyor, video izliyor ve oyun oynuyor.Daniel: "Facebook'ta her zaman yapacak birşeyler var" diyordu. "Ve eğer ertesi gün sınavın varsa gerçekten Facebook iyi birşey değil." 

Facebook aynı zamanda Daniel'e göre mahremiyeti (özel hayatı) için büyük bir dezavantajdı.Gönderdiği mesajların ve fotoğraflarının başka insanlar tarafından görülebileceğini düşünüyordu.Paylaştıklarının tanımadığı insanlar tarafından görülebileceği hissi Danil'e kendisini kötü hissetiriyordu.Çünkü Facebook'un gizlilik kontrolleri ile ilgi sorunları, kişisel bilgilerin çok da özel kalmadığı endişesini uyandırıyordu.Bu yüzden Daniel paylaştıkları ile ilgili çok dikkatli davrandığını söylüyordu."Eğer hesabımı silersem endişe duymama gerek kalmayacak ama muhtemelen birçok insanla da bağlantım kopacak bu nedenle silemiyorum"

İyi yada kötü , Biz sürekli sosyal ağ sitelerinde bulunma ihtiyacı hissediyoruz.Çünkü sosyal ağlar bize bütün insanlara ulaşma fırsatı ve onlara karşı bir aidiyet duygusu veriyor.Fakat sosyal ağların bize yanlızca görsel bi dünya yarattığını hatırlamalıyız.Gerçek dünyada 639 arkadaşımızla bağlantıda olmamız imkansız.Evet belki Facebook aracılığıyla insanlarla etkileşim halinde olabiliriz.Ancak ondan her zaman bir adım geri durmalıyız.

Gerçek bir kişiyle öğle yemeğine gidin! Ve oturmadan önce Off line olun.Durumunuzu sonra da güncelleyebilirsiniz.   

8 Ekim 2013 Salı

Deneme

Bilinir ki insanoğlu hayatını sarmalayan bazı kişi veya fikirlere gereğinden fazla değer adletmezse hayat çokta çekilir bir dert değildir.Koklamaya kıyamadığın her güzelliğin içine ufakta olsa birer zahmet tohumu gizlenmiş, her mutluluğun bitecek olması endişesi insanın keyifle yemekten korktuğu o leziz lokmayı kursağında bırakmıştır.Felsefeye yapma niyetinde değilim.O "hayatını anlamını çözdüm artık" artisliğinden de bir o kadar uzağım.Yakınmak istediğim bazı meseleler var lakin kaderi tenkit yahut yaratılışımı sorgulayış kibri de değil bu.Başarısızlığımın sebeblerini ve kendimi arayış desek yeridir heralde.Yaşım 20'li yaşlara varmışken hala içten içe nasıl bir insan olmam gerektiğini sorgulamaktan bunaldığım zamanlarım çok bu aralar.Çocukluğumu çok özlüyorum.Çocukluk anılarımın gerçekliği ve yaşamaya dair verdiği lezzet , şimdi yaşadıklarımın gerçekliğinin belki 10 katı.Halbuki tüm çocuklar gibi bende büyümeyi çok dilemiştim her gece başımı yastığa koyduğumda.Kardeşimle aynı odada yatıp muhhabbetten uyuyamadığımız günlerin o samimane buğusunu, şimdi tutkunu olduğum hiç bir zevk ve insanda bulamam, bu bana güneş gibi aşikâr.İlkokulda aşık olduğum kıza hissettiğim duygu selinin yerini bugün aşık olsam en hasına, damlalar alamaz.Her geçen gün saflığımı kaybediyorum, saflığımızı kaybediyoruz.Çocukken etrafımdaki tüm insanlarla o kadar alakadar, o kadar onlara muhabbet beslerken, şimdi içimdeki sesle, kendi isteklerimin sesiyle o kadar alakadarım ki etrafımdakilere değer vermeye müsade etmiyor bencilliğim.Kayboluyorum.Kendime dair isteklerimin ve hayallerimin girdabında boğuluyorum.Bu tuzlu suyu içtikçe yanıyorum, yandıkça içiyorum.Kısır bi döngü..."İnsan Ne ile Yaşar?" derken Tolstoy  sorunun cevabının Sevgi olduğunu çok sonradan öğreniyorum.Hayatımdan sevgiyi çıkarınca geriye hiç birşey kalmadığını görüyorum.Ancak bunu zamanında farketmeyişimin diyetini çektiğim vicdan azaplarıyla o kadar ağır ödüyorum ki artık hayatı ıskaladığımı, hayatta kazanılması gereken o ruh inceliğini ve olgunluğunu bu vakitten sonra kazanamayacağı düşünüyor, bu fırtınalı hal ile ruhumun tüm derinliklerine sıtmalı bi rüzgarın usulca iliştiğini ve beni artık içten içe zayıflattığını hissediyorum.Çektiğim ızdırabın en acılı kanserden bazen daha katlanılmaz bi acı verdiğini düşünüyorum, halbuki kesinlikle değildir bundan da bi o kadar eminim....Sevgi diyorduk.İnsanın özüdür sevgi.Sonsuz bir sevme kabiliyetine sahiptir kalp.Bunu aşık olduğunuzu zannettiğiniz zamanlarda hissederseniz.Aşık olduğunuzu zannetiğiniz dedim, bunu başka bir denemede açıklarım ancak konumuza dönecek olursak o aşk duygusuyla kavrulduğunuz zamanları hatıranızda canlandırabilirseniz, tüm bedenenizle o ateşten gömleğin içine girdiğiniz zamanı tahayyül edebilirseniz bu sevme duygusunun diğer tüm duygulardan ne kadar kuvvetli olduğunu kıyas edebilirsiniz.Küçücük bir virüsün bedene sızmasıyla dağ gibi adamların kuvvetine dair bütün hisslerini kaybedip yataklara düşmesinden daha etkilidir ruha  sızan karasevdanın etkisi.Tüm bunları göz önünde bulundurduğumda anlıyorum ki, başarmak, başarılı olmak dediğim şey gelip geçici etiketler (Üniversite sınavını kazanmak, başarılı bir iş adamı olmak.. vs) değil de Sevme'ye ait sırrın gerçekliğine ulaşmak, kendimi aramaktan kastettiğim şey ise Sevme hissinin herkesi kuşatacak derecede kalbimde hasıl olmasıdır.Bu hissi kalbimde bulmamdır.O zaman kendimi bulduğumu düşünmeye başlarım belkide. Ama başaramıyorum.Çocukluğumdan bu yana kaybettiğimi hissiyatımı geri döndürmek bana göre imkansız.

6 Ekim 2013 Pazar

Yakup Kadri Karaosmanoğlu-Zoraki Diplomat

Sosyal hadiselerin laboratuvarı, boş laflarla vakit geçirilen şatafatlı merasim salonları değil, alın teri döken insanların gösterişsiz muhitidir.

21 Eylül 2013 Cumartesi

TÜRKİYE’DE DİNİ TERÖR ÖRGÜTLERİ

ÖZET

Türkiye; Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının birleştiği noktada bir köprü durumunda, dünya güç dengesini etkileyebilecek  çok yönlü çıkar ve güç çatışmalarına sahne olan, Ortadoğu’daki petrol kaynaklarına yakınlığı ve Orta Asya’daki Türk devletleri ile uyum içinde  olabilme avantajı ile önemli bir jeopolitik ve jeostratejik konuma sahiptir. Bu önemli konumundan dolayı, bazı devletler tarafından desteklenen çeşitli terör örgütleriyle mücadele etmektedir. Burada bu örgütlere değineceğiz.                                                                                                                             

TÜRKİYE’DE DİNİ TERÖR


‘’Terör baskı, cebir, şiddet, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyeti’nin varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü eylemlerdir. ‘’(12.041991 tarih ve sayılı Terörle Mücadele Kanunu Terör Tanımı)
 Terörizm kavramı ise,“ Terör yöntemlerinin siyasi bir amaçla örgütlü, sistemli ve sürekli bir şekilde kullanılmasını benimseyen bir strateji olarak terör kavramından ayrılmaktadır. Terör terimi, dehşet ve korkuyu belirtirken terörizm, bu kavrama süreklilik ve siyasal içerik katmaktadır. Buradan hareketle terörizm, Savaş ve diplomasi ile kazanılmayan sonuçları elde etmek, korkutmak ve itaat ettirmek için bir teoriye, felsefeye ve ideolojiye dayanılarak siyasi maksatlarla, iradi olarak terör ve şiddetin sistemli ve hesaplı bir şekilde kullanılmasıdır.’’(EGM Terörizm Tanım)ı  Şeklinde tanımlanmıştır.
Günümüzde yaptığı eylem ve faaliyetlerle bütün dünyayı ciddi şekilde huzursuz eden terör belâsı, daha çok İslam olmak üzere, din maskesini de kullanmaktadır. Bu aldatıcı metotla hem daha kolay militan devşirmekte, hem maddî ve lojistik destek bulmakta, hem de kendisiyle yapılacak mücadelede geniş halk kitlelerinin desteği yeterince sağlanamadığından başarısız kalınmasına neden olmaktadır. Hassas konuların başında gelen din, aslında bütün insanları kucaklayan ve huzur içinde bir yaşam sürmelerini sağlayacak etik prensipler üzerine bina edilmiştir. Ancak tarih boyunca zaman zaman yanlış yorumlanarak bu amacının tersi bir durumun ortaya çıkmasına adeta neden ve kaynak haline getirilmiştir.

