27 Temmuz 2013 Cumartesi

28 ŞUBAT TOPLUMSAL YAPI VE SORUNU

Türk siyasi kültürüne ‘Postmodern Darbe’ olarak geçen 1997 yılının 28 Şubat’ındaki siyasete müdahale nevi şahsına münhasır bir takım özelliklere sahiptir. Modern dünyada şiddetin kansız,dolaylı ve fiziksel temas içermeyen niteliğini kanıtlayan postmodern darbe, şiddetini ustalıkla yasa ve yargı üzerinden gerçekleştirmiş, kan dökmeden ve şiddetini gizleyerek uygulamayı başarmıştır.Peki 28 Şubat’ı 28 Şubat yapan nedir? Türkiye’nin siyasi yapısını, siyasi kültürünü, uluslararası ilişkilerini, ittifak yapısını, iç siyasi sorunlarını, medya yapısını, eğitim sistemini, milletin devletle ilişkisini radikal şekilde dönüştüren bu darbeyi etraflıca incelemeye çalışacağız.

28 Şubat’ı Hazırlayan Faktörler

1945 sonrası kurulan yeni dünya düzeninde tüm dünya ekonomik, siyasi, diplomatik, askeri ve mali olarak yeniden yapılandırılmıştır. Bu yeniden yapılandırmada Türkiye’nin payına düşen en önemli kısımlarından biri ise NATO üyeliği olmuştur. 1945 sonrası artan ‘Sovyet Tehdidi’ karşısında bağımsız konumunu sürdüremeyecek hale gelen Türkiye, tercihini Batı dünyasından yana kullanmış, Batı ile ilişkilerini geliştirerek Transatlantik İttifakı’nın parçası haline gelmiştir.

Türkiye’nin NATO’ya girmesinin, ülke üzerinde önemli etkileri olmuştur. Bunun en göze çarpanlarından biri askeri liderlerin siyasetteki ve devlet yönetimindeki rolünün artmasıdır.1950’lerin Türkiye’sindeki imkanları son derece yetersiz olan siyasi liderlere karşı, NATO üzerinden dünya standartlarında eğitim alan, dünya elitleri ile birebir ilişki tesis eden, dünya görüşlerinde vizyon kazanan askeri liderler haksız rekabet yaparak, kısa zamanda öne geçmiştir.

“Askeri elitlerin yükselişinin asıl nedeni, Turk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) hiyerarşik yapısının NATO Ordularına benzer şekilde yeniden yapılandırılması, ortak eğitim programları aracılığı ile NATO orduları ile yakın ilişkiler kurması, NATO vizyonunu ve güvenlik algısını içselleştirmesi, NATO üzerinden Türkiye’nin mevcut insan kaynakları düzeyinin son derece üzerine çıkmış olmasıdır.” 

Askeri liderlerin, siyasi liderler karşısında öne çıkmasının bir takım olumsuz etkileri olmuştur.Meclis’te halkın taleplerininin tartışılması nedeniyle eğitim kalitesinin ülke standartları neticesinde aşağıya doğru çekilmesi, askeri liderlere siyaset liderlerini aşağılama ve bunu meşru görme özelliği kazandırmıştır.

“Rus tehdidine karşı, daha uzak ve dolaylı bir müttefiki kendisine ortak olarak seçen Türkiye, bu tehdidin bertaraf edilmesi için NATO’ya girmiştir.”

Ne zamanki Türkiye’nin bu tercihi tehdit altına girmiş, Türk-Sovyet ilişkileri düzelme eğilimine girmiş ya da Türkiye NATO ve Transatlantik İttifakı’nı dengelemek istemişse; Türkiye bunun karşılığını askeri darbe olarak ödemiştir. Neticede bu tercihi yapan devlet liderleri, bu tercihle birlikte devletin iradesini siyasi liderlerden alarak fiilen  askeri liderlere devretmiştir.