Maalesef bu durum hem Yahudilik, hem Hıristiyanlık, hem de İslam için söz konusu olmuştur. Günümüzde de benzeri bir durum yaşanmakta ve ulaşım araçlarının yaygınlık kazanmasından ötürü, küresel ölçekte din adeta terörün kaynağı ya da en azından kaynaklık edecek unsurlar taşıyan bir keyfiyet olarak anlaşılmaktadır.
Bunu haklı çıkarmak için de şeriat, cihad, ülke kavramı, şehitlik, hükmün Allah’a ait olması, iyiliği emretme,  gibi  kavramların anlamları tersyüz edilerek yani; çarpıtılarak kitleler etki altında bırakılmaktadır. Bu yanlış yorum ve uygulamalara karşı çıkma ihtimalinden ötürü de yetişmiş din âlimleri hedefe konarak yıpratılmakta; yanlış yorumlarını anlamaya yardımcı olacak usûl ilmi tanınmamakta,  sadece zahirî ve parçacı bir yorum yapılmakta; seviyeli din eğitiminin verilmesi engellenmekte ve muhalifleri sindirmek için, Hizbullah’ta görüldüğü gibi, kelimenin tam anlamıyla terör estirilmektedir.  Emniyet Genel  Müdürlüğü  Terörle Mücadele Dairesi Başkanlığı’nın belirtmiş olduğu Türkiye’deki  Dini Terör Örgütleri şunlardır:                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                       
1)HİZBULLAH
2)HİLAFET DEVLETİ(HD)
3)İSLAMİ BÜYÜK DOĞU AKINCILARI CEPHESİ(İBDA/C)
4)CEYŞULLAH ÖRGÜTÜ
5)EL-KAİDE  TERÖR ÖRGÜTÜ TÜRKİYE YAPILANMASI
T.C İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele Dairesi Başkanlığı ‘nın belirtmiş olduğu bu 5 terör örgütünün dini ideolojik unsurlar içerdiği görülmektedir. Şimdi bu örgütleri ve bu örgütlerin dini, hangi gerekçelerle istismar ettiğine bakalım:                                                                            
1.Cihat Kavramı:
Sözlükte, “çalışmak, uğraşmak, güç ve gayret sarf etmek, bir işi başarmak için elden gelen bütün imkanları kullanmak” anlamlarına gelen cihat, dini bir kavram olarak dini emirleri öğrenip ona göre yaşamak ve başkalarına öğretmek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaya ve İslam’ı tebliğe çalışmak, nefse ve dış düşmanlara karşı mücadele vermek anlamına gelmektedir. http://www.network54.com/Realm/hizbullah/   10.03.2013

“Cihat, hayatın her safhasıyla ilgili iyilikler yolunda gayret etme, çalışma ve kötülüklerle mücadeleyi kapsadığı görülür.Hz. Peygamber, “Gerçek mücahid nefsiyle savaşandır.”  buyurmuşlardır. Buna göre cihat, hayatın gayesi olarak Allah’a kulluk etmek, bu uğurda nefsin meşru olmayan arzularına karşı koymak ve şeytanla mücadele etmek, Allah ve Resulünün koyduğu evrensel ölçülerin fert hayatında uygulanmasına, toplum hayatında da yaygınlaştırılmasına çalışmak, İslam’ı tebliğ etmek, ülke ve Müslümanları her türlü tehlike ve haksız saldırılara karşı savunmayı içeren kapsamlı bir kavram olup, kalp, dil, el ve beşeri aksiyonun ortaya konulduğu her türlü alet ve araçla yapılabilen bir eylem ve davranış biçimidir.”  http://www.network54.com/Realm/hizbullah/  10.03.2013


2.Terör Örgütlerinin Cihat Kavramını Algılaması:
Terör örgütlerinin cihat algılamalarını ortaya koymak için referans aldıkları bazı kaynaklardan bahsetmek yerinde olacaktır.
“İslam; kan, ihtilal, gözyaşı ve cihat dinidir. (Mutaharri)                                                      Aydınların tarihi ihanetlerle, alimlerin tarihi başkaldırılarla doludur. (Ali Şeirati)

Aşk iki rekattır, abdesti ancak kanla alınır. (Humeyni)                            
Hizbullahi mesaj, cihada dayalı dindarlıktır. (Ali Korani)” 

Terör örgütlerinin, cihat kavramını savaş ve öldürme ile özdeşleştirmeye çalışmasının altında değişik sebepler vardır bunlar:
1)Öncelikle cihat kavramı gerçek anlamından uzaklaştırılarak, sadece şiddet içerikli bir anlam yüklenmektedir.                                                                                                                 

 2)Cihat kavramı, dini literatüre ait bir kavram olduğu için bu kavram ile, gerçekleştirilen her türlü faaliyete meşru bir zemin oluşturulmaya çalıştırılmaktadır.                                    
 3)Cihat kavramının dini kisvesi altında, yapılan her türlü eylem (Öldürme eylemleri de dahil)din adına yapılıyor gibi gösterilmeye çalışılmaktadır.                                                     
 4)Cihat kavramının yanında, şehitlik ve şehadet gibi kavramlar da empoze edilmeye çalışılmaktadır. Bu kavramlarla da, gerçekleştirilen eylemlerde ölüm olması durumunda, sözde “şehitlik” adı altında ölümün sıradan bir ölüm olmadığı vurgulanmaya çalışılmaktadır.      
5)Bunların yanında Cennet-Cehennem de vurgu yapılan diğer kavramlardandır. Zira, bu kavramlarla da ölündüğü takdirde Cennete gidileceği inanışı hakim kılınmaya çalışılır. 
http://www.network54.com/Realm/hizbullah/ 10.03.1013

                                                                                                                                                       Görüldüğü gibi terör örgütlerinin kendilerine göre dini gerekçeleri bunlar.
Bu örgütleri incelersek;

1)HİZBULLAH TERÖR ÖRGÜTÜ
Kavram Olarak Hizbullah
Hizb, aynı görüşte olan, düşünceleri ve yaptıkları bir olan grup, küme ve topluluk demektir. Hizbullah kelimesi Allah'ın yolu, taraftarları, Allah'ın safında yer alanlar, Allah'ın partisi gibi anlamları taşımaktadır.    http://www.network54.com/Realm/hizbullah/  10.03.2013

İlim ve Menzil Grupları
Çeşitli kitapevlerinin etrafında toplanan radikal dini gruplar içerisinde, 1990'lı yılların başında Diyarbakır ilinde yer alan İlim ve Menzil kitapevleri etrafında toplanan kesimler, diğerlerine nazaran daha etkin ve geniş bir tabana hitap etmiştir. İlim kitapevinin yöneticiliğini Hüseyin Velioğlu, Menzil kitapevinin ise Fidan Güngör yapmıştır.
 http://www.network54.com/Realm/hizbullah/  10.03.2013
Bu iki grup, 1980'li yıllarda Vahdet isimli bir kitabevi etrafında aynı çatı altında faaliyet gösterirken, zamanla aralarındaki liderlik konusu ve çeşitli fikir ayrılıkları nedeniyle iki ayrı kitapevini açarak ayrılmıştır. Bu kitapevlerinde kendi anlayışlarındaki radikal dini düşüncelerin propaganda faaliyetleri doğrultusunda çalışmalarını sürdürmüşlerdir.
http://www.network54.com/Realm/hizbullah/  10.03.2013

2)İBDA/C (İSLAMİ BÜYÜKDOĞU AKINCILAR CEPHESİ)
Federatif yapılı bir İslam Devleti kurulması amacını güden ve bu amaç doğrultusunda silahlı mücadele yöntemini benimseyen terör örgütüdür. 1970'li yıllardan beri radikal İslami faaliyetler içerisinde olduğu bilinen Salih İzzet Erdiş'in liderliğini yaptığı örgüt, 1989 yılında Ankara ve İstanbul'da yapmış olduğu korsan gösteriler ile adını duyurmuştur.
http://www.unibozkurt.com/s156-ibda-c.html   10.03.2013
Örgütün en bariz vasıfları; radikal dini düşünceleri taşımakla birlikte  Sünni anlayış içerisinde, İran yanlısı Şii hareketlere karşı cephe alması, hatta kendinden başka hemen hemen her türlü İslami oluşuma tepki göstererek onları alabildiğine eleştirmesi ve bununla birlikte gayri meşru olduğunu iddia ettiği Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne karşı gelen bütün oluşumlara sıcak bakması, bilhassa (PKK) KADEK'nın ve sol örgütlerin mücadelesini desteklediğini ifade ederek bunlarla ortak mücadele zeminleri arayışı içerisinde bulunmasıdır.

3)HİLAFET DEVLETİ (İCB-AFİD) ÖRGÜTÜ
1983 yılında Avrupa Milli Görüş Teşkilatı bünyesinden kopan Cemalettin Kaplan liderliğinde bir grup tarafından kurulmuş ve halen Almanya'da AFİD (Anadolu Federe İslam Devleti) adıyla faaliyet göstermektedir.İCB' nin yakın hedefi Avrupa'da yaşayan İslami kitleleri bir çatı altında toplayarak demokratik düzenlere ve batı kültürüne karşı mücadele vermektir. Nihai hedefi ise; genelde tüm dünya, özel manada ise; Anadolu toprakları üzerinde federatif yapıda bir İslam Devletini kurmaktır. http://efrasyap.org/Icerik/IcerikDetay.aspx?IcerikID=160  09.03.2013
Bu kapsamda; İCB' nin nihai hedefinin gereği olarak, şer'i esasların hakim olduğu bir İslam Devleti kurmak amacıyla Türkiye'de kurulu bulunan Anayasal düzeni ve laik ve sosyal hukuk devlet yapısını yıkmayı esas alan çalışmalar içerisinde olduğu görülmektedir.Yukarıda ifade edilen esaslar doğrultusunda, İslam Devleti'ni hedefleyen çalışmalar içinde olan İCB; bütün İslami çevrelerin yanı sıra, resmi kurum ve kuruluşlara mektup, broşür ve bildiriler göndererek onları kendi yanlarında yer almaya çağırmaktadır.İCB, faaliyet konuları içerisinde ilk sırayı oluşturan ve Müslümanları irşad etmek, uyandırmak gayesiyle benimsediği metod gereği, yapmakta olduğu tebliğ çalışmalarını; her türlü yayın, broşür, teyp  ve video  kaseti şeklinde posta yoluyla hedeflerine göndermektedir. 1994 yılında Cemalettin Kaplan'ın sözde halifeliğini ilan etmesiyle, örgüt "Hilafet Devleti" olarak lanse edilmeye başlanmıştır.  http://efrasyap.org/Icerik/IcerikDetay.aspx?IcerikID=160  09.03.2013

4)EL-KAİDE  TERÖR ÖRGÜTÜ
El Kaide, 1988 yılında, Sovyet birlikleri ile savaşmak amacıyla, soğuk savaş döneminde SSCB'nin Afganistan'ı işgal edebileceği öngörüsü üzerine kurulmuştur.SSCB - Afganistan işgali sırasında Afgan topraklarını korumuştur. Fakat Soğuk Savaş sonrasında yüksek gücüyle denetimsiz kalan El-Kaide Terörist faaliyetlere girişerek kendisine ana felsefe olarak İsrail'in yok olması ve Müslüman ülkelerde halifelik inancı altında büyük bir devlet kurma inancını benimsemiştir.El-Kaide Dünya üzerinde birçok terörist eylemden dolaylı veya direkt sorumlu tutulan silahlı bir köktendinci silahlı örgütüdür. Liderliğini Usame Bin Ladin'in yürüttüğü düşünülen bu örgüt dünyanın birçok ülkelerine yayılmış çok sayıda hücrelerden oluşmaktadır. 
http://gencozelharekat.yetkinforum.org/t12-el-kayde-ve-taryhy  09.03.2013
Bu örgütün sorumluluğunu üstlendiği 11 Eylül 2001 Saldırıları dünyanın en büyük terör saldırı eylemi olarak tarihe geçmiştir. El-Kaide'yi terör örgütü listesine alan kuruluşlar ve ülkeler şu şekilde sıralanmaktadır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi NATO AB ABD Avusturalya Kanada İsrail Japonya Hollanda İngiltere Rusya İsveç İsviçre Türkiye. Örgütün Türkiye yapılanması vardır ve 2003 İstanbul Saldırıları gerçekleştirmiştir.
 http://gencozelharekat.yetkinforum.org/t12-el-kayde-ve-taryhy  09.03.2013

5)CEYŞULLAH ÖRGÜTÜ
Kelime manası olarak Allah’ın Ordusu anlamına gelmektedir. İstanbul'da 1995 yılında kurulmuştur. Örgüt selefi anlayışı taşımaktadır, selefilik ise kelime olarak "Öncelikler" anlamına gelmektedir. http://efrasyap.org/Icerik/IcerikDetay.aspx?IcerikID=160  09.03.2013
Amacı:Mevcut Anayasal düzeni yıkarak yerine teokratik esaslara dayalı bir devlet düzeni kurmak amacını gütmektedir. Bu amacı gerçekleştirmek için silahlı mücadele yolu olan CİHAT metodunu benimsemiştir.01.01.1994-06.10.1999 tarihleri arasında güvenlik güçlerince anılan örgüte yönelik olarak toplam 6 operasyon gerçekleştirilmiş bu operasyonlarda 33 örgüt mensubu 9 adet uzun namlulu silah 4 tabanca, 10 bomba ve çok miktarda mühimmatla birlikte yakalanmıştır.Güvenlik güçlerince yakalan örgüt mensuplarının sorgularında, ileri gelenlerinin teorik eğitimlerini Suudi Arabistan'da, askeri eğitimlerini ise Afganistan'da aldıkları tespit edilmiştir. Bu bilgiler sayesinde, örgütün eylemleri aydınlatılmış ve gerçekleştirmeyi planladığı birçok eylemi de engellenmiştir.
http://efrasyap.org/Icerik/IcerikDetay.aspx?IcerikID=160  09.03.2013

Sonuç olarak:
Terör örgütleri, yaptıkları her faaliyeti bir dini hükme bağlamaya çalışmaktadırlar. Ve sözde dini hükümler (Kendi ürettikleri hükümler) üzerinde yorum yapılmasına müsaade etmemektedirler. Dolayısı ile terör örgütüne eleştiri getirmek ile dine eleştiri getirmek bir tutulmaya çalışılmaktadır. Bu sayede örgütün görüşleri sorgulamaksızın doğru kabul edilmektedir. Bu yüzden din istismarı, terör örgütlerinin istismar edebileceği diğer alternatiflere nazaran daha kolay ve etkili bir metottur.

KAYNAKÇA
Diyanet Aylık Dergisi, Ocak 2002, Sayı: 133, Sayfa:23
Din-Terörizm Paradoksunda, Terör Örgütlerince İstismar Edilen Kavramların Analizi; Müslüm NALBANT-Turgay ÖZER
Polis Dergisi, a.g.k., Sayfa: 78
Salur,H.(2009)  Küresel Çağda Din ve Terör; Çizgi Kitabevi
http://www.egm.gov.tr/temuh/terorizm.html
Karlsson,I ; Din Terör ve Hoşgörü;Humer kitapevi çev:Turan kitapevi 2005
http://www.network54.com/Realm/hizbullah/
http://www.unibozkurt.com/s156-ibda-c.html  
 http://efrasyap.org/Icerik/IcerikDetay.aspx?IcerikID=160
http://gencozelharekat.yetkinforum.org/t12-el-kayde-ve

MEDYANIN TOPLUMSAL YAPI ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

ÖZET

Medya her geçen gün artan değeriyle toplumların kaderinde önemli rol oynamaktadır. Medya insanlar farkına varmaksızın kültürleri ve insanların düşünce yapılarını değiştirmektedir. Çalışmada medyanın toplumsal yapıyı etkilemesi üzerine bir sosyolojik irdeleme yapıldı. Medyanın şiddet ve siyasal yapılar üzerine etkileri araştırıldı.   


Anahtar Sözcükler: Sosyal Medya, İktidar Mücadelesi, Arap Baharı, Şiddet, Medya Elitleri

1.GİRİŞ
   
Kitle iletişim araçları, kitleleri eğlendirmek ve onların hoşça vakit geçirmelerini sağlamanın dışında, çok daha farklı ve önemli işlevler icra ederler. Öyle ki, yaşanan teknolojik gelişmelerin kitle iletişim sektörüne de yansımasıyla medya toplumdaki en etkin güç merkezlerinden biri haline gelmiştir. Bu gelişmelere paralel olarak medya yöneticileri, editörler ve etkin köşe yazarlarını da içine alan medya elitleri de, toplumsal yapı içinde en önemli güç odaklarından biri haline dönüşmüştür (Astiz, 1969; Akt: Arslan, 2003).
Medya günümüzde daha da ileri giderek, bireylere ve toplumsal gruplara iktidar,
servet ve prestij edinmenin en etkin ve en ideal silahlarını sunabilecek kadar güçlü bir
konuma ulaşmıştır. Bütün bu gelişmelere paralel olarak, çağdaş dünyada medyayı
kontrolünde bulunduran gruplar ve medya elitleri, toplumun en etkili ve en güçlü
kesimlerinden biri haline dönüşmüştür. (Astiz, 1969; Akt: Arslan, 2005). Medya elitleri olarak adlandırdığımız elit grubu, medya kuruluşlarının yöneticilerinden, editörlerinden, etkili köşe yazarlarından ve raportörlerden oluşur (Arslan, 2001).
Özellikle siyasi partiler ve siyasi elitler açısından basın- yayın kuruluşları hayati bir
önem taşır (Arslan, 2004; 2004-a). Siyaset dünyası ve siyaset seçkinleri (Arslan, 2004-b;
2004-c) halka ulaşabilmek, seslerini seçmenlerine duyurabilmek için medyanın gücüne
muhtaçtırlar. Başka bir anlatımla siyasi kurumlar ve politikacılar, politika arenasında daha güçlü, siyaset sahnesinde daha etkili olabilmek için her zaman, güçlü bir medya desteğine ihtiyaç duyar.