90’larda Türkiye’nin asıl değerinin kaynağı istikrarlı ve İslam dünyasına örnek olarak gösterilebilecek laik ve demokratik bir devlet olmasıdır.  Özellikle ABD’de Clinton Yönetimi’nin Türkiye’nin Kürt meselesi kaynaklı insan hakları karnesini görmezden gelmemesi, bu meseleyi gündemde tutarak Türkiye’yi eleştirmesi, Türkiye’nin bu dönemde ittifak yapısını da gözden geçirmesine yol açmıştır. Bu tartışmaların 90’lı yıllarda Türkiye’ye yapılan ve Güneydoğu’da terörle mücadelede kullanılan silahların satışına, Kongre’de insanhakları ihlalleri gerekçe gösterilerek ambargo konulması Türkiye’yi hem zor duruma düşürmüş hem de farklı ittifak arayışlarına itmiştir.Ülkedeki Kürt sorunu kaynaklı insan hakları ihlallerinin Türkiye’nin Avrupa ile de ilişkilerini zora sokması, Türkiye’ye insan hakları ihlallerini gündeme almayan ve Türkiye’nin silah ihtiyacınıkarşılayabilecek bir müttefik arayışına itmiştir. Türkiye ile İsrail
arasında 90’ların başında kurulan stratejik ortaklığın bir nedeni de, İsrail’in insan haklarına önem vermeyerek Türkiye’nin silah ihtiyacını karşılamayı kabul etmesidir. Türkiye ile İsrail arasında bu dönemde bir çok silah anlaşması yapılmış, F-16 uçaklarından tank modernizasyonuna kadar iki ülke arasında tamamen çıkara dayalı askeri bir ittifak kurulmuştur.

            28 Şubat’ı diğer  darbelerden ayıran en önemli özelliklerden birinin, darbenin aciliyetinin olmaması ve dış desteğinin NATO kaynaklı değil, İsrail destekli olmasıdır.Soğuk savaşın olmadığı bir ortamda sert bir darbenin desteklenmesi oldukça zor olduğundan, 28 Şubat daha dolaylı, daha uzun süren ve toplumu şekillendirici bir nitelik kazanmıştır.
Daha önceki darbelerde hedef, ekseni değiştirme kabiliyeti bulunduğu varsayılan kişilerin bertaraf edilmesi ve sonrasında bu tehdidin kurumsal tedbirlerle vesayetçi yapı tarafından kontrol altına alınmasıdır.Oysa 28 Şubat’ta asıl dış etken NATO değil İsrail’dir. 28 Şubat’ın dış etkeni diğer bir ifadeyle  İslamcı aktörleri bertaraf etme stratejik amacını iç aktörlerle paylaşan dış aktörlerdir. Elbette Transatlantik İttifakı’nın müsade etmediği bir darbenin Türkiye’de gerçekleşmesi son derece zordur. Ancak görmezden gelmekle, darbenin destekçisi olmak birbirinden farklıdır.Bu anlamda 28 Şubat orta vadeli ABD çıkarlarına zarar vermeyen bir özellik
arz etse de İsrail’in ve İsrail Lobisi’nin 28 Şubat’taki en önemli rollerinden birisi de Washington’ın ikna sürecini sağlamak, buna gerekli malzemeyi temin etmek, bu ikna süreçlerini sevk ve idare etmektir. Bu noktada İsrail Lobisi’nin Washington’ı ikna konusunda maharetli olmasının yanı sıra, 28 Şubat’ın Washington tarafından kabul edilebilir bir darbe olarak onaylanması da darbenin sessiz, kansız, gürültüsüz, gizlenebilir yani “postmodern” olarak tasarlanması ile mümkün olabilmiştir

            “28 Şubat’ın postmodernliği bir lüks ya da devletin ileri gelenlerinin merhameti ile değil, bir yönüyle de genelde dünyanın; ama özelde demokrat bir ABD başkanının ikna edilme ihtiyacıyla ilişkilidir. Bu nedenle 28 Şubat’ta asıl fail olarak Washington’a değil, İsrail’e ve Washington’daki İsrail’e bakmak gerekir.” 