2.MEDYANIN TOPLUMSAL GÜCÜ

Medyanın toplumsal gücü konusunda, bir birleriyle taban tabana zıt 2 temel görüş vardır:
1. Medya “edilgen bir iletici” (passive transmitters)’dir: İletilerin yayılmasında pasif bir konumdadır.
2. Medya iletişim olayında “etkin bir katılımcı” (active interveners)’dır: Mesajların şekillendirilmesinde aktif roller oynar.
Birinci görüşün takipçilerine göre medya, gerçekleri olduğu haliyle yansıtan bir ayna gibidir. Bu düşünürlere göre medya, mevcut durumu nesnel ve tarafsız bir şekilde ortaya koyar. Bunu da büyük ölçüde, her türlü ön yargıdan ve baskıdan uzak şekilde gerçekleştirir (Barrett & Braham, 1995: 70 Akt: Arslan, 2003).

Öte yandan, Marksist yaklaşım ise medya konusunu çok daha farklı bir perspektiften ele alınır. Çoğulcu (plüralist) düşünürlerin görüşlerinin karşıtı bir yaklaşımla, medyanın nesnel gerçekliği çarpıtıp tahrif ettiğini belirtirler. Marksist geleneğin takipçisi düşünürlere göre medyanın, ön yargıdan ve baskıdan kurtulması olanaksızdır. Çünkü toplumdaki bir takım güç odakları, ki biz bu güç odaklarını “elitler” olarak adlandırmıştık, bir çok toplumsal konuda olduğu gibi medya üzerinde de etkin bir güce sahiptirler.

3. MEDYA ÜZERİNE SOSYOLOJİK BAKIŞ
İnsanların medyayı kullanma sebeplerini sosyolojik açıdan incelerken Ali Arslan’dan yararlanacağız (Arslan, 2005) :

1.    Görünürlük (Visibility): Bir çok kişi kurum ve grup için halkın karşısına çıkmak, halka görünmek, eski tabirle “arzı endam edebilmek” hayati önem taşır. Bunlar ancak varlıklarını geniş halk kitlelerine duyurabildikleri ölçüde etkili olabilirler; kendilerine taraftar toplayıp varlıklarını sürdürebilirler. Bunu yapabilmek içinde medyaya muhtaçtırlar. Medya, böylesi kişi kurum ve gruplara, çok geniş dinleyici ve izleyici kitlelerine en etkili ve en kestirme yoldan ulaşabilme olanaklarını sunar. Bu olanaklar özellikle politikacılar, siyasi partiler ve baskı grupları açısından çok büyük bir önem taşır.

2.    Bilgilendirme (İstihbarat - Information): Medya çevresi açısından aynı zamanda
çok önemli bir bilgi ve haber kaynağı olma konumuna da sahiptir. Bu durum, özellikle de baskı grupları için çok büyük bir önem taşır. Davies’in de belirttiği gibi (1985: 181), ister
görsel, ister işitsel, isterse yazılı olsun bütün araçları ile medya böylesi kişi, grup ve
kuruluşlar için zengin bir data hazinesi gibidir. Onlar ilgi ve ihtiyaçlarına cevap verecek, işlerine yarayacak hikaye, görüş, mektup, fotoğraf, haber, ... gibi bir çok veriye bu kaynaktan ulaşabilirler.

3.    Kamuoyu-Ortam Oluşturma (Climate): Baskı grupları, toplumda kendi
görüşlerine uygun atmosfer oluşturmak, toplumsal ortamı kendi görüşlerine paralel
doğrultuda değiştirebilmek için medyaya ihtiyaç duyarlar. Böylesi kişi ya da gruplar için, bu türden toplumsal atmosfer ve kamuoyu gözünde olumlu izlenim (pozitif imaj) oluşturmak, popülerliklerini arttırmak, halkın sempatisini kazanmak büyük bir gereksinimdir.
Oluşturabildikleri kamuoyu gücü sayesinde, ya da arkalarına kamuoyunun desteğini
alabildikleri ölçüde varlıklarını sürdürebilirler.

4.    Tepki-Karşı Tepki Verebilme (Reactive response): Söz konusu kişi, grup ya da
kurumlar bazı durumlarda, örneğin kendileri ile ilgili veya kendi ilgi ve faaliyet alanlarına
giren konularda bir haber ya da bilgi yayınlandığında, acilen tepki vermek gibi bir
zorunlulukla karşı karşıya kalabilirler. Böylesi durumlarda, medya ile iyi ilişkilere sahip
bulunmak onlar için paha biçilmez bir kıymet taşır,

5.    Etkileme (Influence): Medya, aynı zamanda karar verme süreci üzerinde oldukça
önemli bir etkileme gücüne sahiptir. Karar vericiler ve hükümet üzerinde baskı oluşturma ve
onları etkileme gücü sayesinde, alınan kararlar üzerinde dolaylı ya da doğrudan önemli roller
oynar.

6.    İçerik (Content): Çeşitli gruplar lobi faaliyetleri ile medya üzerinde doğrudan bir
baskı oluşturarak, medya çıktılarının (iletilerin) içeriğini etkilemeye çalışabilirler. Grant’ın da
vurguladığı gibi (1995: 89), medya aracılığıyla tanıtım ve propaganda yapabilmek, bu tür
grup ya da kurumlar için, hedefledikleri amaçlara ulaşabilmelerinde çok büyük önem taşır.
Toplumsal ve siyasi eylemlerinde ulaşacakları başarı, büyük ölçüde bu tür çabalarındaki
başarılarına bağlıdır. (Grant, 1995: 84-88)

4. MEDYANIN SİYASİ ETKİLERİ

Medya günümüz siyasetindeki rolünü her gün artırmaktadır. Sosyal medya kullanılarak örgütlenen hareketler Arap Baharı’nı ortaya çıkarmıştır. Günümüzde, iktidar mücadelesinde (Arslan, 2004-c) ve seçim yarışında başarılı olabilmek için, medyanın gücünden yararlanmak neredeyse olmazsa olmaz bir zorunluluk gibidir.
Sosyal Medyanın Arap Baharı üzerindeki etkilerini görmek için Ezgi Eldoğan’dan yararlanacağız (Eldoğan, 2012):
Tunus’ta Muhammed Bouazizi’nin zabıtanın müdahalesinden sonra valilik önünde kendini yakması ile başlayan ve internette “Polise yasemin verelim” sloganı ile yayılan protestolara verilen ilk isim Arap Baharı değildir. Zeynel Bin Abidin’i iktidarından eden bu sürece Tunus’ta “Yasemin Devrimi” adı verilmiştir.
Tunuslular, Facebook ve Twitter başta olmak üzere sosyal paylaşım sitelerinde ve çeşitli bloglarda “Polise yasemin verelim” sloganıyla yola çıkarak, çiçekli bir devrim harekâtına girişmişlerdir. Ülkelerinin sembolü olan “yasemin çiçekleriyle” özdeşleştirdikleri başkaldırılarını, 27 günlük sokak eylemleriyle birlikte 23 yıldır iktidarda bulunan Devlet Başkanı Zeynel Bin Abidin Ali’yi devirerek Suudi Arabistan’a kaçmak zorunda bırakmışlardır. (Polat, 2011) Daha sonrasında Tunus’ta başlayan bu isyanlar ön ayak olmuş ve bir ay sonra Cezayir’e sıçrayan ve sonrasında domino taşı etkisiyle yayılan isyanlar başlamıştır. Bu isyanların genel adı Arap Baharı olmuştur. Başkaldırılar da sosyal medyanın önemi bu slogan ile başlamıştır ve demokratikleşme sürecinde etkisini iyiden iyiye olumlu veya olumsuz bir şekilde göstermiştir.
Tunus’ta otoriteye karşı ortaya çıkan başkaldırı başladıktan sonra sosyal medya devreye girerek insanların tepkilerini aktarma ve organize olmalarına ön ayak olma noktasına getirmesi durumu söz konusu olmuştur. Bu neden ile sosyal medya araçları açısından Tunus’a çok bir etkisi olmamıştır. Çünkü Arap Baharı’ndan önce Tunus’ta sosyal medyanın kullanımı yasaklanması ya da kısıtlanması durumu vardı. Oysaki, Mısır’da Arap Baharı öncelerinden sosyal medya aracılığı ile isyan bayrakları çekilmiştir.
Arap Baharı süresince sosyal medyanın en etkili olduğu yer Mısır olmuştur. 2008 yılında yapılan istatistiklere göre Mısır’da üç yüz bin blog vardır ve bunlardan on bin tanesi de siyasi içeriklidir. Bu nedenle burada gerçekleşen eylemlerin alt yapısı daha sağlamdır. Sosyal medyanın kullanımına en iyi örnek 6 Nisan Hareketi’dir.[1] Halkı seferber eden grup bunu blog kullanımı ile sağlamıştır. İsyan sonrasında blog yazarlarından birinin yaptığı röportajda; “çağrılarından sonra olayların büyük neticelere varacağını kendilerinin bile düşünmediğini” söylemesi sosyal medyanın aracı görevini açık bir şekilde göstermiştir.

[1] 2010-2011 Yasemin Devrimi'nin öncülüğünde, 25 Ocak 2011'den beri Mısır'da devam eden, halkı mevcut yönetime karşı seferber olmaya çağıran sokak gösterileri, protestolar ve sivil itaatsizliklerin bütünüdür. Gösteriler ve isyanların polis şiddeti, olağanüstü hâl, işsizlik, asgari ücretleri azaltma isteği, barınma eksikliği, yiyecek sıkıntısı, yolsuzluklar, ifade özgürlüğünün kısıtlanması ve kötü hayat koşulları üzerine başladığı rapor edildi.


Medya kuruluşlarının Arap Baharı’nda etkisi olmadığını söylemek yanlış olur. Bu bakımdan Katar merkezli bir haber kanalı olan El-Cezire’nin isyanlar sırasındaki tutumuna ele almak gerekir. Arap Baharı süresinde El-Cezire’nin ülkeler içindeki isyanları –yanlı veya yansız- şekilde iletmesi sosyal medyanın küresel ortamdaki yayılmacılığını çok net bir şekilde ortaya koymuştur. İstanbul'da düzenlenen Türk-Arap medya zirvesinde konuşan Mısırlı gazeteci Ahmad Al Sheikh, "El Cezire olmasaydı Arap Baharı 15 yıl gecikirdi." demesi; medyaya yüklenen “devrimci” profili göstermektedir.

Arap baharı cereyan etmeden önce Mısır’da, iktidarın ve baştaki idarecilerin onay vermedikleri uygulamalarını sosyal medya araçlarını kullanarak tartışmaya başladıkları anlaşılmaktadır. Örneğin; emniyet kuvvetlerinin evlere biraz da zorlama baskınlar düzenleyebilmesi, şüphelenilmenin dahi gözaltına alınmak için yeterli olması, gözaltında iken işkencelerin yani temel hak ve özgürlüklere zarar getirecek uygulamaların gerçekleşmesi, bu ortamlarda paylaşılmış ve tartışılmıştır. Hatta bazı işkence görüntüleri Youtube’a da yüklenmiştir. Mısır’daki bir başka blog yazarı şöyle söylemektedir: “Muhalif blog yazılarımdan sonra işsiz bırakıldım. Bunun üzerine evimdeki her şeyi sattım ancak bir tek şeyi satmam; bilgisayarımı.” Bir başka muhalif blog yazarı;”Yazılarımdan dolayı gözaltına alındım, iki gün süren işkence gördüm, bana neden Gazze’ye gittiğim, Müslüman Kardeşler ya da Hamas’ın üyesi ya da sempatizanı olup olmadığım soruldu.” demektedir. Anlaşılan odur ki; Mısır’da blog yazarları Arap Baharı’ndan önce çoktan rejimin altını oymaya başlamışlardı. Dolayısıyla Arap Baharı’nın fikri zemininin hazırlanmasında Mısır’da sosyal medyanın etkisi fazla olmuştur denebilir.(Tekek, 2011) Bu anlamda bölgede yaşananların öncesi ve sonrası için en güncel sosyal medya kullanım istatistikleri için verilere bakmak gerekmektedir. Söz gelimi Mısır’da son altı ay içerisinde Facebook kullanıcı sayısı 5.5 milyondan 8.5 milyon civarına ulaşmıştır.

Libya’da ise, tam tersi bir durumdan söz etmek mümkündür. Sosyal medyanın buradaki etkinliği var olamadan önlenmiştir. Libya hakkında söylenebilecek tek etkinin lider Kaddafi’nin linç ediliş görüntülerinin çekimi ve bütün dünyaya yayılmasıdır. Libya’da olayların yoğun yaşandığı 2011’in ilk aylarında 600.000 yeni kullanıcısı olan Twitter’ın, son bir kaç ay içerisinde bu rakam 100 000’in altına düşebilmiştir.

Bahreyn’de, 2011’de meydana gelen ve Sünni iktidarı Şii çoğunlukla karşı karşıya getiren ayaklanmaların nedeni baskılar ve ayrımcılıktır. Uluslararası arenada Suriye ile aynı anda cereyan eden isyanlar nedeni ile buradaki var olan mevcut durum pek konu olmamış ve de sosyal medya burada etkisini gösterememiştir.

Arap Baharı’nda sosyal medyanın kısıtlı kullanılabildiği yer Suriye olmuştur. İktidarın inatçı tutumu ile birlikte cep telefonu ile kayda geçmiş birkaç görüntü haricinde sosyal medyanın varlığından söz etmek pek mümkün değildir. Çekilen görüntüler de belirsiz cadde ve sokaklarda Suriye ordusunun ve güvenlik güçlerinin, muhalifler ile olan çatışmaları ve uygulanan kötü muameleleri gösterebilmiştir. Suriye yönetimi sosyal medyayı sadece propaganda yapmak için kullanmaktadır. Bunun en güzel örneği Suriye Güvenlik Güçleri’nden bazı şahısların ölüm görüntülerini izletmesidir.

      Yine aynı şekilde, medya bireylerin siyasi tutum ve davranışlarını, özellikle de oy verirken siyasi tercihlerini çok ciddi boyutlarda etkileyebilecek bir güce sahiptir. Bu konuda önemli araştırmalara imza atmış bir araştırmacı olan Rivers (1982; Akt: Arslan, 2004-d), Amerikan medyasını “ikinci hükümet” (second government) olarak nitelendirir. Haber medyası, yalnızca bireylerin siyasi yönelimlerini etkilemekle kalmaz aynı zamanda, siyasi karar verme mekanizması, siyasi liderler ve hükümet üzerinde de çok etkin bir baskı gücü oluşturur. Rivers’ın da vurguladığı (1982, 213: Arslan 2004-d) gibi, hükümet politikaları şekillendirilirken, diğer bazı toplumsal güçler gibi medya da, yönlendirici ve şekillendirici bir güç olarak önemli roller oynar. Ülkemizde 1980’li ve 1990’lı yıllarda yaşanan siyasi ve toplumsal olaylar hatırlandığında bu konu çok daha anlaşılır bir hal alacaktır.


5.MEDYANIN ŞİDDET OLGUSU ÜZERİNE ETKİLERİ

Teknolojik gelişme ve değişmeye paralel olarak kitle iletişim araçları da o nispette birey üzerinde etkisini artırdı. İnternet ve çevrimiçi teknolojiler günümüz dünyasının en popüler iletişim araçları olarak günlük yaşamın vazgeçilmezleri arasında yerini aldı. Kitle iletişim araçları dediğimiz karmaşık yapı içinde hiç şüphesiz en önemli yeri medya dolduruyor. Bugün bireyi neredeyse yediden yetmişe en çok etki altına alan internet, televizyon, sinema, gazete ve cep telefonu gibi iletişim araçlarıdır. Bu araç ve gereçler ne ölçüde doğru, zamanında ve yerinde kullanılıyorsa bireyin beden ve ruh sağlığına faydalı, aksi durumda ise o nispette zararlı olmaktadır. Medyada artan şiddet içerikli haber, reklam ve filmler çocuklar ve gençlerdeki saldırgan davranışları artırmaktadır. Medya, çocukların yaşantısında örgün eğitimden daha fazla etkili olmaktadır. Mama reklamları, anne sütü alma oranlarını düşürmekte, reklamlarda çocukların kullanılması tüm ailede psiko -sosyal sorunlara yol açabilmektedir. Teknolojinin gelişmesi ile kitle iletişim araçları hayatımızın hemen her alanına girmiş, özellikle genç nüfus üzerinde düşünce ve davranışlara yön veren en etkili araç haline gelmiştir. Son yıllarda yapılan araştırmalar, nüfusun yarıdan fazlasını oluşturan 18 yaş altı çocukların ve gençlerin gelişmelerden olumsuz etkilendiğini göstermektedir. Yapılan 3 bin 500′den fazla bilimsel araştırmada medyadaki şiddet ile saldırgan davranışlar arasında ilişki olduğu gösterilmiştir. Şiddet konusunu medya abartıyor. Toplumun genelinde şiddet ne kadarsa okullarda da o kadar şiddet var. Eğitimcilerin en çok şikâyet ettiği konulardan biri de televizyonlarda yayınlanan şiddet içerikli mafya dizileri. Mafya dizileri şiddeti özendiriyor ve zımnen teşvik ediyor. 3 bin 500 denek üzerinde yapılan bir araştırma çocukların yüzde 15′inin çeşitli suçlara bulaştığını gösteriyor. (Doğan, 2011)


KAYNAKÇA
ASTIZ, C.A. (1969), “Pressure Groups and Power Elites in Peruvian Politics”, London: Cornell
    UP.