Türk-İsrail İlişkilerinin Dinamiği

1990’lı yıllarda İsrail dış politikasının temel tehdidi tüm Ortadoğu’yu etkisi altına almaya çalışan İslamcı hareketlerdir. İslamcı hareketlerin toplumsal zemin kazanmaya başlaması İsrail’in orta vadede gördüğü en büyük tehdittir. İsrail’in Türkiye için önemi tam da bu noktada ortaya çıkmaktadır. Etrafı Arap devletleri ile çevrili İsrail, kurulduğundan beri bu kuşatmayı yarmak için iki temel strateji geliştirmiştir: 1. ABD’deki İsrail Lobisi üzerinden, ABD yönetimi üzerindeki etkisini kullanarak, ABD’nin Ortadoğu politikasını kendi istediği yöne çevirmek. 2. Arap devletlerini aşmak icin ikinci kuşaktaki Arap olmayan Müslüman devletlerle ilişkilerini derinleştirerek kendisine nefes alma alanı açmak (Türkiye, İran ve Etiyopya).
İlk politikasında büyük bir başarı kazanan İsrail, 90’ların ortasında ikinci politikasında da
Türkiye örneğinde, Türkiye’yi tarafsız hale getirerek nispi bir başarı kazanmıştır.
Böylece hem Arap olmayan Müslüman devletlerle işbirliği politikasına yeni bir ivme kazandırmış, hem de Türkiye’nin de ‘İslamcı’ bir yönetime kavuşmasını engelleme yani Türkiye’yi “kaybetme” riskini bertaraf etmiştir. Bu noktada, iç politikada sıkışan, halkla temas edemeyen, devlet krizini aşamayan devlet liderleri de hem İslamcı hareketi dizginlemek hem de istenen silah ve istihbaratı alabilmek için İsrail’le yakınlaşmayı gündemine almıştır.

“90’ların başından itibaren İsrail ile yürütülen işbirliği herşeye rağmen yine
de 28 Şubat’ı izah etmeye yetmezdi. İşte tam bu noktada İsrail’le İslamcılık karşıtlığı ortak paydasında organik bir işbirliği için hazır hale gelen özellikle Deniz Kuvvetleri’nde yerleşik mezhepci bir grubun İslamofobik siyasi pozisyonu, İsrail ile bu aktörleri tam bir işbirliği noktasına getirmiştir” 

            Tüm bu stratejik hedeflerin aynılaşması neticesinde kurulan bu yapısal ilişkinin güvenlik ayağındaki önemli neticelerinden biri  eğer askeri ihaleler, askeri modernizasyon, PKK ve İslamcı gruplara karşı istihbarat paylaşımı ile bölgesel işbirliği ise, siyasi karşılığı ise 28 Şubat Postmodern darbesidir.

            28 Şubat ve Ekonomik Durum

28 Şubat’ın bir diğer önemli özelliği ise darbenin hemen öncesinde ve sonrasında gerçekleşen ve Türkiye’yi tam anlamıyla iflas noktasına getirerek belki daha sonra gelecek AK Parti dönemine zemin hazırlayan ekonomik algılayıştır.

“24 Ocak kararları ile başlayan, sonrasında Özallı yıllarda özelleştirmeler, konvertibilite ve uluslararası rekabet alanlarında giderek normalleşen ekonomiye en büyük darbe bu dönemde gelmiştir. Sermaye yeşil ve normal diye ikiye ayrılarak, taşra kökenli sermaye tam anlamıyla dışarıda tutulmuş, sanayi sermayesi engellenmiş, bunun yerine rantiye ekonomisi öne çıkmıştır.”

28 Şubat döneminde gazete satışları, medyadaki el değiştirmeler, banka satışları ve devlet ihaleleri masaya yatırıldığında bu ilişkilerin sonuçları görülebilir. Hele ki 28 Şubat döneminde herkesin isimlerini bildiği bazı işadamlarının bir anda ortadan kaybolması, sermayenin aslında sabit ya da oturmuş bir sermaye olmaktan ziyade, rant dağıtımından alınan paylarla ilişkili olduğunu ortaya koyar. Bu dönemde emekli generallerin şirket yönetim kurullarına piyasa değerinin çok üstünde maaşlarla girmeleri, iş tecrübesi olmayan bu generallerin işlevinin ne olduğunu göstererek, Türkiye’de ekonomik kararlarda kimin iktidar sahibi olduğunu da göstermektedir. Zaten Türkiye’nin 28 Şubat’ın üzerinden henüz 3 yıl geçmeden tarihin en büyük finansal krizini yaşaması, banka boşaltmalar, IMF müdahaleleri de hatırlandığında, olayın vehameti daha iyi anlaşılır
.
28 Şubat ve Medya Sorunu

28 Şubat’ın bir diğer önemli özelliği özel TV ve radyolar çıktıktan sonra yapılan ilk darbe olmasıdır. 28 Şubat öncesi darbelerde en önemli hedeflerden biri TRT olmuştur. İletişim tekelini eline almak isteyen askeri liderler, hemen bir konuşma yaparak, iletişimi kontrol etmişlerdir. Ancak Türkiye’de 1990’lardan itibaren ekonominin ve siyasetin liberalleşmesine paralel olarak özel TV ve radyo kanalları da birbiri ardına kurulmaya başlandı. 28 Şubat’a geldiğimizde ise artık tek bir merkezden kontrol edilemeyecek bir özel medya çeşitliliği mevcuttu. Haliyle bu tür bir medya yapılanmasının, daha önceki darbeler gibi kontrol edilemeyeceği, aynı şekilde yönlendirilemeyeceği de açıktır. O halde medyanın 28 Şubat’ta rolü ne olmuştur?