ARSLAN, A. (2001), “Türk Medya Elitleri: Bir Durum Tespiti”, Sosyoloji Araştırmaları
    Dergisi, S: 8, Kış 2001, SS.: 135-164.

ARSLAN, A. (2003)  “Medyanın Toplumsal Gücü“,  Tokat,     
    http://ilef.ankara.edu.tr/id/yazi.php?yad=2356 (E.T: 10.03.2013)

ARSLAN, A. (2004), “Türkiye’de Medya Sektörünün ve Medya Çalışanlarının
Sorunları”, “İş-Güç” Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi, cilt: 6, Sayı: 1, 2004,
    http://www.isguc.org/arc view.php?ex=187,


ARSLAN, A. (2004-a), “Medya-Politika İlişkisi Üzerine Sosyolojik Bir Değerlendirme”,
    Uluslararası    İnsan    Bilimleri    Dergisi,
    http://insanbilimleri.com/makaleler/siyaset bilimi/Medya Politika Iliskisi.htm

ARSLAN, A. (2004-b), “Turkish Political Elites (Türk Siyasi Elitleri)”, International
    Journal of Human Sciences, Political Science,
    http://www.insanbilimleri.com/en,


ARSLAN, A. (2004-c), “Türk İktidar Seçkinleri”, Kırgızistan Kommersiyalık
    Enstitüsü, Akademik Bakış, Türk Dünyası Celalabad İşletme Fakültesi Sosyal Bilimler
    Dergisi, Sayı: 3, SS.: 1-9,
    http://www.tdcif.org/a view.php?pg=arc view&ex=13

ARSLAN, A. (2004- d), “Medya – Politika İilişkisi Üzerine Sosyolojik Bir
    Değerlendirme”, Uluslararası İnsan Bilimleri  Dergisi,   Tokat,
    http://insanbilimleri.com/makaleler/siyaset bilimi/Medya Politika Iliskisi.html

ARSLAN, A (2005) “Türkiye’de Medya- Toplum İlişkisi ve Medyanın
    Profesyonellik Etiği Üzerine Sosyolojik Bir Değerlendirme” , Uluslararası Hakemli    
    Sosyal Bilimler E-Dergisi, S:5

BARRETT & Braham (1995), Media, Knowledge and Power, London: Routledge.

DAVIES, M. (1985), Politics of Pressure, London: BBC Publications.

DOĞAN, S (2011), “Medyanın Şiddetle İmtihanı”
    http://www.myfikirler.com/medyanin-siddetle-imtihani.html E.T: 10.03.2013

ELDOĞAN, E. (2012), “Sosyal Medyanın Arap Baharı Üzerindeki Etkisi”     http://www.turksam.org/gencbakis/a2780.html E.T : 10.03.2013

POLAT, E. (2011) “Tunus`un İkinci Yasemin Devriminin Düşündürdükleri“                                                                                   
    http://www.tasep.org/default.asp?s=yd&id=114#.UB2K7k0aPD8  E.T: 10.03.2013

RİVERS, W.L. (1982), The Other Government: Power and the Washington Media, New York:
Universe Books.

TEKEK, M (2011) “Sosyal Medya ve Arap Baharı”, Genç Orsam, Ankara
http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=2964 E.T: 10.03.2013

12 EYLÜL 1980 ASKERİ DARBESİ

GİRİŞ

12 eylül darbesi Türkiye’nin tarihine sürülen kara bir lekedir. Bu dönemde halk ekonomik sıkıntılar çekmiş, çeşitli işkenceler mağdur kalmıştır. İlerlemekte olan Türkiye adeta durdurulmuştur. Darbenin gerekçeleri olarak siyasi iktidarsızlık, güvenlik sorunları gibi nedenler gösterilmiştir. Asker darbe yapmak için ortamı hazırlamış daha sonra ise çeşitli gerekçelerle darbeyi yapmıştır. Şimdi Türkiye’ye sürülen bu kara lekeyi daha yakından inceleyelim.
 

12 EYLÜL DARBESİ


   12 Eylül harekatı 20. Yüzyılın 4. Harekatıdır.  Bütün darbelerde baş aktör nerdeyse aynıdır, çekirdek ittihat ve terakki cemiyetidir.
   12 eylül darbesi Türkiye’de yeni bir dönemin başlangıcını temsil etmektedir. Esas itibariyle bu dönem 1970’li yıllarda yaşanan birikim rejimi krizinin ve sınıflar mücadelesinin bir sonucu olarak görülebilir. Aslında 1980 darbesi 1971 darbesinin başarısız bir provasıda denebilir. 12 eylül osmanlıdan bu yana modernleşmenin mimarı ve baş aktörü olmuş olan ordunun yaptığı en şiddetli ve en acı darbedir. Oysa 1908 yılında Mustafa Kemal Atatürk, Samsun’a çıkmadan önce şunları söylemişti: “Ufukta tehlike bulutları görüyorum. Ordunun siyasete karışması işi artık bitmelidir. Asker kışlasına, siyasetçi siyaset sahnesine dönmezse, her şey mahvolur... Oysa bizimkiler...” (Öymen; 1986,sy9) Peki bu söze rağmen orduya darbeyi yaptırmak zorunda kalan nedenler nelerdi?
   Olaylar zinciri ilk olarak taksimde 1 mayıs işçi bayramını kutlamak için toplanan kalabalığın taranarak 34 kişinin öldürülmesiyle başladı . 6 Nisan 1978’de Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoloğlu’nun evine bomba gönderildi. Zaten gergin olan ortam Hamit Fendoloğlu’nun öldürülmesiyle iyice gerildi. Başkanın Adalet Partili olması nedeniyle bunun sol gruplar tarafından yapıldığı düşüncesiyle halk ayaklandı. Sağ ve sol çatışmaları Alevi-sünni çatışmalara dönüşmüştü ve alevilere yönelik çok şiddetli saldırılar olmuş ve bir çok sol görüşlü alevi vatandaşımız öldürülmüştür. 3 Ekim 1978’de MHP’li Recep Haşatlı’nın oğlunun öldürülmesine misilleme olarak 4 Ekim günü iki sol genç öldürülmüştür. 9 Ekim’de ise bahçelievler katliamı olarak bilinien acı olay yaşanmıştır. O dönemde kürt sorunu ile ilgili ilk sinyaller gelmeye başlamış ve 27 kasım 1978’de PKK terör örgütü kurulmuştur. 19 aralık 1978 tarihinde ise çok acı bir olay olan 120 civarı alevi vatandaşımızın öldürülmesi ve yaklaşık 5000 insanın yaralanmasına yol açan maraş katliamı yaşanmıştır. Bu olay 12 eylül öncesi belkide olayların çığrından çıkmasına neden olan olaydır. “Kahramanmaraş olayları sadece ülkeyi değil, bunca yıl terör içinde yaşanmasına rağmen, fazla ilgi duymayan batı ülkelerini de ilk defa kaygıya düşürmüştü.” (Birand; 1984,sy68). 1 şubat 1979’da Abdi İpekçi suikastı yaşanan olayların üstüne ortamın daha da gerilmesine neden olmuştur. “Abdi İpekçi’nin öldürülmesi olayı, terörün en ılımlı çevrelere de el attığının en belirgin simgesi olmuştu” (Birand;1986, sy75). 27 Bu olaylar sonucunda 13 ilde sıkıyönetim ilan edilmiş ve artık halk darbeyi beklemeye başlamıştır. Yaşana tüm bu olaylar sonucunda türkiye bir ekonomik krize girmiştir. Yaşanan bu ekonomik sıkıntılar nedeniyle uzun süre direnen IMF sonunda yardım etmeyi kabul edecek fakat bu yardım Ecevit hükümetini kurtarmayacaktır. Bu yılda güncel siyasal nedenlerle öldürülen insanların sayısı ortalama 20’yi bulmuştur. 12 Eylül 1980 tarihinden önce 26 Aralık 1978’de Maraş olayları nedeniyle Adana, Ankara, Bingöl, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Gaziantep, İstanbul, Kars, Malatya, Kahramanmaraş, Sivas ve Şanlıurfa’dan oluşan 13 ilde, yine şiddet olayları nedeniyle 26 Nisan 1979’da Adıyaman, Diyarbakır, Hakkari, Mardin, Siirt ve Tunceli’de, 20 Şubat 1980’de Hatay ve İzmir’de 20 Nisan 1980’de Ağrı’da olmak üzere toplam 22 ilde sıkıyönetim ilan edildi. Ancak Sivas ve Erzincan’da 26 Şubat 1980 ve 20 Nisan 1980 tarihlerinde sıkı yönetim kaldırıldı. Buradan da anlaşıldığı gibi bu olaylar toplumu bir iç kaosa sürüklemiştir ve ülke, devlet içindeki derin yapıların yönlendirmesiyle yönetilemez bir hale getirilmek istenmiştir. Güvenlik güçlerinin etkin olarak görev yapması engellenmiş ve güvenlik güçleri bazı olaylarda kullanılmıştır.
   Bu ortamda Genelkurmay Başkanı Kenan Evren’den ilk açık uyarı 3 Mart 1979’da gelmiştir. CHP ve AP arasında bir uzlaşmanın sağlanamamış olması darbeye zemin hazırlayan bir başka etken olmuştur. 29 aralık 1979’da ise Kenan evren darbenin sinyallerini Fahri Korutürk’e gönderdiği mektupla vermiştir. O mektubun ön yazısı şöyledir.
Sayın cumhurbaşkanım
   ülkemizin içinde bulunduğu ortamda devletimizin bekasıi milli birliğin sağlanması, halkın can ve mal güvenliğinin temini için anarşi, terör ve bölücülüğe karşı parlamenter demokratik rejim içerisinde anayasal kuruluşların ve özellike siyasi partilerin, Atatürkçü milli bir görüşle  müştereken tedbirler ve çareler araması kaçınılmaz bir zorunluluk olarak görülmektedir.
   Milli Güvenlik Kurulu’nun muhtelif toplantılarında bu konuda alınan kararların muhalefete mensup siyasi partilerin kısır tutum ve davranışları yüzünden olumlu sonuçlara götürülemediği yüksek malumlarıdır.
   Kuvvet Komutanları ile beraber yaptığım son gezilerimde, ordu ve kolordu komutanı seviyesindeki generaller ve amirallerle görüşmelerimde, milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu dönemde, süratle bir sonuca ulaşabilmek için gerekli müştereken tespiti amacıyla tüm anayasal kuruluşlar ve siyasi partilerin bir kere daha uyarılması bütün komutanlarca müştereken dile getirildi.
  Bu karar ışığında TSK’nın görüşlerini milli güvenlik kurulu başkanı olarak zat-ı alilere sınuyorum
  Gereğini yüksek takdirlerinize arz ederim
  Saygılarımla. (Ilıcak;2012,sy26)
 
   Bu mektupla ordunun artık ciddi bir darbe hazırlığı içerisine girdiğini görüyoruz.
Ayrıca bu dönemde bir başka sorunda cumhurbaşkanın seçilememesi sorunudur. Meclisde arası bozuk olan CHP ve AP’nin tavırları nedeniyle TBMM cumhurbaşkanı seçmekten aciz kalmıştır. Bundan dolayı cumhurbaşkanlığı görevini vekaleten meclis başkanı olan Cüneyt Arcayürek yapmıştır.

   Batıda da Türkiye’de bir darbe yapılması isteniyordu. Bunu US armed Forces dergisinin haziran 1980 sayısındaki şu sözlerden anlıyoruz: “... Türkiye’deki gelişmeler öyle bir noktaya gelmiştir ki, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin müdahalesinden başka bir çıkış noktası görülmemektedir. Türk Silahlı Kuvvetleri müdahale edecek, ancak gelişmeleri uzun vadede ordu da düzeltemeyecektir” (Birand; 1984,sy198).

   Harekat  11 Eylül 1980 günü saat 16:00’da başlamak üzeredir. Saat 17:00’da vekaleten cumhurbaşkanlığı görevini yürüten İhsan Sabri Çağlayangil’le görşümek için Köşk’e gelen genelkurmay Başkanı Kenan Evren, hiç bir şey belli etmemiş ve gündemi kısaca değerlendirdikten sonra aceleyle operasyou başlatmak için köşk’ten ayrılmıştır.(Birand; 1984,sy274-276). Gece saat 01:00’da operasyon başlamış tanklar heryeri sarmıştır.Saat 03:59’da Türkiye Radyoları (TRT) İstiklal Marşı’nın çalınmasıyla yayına başladı. Saat 04:00’da “Türkiye son 20 yıl içerisinde üçüncü defa ‘İleri, Türk ileri’ marşıyla” uyandırılıyordu(Birand;1984,sy287).  Mesut Mercan, Kenan Evren’in kaleme aldığı darbe bildirisini okuyordu.

        Yüce Türk milleti;
Büyük Atatürk’ün bize emanet ettiği ülkesi ve milletiyle bir bütün olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti son yıllarda izlediğimiz gibi dış ve iç düşmanların tahriki ile varlığına, rejimine ve bağımsızlığına yönelik fikri ve fiziki haince saldırılar içindedir...
...Atatürkçülük yerine irticai ve diğer sapık ideolojik fikirlerle, üretilerek sistemli bir şekilde ve haince ilkokullardan üniversitelere kadar eğitim kuruluşları, idari sistemi, yargı organları, iç güvenlik teşkilatı, işçi kuruluşları, siyasi partiler ve nihayet yurdumuzun en mahsur köşelerindeki yurttaşlarımız dahi saldırı ve baskı altında tutularak bölünme ve iç harbin eşiğine getirilmişlerdir...
...Vatandaşların sükunet içinde radyo ve televizyonları başında yayınlanacak bildirileri izlemelerini ve bunlara tam uymalarını ve bağrından çıkan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne güvenmelerini beklerim...
   Saat 05:00’dan itibaren sokağa çıkma yasağı uygulandı. Türkiye o gün darbeyle uyanmıştı.
12 Eylül sonrasında belediye başkanlarından kaymakamlara kadar herkes görevden alındı ve yerlerine askeri atamalar gerçekleştirildi. Meclis dağıldı ve tüm yetki Milli Güvenlik Konseyinde toplandı. Tüm sendikal faaliyetler durduruldu. Grevler yasaklandı, ücretler donduruldu, Türk-iş hariç tüm sendika, dernek ve siyasi partiler kapatıldı, DİSK’in tüm malvarlığına el kondu. 650 bin kişi gözaltına alındı. 1 milyondan fazla kişi fişlendi. 517 kişi idam cezasına çarptırıldı. Bunların 50’si asıldı.

   Darbeyi yapanlar anayasal düzeni ortadan kaldırmışlardır. Anayasanın 4,5 ve 6. Maddelerinde belirtildiği gibi millete ait olan egemenlik yine milletin verdiği vergilerle alınmış olan silahlarla elinden alınmıştır.

   Bir çok kişi cezaevlerine alındı ve akla hayale gelmeyecek işkencelere maruz bırakıldılar. Mahkumlara dışkı ve parçalanmış fare yedirilmiş, genç mahkumlara tecavüz edilmiştir. Mahkumlara elektrik şoku verilmiş, veremli mahkumların balgamlarını alınıp diğer mahkumlarada yedirilmiştir. Mahkumlar çırılçıplak soyundurulup üzerlerine kurt köpekleri salınmıştır. Bunlar son günlerde yayınlanan 12 Eylül İddianamesinde tanıkların  anlattıkları bazı işkence yöntemleridir. Tüm cezaevlerinde aynı yöntem işkencelerin uygulanması, işkencelerin bu dönemde cezaevlerinde bilinçli bir şekilde uygulandığının göstergesidir.

   11 Eylül günü akan kanlar 13 Eylül günü durdu. Çatışmalar sona erdi. Bu durum darbe öncesi askerin görevini yerine getirip getirmediğinin sorgulanmasına yol açtı.

   12 Eylül döneminin en önemli gelişmelerinden biriside 1961 anayasasının kaldırılarak yeni bir anayasa hazırlanmasıydı. Bu yeni anayasa halkın oyuna sunularak kabul edildi. Halkın büyük çoğunluğu (%91) bu yeni anayasaya evet oyu vererek kabul edildi. Yeni anayasasın bu kadar yüksek çoğunlukla kabul edilmesinin sebebi rejim muhalifi insanların hapislerde olması veya yurtdışına kaçmasından dolayıdır. Ayrıca referandum öncesi asker bu yeni anayasanın aleyhinde yazı yazmayı ve konuşmayı yasaklamış ve sadece lehine propogandalara izin verilmiştir. Referandumda mavi renk hayır, beyaz renk ise evet demekti. Oy pusulaları şeffaf olduğu için mavi oy kullananların açığa çıkacağından dolayı halkta bir korku ve endişe vardı. Hatta mavi rengi referandumda hayır oyuna denk geldiği için gazetelere sansür uygulanmıştır. Halk bu renkten dolayı bile baskı görmüştür:“’Sen suçlusun’…Derdini anlatmaya gelen okurumuz bu sesleniş karşısında şaşırdı. Ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilemez durumda sadece ‘ama niye’ diyebildi. Gazeteci arkadaşımız aynı ciddiyetle bu kez de ‘Gözleriniz mavi. Bu açıkca bir suç işaretidir. Karşılığını verdi.’”(Cemal;1986,sy30). 1982 anayasası kamuoyunun serbestçe oluştuğu demokratik bir ortamda engelliyordu.

   Anayasanın büyük çoğunlukla kabul edilmesinin bir başka nedeni ise açık oy-gizli sayım sistemi uygulanmış ve istenmeyen bir kararın önüne geçileceği açıkca belirtilmiştir.

   12 Eylül darbesi’nin tüm bu düzenlemeler dışında çok daha önemli bir anlamı vardır. Yavaş yavaş siyasete aktif olarak katılan Türk halkına, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin isteği dışında bir değişiklik yapılamayacağı gösterilmiş oldu. Türk halkı 12 Eylül karşısında çaresiz bir şekilde tepkisiz kalmakla bu dönemde syasal ahlak erozyonuna uğramıştır. Uzun süredir verilen mücadeleler bir gecede yok olmuştur. Halkın 12 eylül’le beraber siyasetle bir şeyleri değiştirebileceği inancı son bulmuştur.

   Halk 6 Kasım 1983 günü askeri yönetime son verecek ve kendisini yönetecek olan hükümeti belirlemek çin yeniden sandık başına gitti. Bu seçimler Türkiye’de siyaset sahnesine yeni bir ismi koymuş oldu: Turgut Özal.

   Sonuç olarak 12 Eylül darbesi, siyasi partilerin ve sendikaların kapatılması, inanılmaz ağır ve haksız cezaların verilmesi ile askeri diktatörlük tanımını dolduruyordu. Sözde Atatürkçü olan bu kimseler vatandaşı siyasetten ve devletten soğutmuş, inanılmaz caılar çektirmiştir. Bugün kendi devletimizin haklı olduğu konularda bile ona destek vermeyen bir nesil türetmişlerdir. 12 Eylül bir felakettir. Kenan Evren’in darbe sonrası yaptığı konuşma ise trajikomiktir:” Evlatlarım, Hiçbir zaman asker olduğunuzu unutmayın. Bu yaşlarda sakın ola ki, politika ile uğraşmayın… Ne zaman ki bir ordu politikanın içine girmiştir, o ordu yavaş yavaş disiplinini kaybetmeye ve yavaş yavaş çökmeye başlamıştır… Onun içindir ki, bizim yaptığımız harekatı kendinize sakın ola ki, misal olarak almayınız ve sakin ola ki, politikaya karışmayınız.” (Birand;1984,sy19)
 

KAYNAKÇA
Birand, M.(1984) 12 Eylül saat 04:00, İstanbul; Karacan Yayınları
Cemal,H.(1986) Demokrasi Korkusu, İstanbul; Bilgi Yayınevi
Ilıcak,N (2012) 12 Eylül kazanında bir gazeteci, İstanbul; Doğan Kitap
Cumhuriyet (12.10.1982) Mavi Gözlü suçlu Hanım, (www.cumhuriyet.com.tr) (09.03.2013)
Öymen,Ö(1986)  Bir İhtilal Var, İstanbul; Milliyet Yayınları
Cumhuriyet Başsavcılığı(2011) 12 Eylül iddianamesi (www.hukukum.com) (10.03.2013)
Ordu Yönetime El Koydu, Hürriyet, 12.10.1980, s:1.

QNET vb Network Marketing Kuruluşlarının Çalışma Sistemleri Hakkında

İnternet üzerinden para kazanma fikri günümüzde çok revaçta.İnsanların artık büyük bir çoğunluğu vaktini bilgisayar ve internet başında geçirdiğinden bu vaktin nakte çevirilebileceği fikri elbette insanların hoşuna gidiyor.Lakin anlatılanlar ve gösterilen yöntemler hiç sanıldığı gibi gerçek ve basit değil.Emeksiz ve sermayesiz zengin olma fikri tabiki kulağa hoş geliyor ve insanları bu duygu üzerinden etkilemek bu işi yürütenler için kolay oluyor.Qnet ve benzeri Network Marketing kuruluşları da genellikle ihtiyaçları ve hayalleri büyük ancak sermayesi küçük üniversite öğrencileri için doğru bir yolmuş gibi gözüküyor.İnanmak başarmaktır hikayeleriyle önce kişiler kazanılıyor ve gençlik enerjisinin bu işe aktarılması sağlanıyor.Daha önceden Saadet Zinciri fikriyle karşımıza çıkan bu yöntem kişiler arası kazanç ağı modeliyle işliyor.Ürünü satan firma hem malını satmak için pazarlamacı parası ödemiyor hemde ürünü sattırdığı kişilere çok az komisyon veriyor, gerçekten çok akıllıca bir sistem.Ben bu yazıda bizzat şahit olduğum bir kaç hadiseyi nakletmek istiyorum belki bu işe kalkışmak isteyen arkadaşların fikir edinmesini sağlar diye.Üniversitede bir kaç arkadaşım Qnet kuruluşuna girdiler ve sınıfımızdaki bütün arkadaşları bu kuruluşa sokmak için hergün telefonlarla ve yüzyüze görüşerek toplantılarına davet ettiler.Çünkü bu kuruluşa ne kadar çok kişi sokarsan onlara o kadar ürün satıyorsun ve kazanç ağı modelinde senin bi alt ağına giriyor o kişinin sattıği ürünlerden de komisyon alıyorsun.Qnet te olan arkadaşlarımız gerçekten sınıfımızda birkaç kişiyi ikna etmeyi başardılar ve ikna ettikleri kişiler eş dost akrabalarından 2bin-3bin tl toparlayıp onlarda Qnet'e ve sisteme dahil oldular.İlk başta bu arkadaşlarımız büyülenmiş gibilerdi.İşte efendim bir süre sonra artık altına yeteri kadar insan aldığından oturduğun yerden 50-60 bin tl para kazanıyormuşsun hatta facebook hesabında son model arabayla fotoğrafı olan birinin profil fotoğrafını açıyorlar ve bu arkadaşta Qnet'te. 2 sene önce girmiş şimdi kimseyi Qnet'e dahil etmesede 60 bin tl her ay hesabına yatıyor  falan gibi hikayeler.İnanmak herşeydir.İnanınca herşeyi başarabilirsin.Facebook'uda 1 kişi kurdu milyonlara ulaştı biz 6-7 kişi bi ekibiz binlere mi ulaşamayacağız gibi özgüveni yüksek laflar arkadaşları tesir altına almıştı.Sonra o arkadaşlardan bazıları okulda derece olmalarına rağmen bu mesele yüzünden okula gelmemeye başladılar ve tüm işleri güçleri bu mesele olmuştu daha önce de belirttiğim gibi zengin olma hayaliyle büyünlenmiş gibi duruyorlardı.Sabahtan akşama kadar bi Cafe'de oturup ikna etmeye çalıştıkları insanlara bilgisayardan sunum yapıyorlar notlar falan tutuyorlar çok ciddi birer pazarlamacı gibi işlerinde samimi davranıyorlardı gerçekten, ama bunun ne kadar gülünç olduğunu ancak dışarıdan bu olaya bakan farkedebiliyor.Arkadaşlarımızdan biri sınıfımızda müthiş geleceği olan bi meslekte derece olmasına rağmen artık derslere gelmiyordu aradan 5-6 ay geçti ben o arkadaşı ara ara şehir merkezinde kendi başına düşünceli düşünceli gezerken görüyordum.Sonra o arkadaş ciddi manada psikolojik sorunlar yaşadı, ailesi şehre gelip arkadaşı okuldan aldı ve söyledikleri şey: oğlumuzun sağlığı hiçbirşey den önemli değil. Bu acı tablo dışarıdan bakıldığında aşikardı ancak müthiş hayallerle bu oluşuma giren insanlar kandırıldıklarına inanmak istemiyorlardı ve eş dosttan topladıkları o paranın sıkıntısı da kendilerini geriyordu haliyle.Zor bir durum.Network Marketing meseleleriyle uğraşacak arkadaşlara bir fikir olması vesilesiyle anllatığım bu hadise herkes için böyle olmayabilir.Gerçekten kazanan insanlarda vardır ancak kazanan insanların kazanabilmesi için bahsettiğim arkadaş gibi hayal kırıklığına uğrayacak bir çok arkadaşı sisteme dahil etmesi gerekiyor ve bu konu hakkında söylenecek tek bir söz var: Yükselmenin en alçakçası başkalarının sırtına basarak yükselmektir.