28 Şubat, diğer darbelerden farklı olarak bir “süreç” olduğundan, medya önceden
olduğu gibi sorunun sonunda devreye giren enstruman değildir. Medya, 28 Şubat’ta tam bu “süreç” ruhuna uygun şekilde yeniden işlevlenerek, tam bir süreç kontrol ve yönetim aracına dönüşmüştür.

            “Medya 28 Şubat’ın hazırlanmasında, gerçekleşmesinde ve daha sonra sürdürülmesinde mütemadiyen ve dinamik bir rol almıştır. Bu nedenle medyanın olmadığı bir 28 Şubat’tan bahsetmek bir yana, medyanın olmadığı bir 28 Şubat mümkün dahi olamazdı denilebilir.”  

Hızlıca hafızalar yoklanırsa Ali Kalkancı operasyonundan Travestiler Kraliçesi Sisi müdahalesine, Aczimendilerden Kudüs Günü’ne kadar neredeyse tüm darbe enstantaneleri medya üzerinden gerçekleşmiştir.

“Ortalama bir demokratik düzende yasama, yürütme ve yargıyı yakından takip ederek, halk adına bu güçlerin fiillerini denetleyerek demokratik kültürün oluşmasına, ve halkın  devleti denetlemesine yarayan, bu işlevi ile ‘Dördüncü Kuvvet’ olması beklenen medya, Türkiye’de hiçbir zaman bu özelliklere kavuşamamıştır.” 

             İnsan Kaynağı ve 28 Şubat

28 Şubat’ın toplumsal alana kattığı önemli noktalardan biri de Türkiye’nin insan kaynağı kalitesinde meydana gelen dönüşümdür. 28 Şubat mağdurlarının ülkeden adeta bir hicret şeklinde çıkışı, hicret duygusuyla ülkeyi terketmeleri kayda değerdir. Üniversitelerde iş
bulamayan akademisyenler, bürokrasiden atılan tecrübeli bürokratlar, iş dünyasında yer alamayan girişimciler hep bunun örnekleri olmuştur. Ancak bunun da ötesinde başörtüsü yasağı nedeniyle ülkede okuma imkanı bulmayan binlerce kız öğrencinin başka ülkelere üniversite okumak amacıyla gitmesi gerek duygusal, gerekse de siyasal açıdan diğerleri ile karşılaştırılamaz. Aileleri ile birlikte düşünüldüğünde yüzbinlerce insanın vatan, millet, ülke, toprak algısını son derece derinden bir dönüşüme uğratan bu durumu, hem bir hınç birikimine, hem de Türkiye’deki sınırların aşılmasına, hem de bu kesimlerin insan kalitesinin artmasına neden olmuştur

28 Şubat ve Eğitim Sistemi

28 Şubat’ın yarattığı mağduriyetlerin en başta gelenleri başörtüsü sorunu ve eğitim alanındaki son derece tehlikeli değişikliklerdir. İmam Hatip okullarını engellemek için, tüm meslek liselerine karşı tavır alan 28 Şubat Yönetimi ülkedeki mağdur alt kesimleri kendisine düşman etmeyi başarmıştır. Daha çok alt ve alt-orta sınıfın, “iyi bir eğitim alamazlarsa en azından meslek öğrenirler” kaygısıyla çocuklarını gönderdiği meslek liselerini de mağdur eden 28 Şubat, bu okullara olan rağbeti azaltarak hem ekonomideki ara eleman ihtiyacını karşılayan okulları işlevsizleştirmiş hem de oyun ortasında kural değiştirerek, milyonlarca öğrenciyi mağdur etmekten kaçınmamış, siyasallaşmayan kesimlerde dahi devlete güvenini zedelemiştir.

 “Toplum mühendisliği çabasındaki gibi bu müdahaleler denetlenemeyen ve kontrol dışı sonuçlar üretmiştir. Dindar-muhafazakar kesimlerin mali yeterliliği olan kısmı bu İmam Hatip okullarının işlevsizleşmesi ile devlet okullarını seçmemiş, tersine özel okullara yönelmeyi tercih etmiştir. Bu tercih milli eğitimdeki kaliteli öğreticilere yeni alanlar açarak milli eğitim sistemini zayıflatmıştır. Bu okullar nedeniyle toplumda hem sınıfsal hem de siyasi ayrışma artmış, daha parçalı bir toplumsallık üretilmiştir. Özel okulların rağbet bulması, devlet okullarının herkese hitap eden ve eşitleştirici etkisini yok ederek, muhafazakar-dindar kesimlerin özel okulları yönetme kabiliyetini gösterebilen tecrübeli kesimlerini diğerleri önünde öne çıkarmış, haksız rekabete yol açarak bu tecrübeye sahip olanları orantısız bir güce kavuşturmuştur.”

           
28 Şubat, Devlet ve İslâmcılık

28 Şubat tüm bu alanların yanı sıra siyaset alanını da radikal olarak dönüştürmüştür. Bu dönemin en önemli özelliklerinden birisi 28 Şubat’ın ‘an’ değil bir ‘süreç’ olarak gerçekleşmesidir. 28 Şubat ne yeni bir kurum getirmiş, ne de var olanları kaldırmıştır. Bu da 28 Şubat’ın siyaseti değil toplumu tasarladığının en önemli kanıtıdır.

            “28 Şubat’ın özelde yarattığı etki İslamcılığın dönüşümünde kendisini göstermiştir. 28 Şubat’a kadar Türkiye’de toplumsallığı en güçlü organik hareket olan İslamcılık, bu süreçte uğradığı kayıplarla tamamen siyaset alanından geri çekilerek, dönüşüme uğramıştır.
28 Şubat’ın ana aktörü olan Refah Partisi’nin kapatılmasının ardından kurulan Fazilet Partisi de kısa sürede kapatılmış, süreç Milli Görüş geleneğinin ikiye bölünmesi ile İslamcılığın Saadet Partisi üzerinden devamına yol açmıştır. Diğer ve asıl damar ise İslamcılığı sorunsallaştırarak, İslamcılığın temel siyasal pozisyonu olan ümmetçilik ve Batı karşıtlığını terk ederek farklı bir parti olarak kendisini kurarak AK Parti olarak yoluna devam etmiştir.” 

            28 Şubat’ı mümkün kılan koalisyonlar dönemindeki istikrarsızlıklar, siyasi kültürde koalisyonlara karşı bir güvensizlik yaratmış, sonraki dönemde seçmenlerin oy verme davranışlarını da etkilemiştir. Aslen başka partiyi desteklediği halde, seçimlerde istikrardan yana oy kullanma kaygısıyla kazanma ihtimali olan partilere oy verme davranışı yaygınlaşmıştır. Bu da nispeten uzun süren bir tek parti iktidarına yol açmıştır. Halen başkanlık sistemi etrafında gerçekleşen tartışmalarda da asıl önemli etkenin koalisyonlara duyulan güvensizlik olması, bu etkinin halen sürdüğünü göstermektedir.
           
         Sonuç

Türkiye darbeler tarihinin istisnai anlarından biri olan 28 Şubat Postmodern darbesi bir çok açıdan nevi şahsına münhasır bir olay olarak tarihe geçmiştir. Bu darbenin gerçek maliyeti ise halen yeterince tartışılmamış, ortaya çıkardığı patolojik durumlar halen düzeltilememiş, etkisi yeterince görülememiştir.

“Diğer darbelerden farklı olarak NATO desteğine değil, dış müdahale açısından İsrail’e yaslanan bir darbe olarak kayda gecen 28 Şubat, soğuk savaş sonrasıTürkiye’nin yaşadığı kimlik ve strateji krizinin bir sonucudur.” 

            Türkiye’yi bölgesinde komşularıyla, içeride ise devleti milletle karşı karşıya getiren bu darbe, sadece siyasetin bazı aygıtlarını değil tüm toplumu dönüştürmüştür. Postmodern ve kansız olmasını daha az acı üretmesine değil, soğuk savaş sonrasının stratejik atmosferine borçlu olan 28 Şubat’ın ürettiği maliyet halen yeterince anlaşılamamıştır.

"Nuh Yilmaz-Bir Postmodern DarbePortresi 28 Şubat" makalesinden derlenmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder