6 Eylül 2013 Cuma

PKK’YI BESLEYEN TOPLUMSAL ETKENLER VE SORUNLAR

ÖZET

Bu çalışma bireylerin PKK terör örgüne katılıma etki eden faktörleri incelemeyi amaçlayan keşfedici bir araştırmadır. Bireyleri sadece makro boyutta ele alarak vatan hainleri diye anılmamaları onların yaşadığı ortamı mikro boyutta inceleyerek empati yapmayı; ailevi sorunlar, yakın ilişki çevresi, etnik milliyetçilik duyguları, işsizlik, intikam duygusu, ekonomik sorunlar, özenti ve takdir edilme duygusu gibi nedenlerle teröristlerin kandırdığı bireyleri yakınsan analiz etmeye çalışılmıştır.

ANAHTAR KELİMELER: PKK, Örgüt Üyesi, Terör, Toplumsal sorunlar, Elaman kazanma

GİRİŞ


    Sürekli gerilen bir ortam, yüce idealler uğruna insanları acımadan katleden bir örgüt zulüm, zorbalık, kan, gözyaşı, vicdan azabı; arkadaşlarından, dostundan, akrabasından ve en önemlisi ailesinden uzak zorlu, ölümcül bir hayat! Bütün olanlara rağmen insanlar hâla niçin PKK’yı destekliyor? Neden dağa çıkıyorlar? Bu örgüte bu pisliğe nasıl bulaşıyorlar? Bu sorulara insanlar yıllardır kısaca vatan hainleri, ihanet edenler diyerek cevap vermekte fakat insanlar onların yaşam şartlarını, eğitimsizliklerini, maddi sıkıntılarını, farklı ideolojilerle beyinlerinin sürekli yıkandıklarını vs. hesaba katmıyorlar. Bu onların haksız olduklarını, vatana ihanet etmediklerini elbette kanıtlamaz ama hem makro boyutta hem de mikro boyutta geniş bir perspektifte analiz edilmelidir. İnsanların yaşamları süresince hayatındaki çeşitli tecrübeler ve bununla birlikte PKK terör örgütünün bireye değer vermesi, aidiyet hissi sağlamsı; kendi dünyasındaki problemleri çözme adına çıkış yolları araması gibi cazip sebepler bireyin terör örgütü PKK’ya katılmasına motive etmektedir ( Shaw 1986 ). Terör sorunlarının doğru anlaşılması bireylerin sosyal ve psikolojik sorunlarını inceleyerek belirlenmelidir. Dolayısıyla hem makro hem de mikro boyutta analizlere ihtiyaç duyulmaktadır.
    Bu çalışmada bireylerin PKK terör örgütüne katılmada etki eden faktörlerin neler olduğu ele almaya çalışılmıştır. Aydınlarımızın ve halkımızın yıllardır kesin bir çözüm bulamadığı bu sorunları araştırıp, kaynak taraması yapıp analiz etmeye çalıştım.

ÜLKEMİZDE TERÖR ÖRGÜTÜ PKK

PKK (Partiya Karkeren Kurdistan/ Kürdistan İşçi Partisi) terör örgütünün ideolojisi bölücü, etnik temele dayalı Marksist-Leninist bir ideoloji ve Kürt uluşçuluğuydu.
Bu ideoloji çerçevesinde nihai amaç olarak görülen “Bağımsız Birleşik Demokratik Kürdistan” hedefine ulaşılması dönemin farklı versiyonları ile sürekli olarak vurgulanmaktadır (Öcalan, 1982). 1984-1990’lı yılların başlarına kadar ki süreç PKK terör örgütünün kendisini, haklarını savunduğu ve uğruna mücadele ettiğini iddia ettiği Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde kırsalda yaşayan Kürtlere varlığını kabul ettirmeye çalıştığı dönemdir. Bu noktadan bakıldığında PKK’nın Kürtlerin kanları üzerine inşa edilmiş bir örgüt olduğu iddia edilmektedir (Özeren, 2010). Bütün bu fikirler örgütün, kadın, yaşlı, çocuk ayrımı gözetmeksizin sivil katliamları yapmasına sebep olmuştur. 2004 yılından itibaren ise meşru yoldan çözüm bulmaya çalışılmıştır, bir yandan kırsalda eylemlerine devam ederken, diğer taraftan ise demokrasi söylemi ile siyasal ve toplumsal alana açılma çabası içine girmiştir. Uygulanan diğer bir strateji de toplum içinde sorun olarak kabul edilen aşiretler arası çatışmalar, kan davaları vb. konularda uzlaştırıcı bir rol oynuyor gibi görünerek bölgede kendisinden başka güç olmadığı düşüncesini bölge halkına kabul ettirmeye çalışmıştır. Örgüt elaman temin ihtiyacında ise özellikle Avrupa da ki faaliyetlerine önem vermektedir.
    PKK terör örgütü son dönemlerin de ise Suriye krizi ile oluşan konjonktürü avantaja çevirmeye çalışmaktadır. Türkiye’de de Suriye benzeri görüntüler verme çabasına girmiştir. (Cirhinlioğlu 2004)


PKK TERÖR ÖRGÜTÜNÜN FİNANS KAYNAKLARI

    Örgüt vergilendirme kanunu adı altında kamu kurum ve kuruluşların da çalışan Kürt kökenli taşeronlarla, ekonomik faaliyette bulunanlardan vergi adı altında para alınarak, örgüte maddi destek sağlaması ayriyeten Almanya, Fransa, Hollanda ve İngiltere gibi ülkelerin gönüllü katılımla terör örgütünü desteklemesi örgütün maddi ihtiyaçlarını karşılamasına ve daha da güçlenmesine sebep olmuştur. Bunlara ek olarak insan kaçakçılığı ve özellikle uyuşturucu, madde kaçakçılığı maddi kaynakların da büyük önem taşımaktadır (İstanbul Emniyet Müdürlüğü, 2004)


TERÖR ÖRGÜTÜNE İŞTİRAKIN SEBEBİ NEDİR?

    Bunu tek bir sebebe bağlamak mümkün değildir. İnsanların yaşadıkları üzücü olay, yalnızlaşma, toplumdan dışlanma ve örgütün kurtarıcı gibi bu gibi bireylere değer vermesi, problemlerine çözüm önerisi sunması gibi cazip görünen alternatifler getirmesi bireyi motive eden önemli faktörlerdendir. Gerilim, yalnızlık içindeki birey topluma ayak uydurmakta sorunlar yaşamaktadır ve kendisine çıkış yolu aramaktadır. Crenshaw’e (1985) göre bireyin terör örgütüne girmesin de motivasyon faktörü olarak dört kategori olduğunu belirtmektedir. Bunlar; 1) eylem için fırsat olması, 2) bir yere ait olma gereksinimi ya da aidiyet duygusu, sosyal statü gereksinimi, 4) maddi getiri elde etmektir. Diğer  taraftan Borum’a (2004) göre bu nedenler; adaletsizlik, kimlik ve aidiyettir. Adaletsizlik, haksızlık ya da eşitsizlik terör örgütlerinin temel argümanları arasındadır. Adaletsizlik duygusu bireyleri intikam ya da bu adaletsizliğe neden olanlardan hesap sormaya itebilmektedir ki terör örgütlerinin eylemlerindeki şiddetin arkasındaki itici güçlerden biri de bu duygunun tatmin edilmesidir (Hacker, 1976)
    Bu nedenle devlet görevlilerinin karşısındakinin de insan olduğunu unutup intikam, kin hak ettikleri cezayı verme düşüncesiyle yapılan aşırı güç kullanımı, etnik grupların kendilerine haksızlık yapıldığı inancıyla huzursuzluğun doğmasına dolayısıyla toplumun bozulması beraber örgüt insanlarının devleti düşman olarak görme eğilimini hızlandırmakta ve pekiştirmektedir (Zafer,1999: s.20-22). Bu sebeple de sürekli bir kin, öfke içinde intikam alma çabasına girmektedir.


TOPLUM YAPISININ TERÖRİZMLE İLİŞKİSİ

Toplumun bulunduğu şartlar; nüfus, eğitim düzeyi, cinsiyet, yaş, yoksulluk gibi sorunlar terör örgütü PKK tarafından kullanılmaktadır (Hudson, 1999) halk arsındaki bu eşitsizlikler toplumdaki yapıyı bozmakta adaletsizliklere sebep olup bu mahrumiyet duygusu yaşayan kişilerin veya grubun kinleşmesine, öç almasına itebilmektedir. Berman’a (2002) göre yoksulluk ve sosyo-ekonomik eşitsizlikler, eğitim seviyesi ve gelir düzeyinin düşük olması ve işsizlik terörünün nedenleri arasında sayılmaktadır. Berman, en fakir kimselerin terör örgütleri tarafından seçildiğini iddia etmektedir. Bireylerin yaşamlarını etkileyen en önemli unsurlardan biri olan işsizlik teröristler tarafından planlı bir şekilde kullanılmakta, elaman kazanma sürecine büyük destek sağlamaktadır (Sever ve Özeren, 2011).

PKK’NIN ELEMAN KAZANMA SÜRECİ


Örgüt adayın zayıf noktalarına, maddi durumuna, akraba ve ailevi ilişkilerinde ki sorunlara vb. hakkında bilgi toplayarak adayla irtibata geçip gerekli diyaloglarla hoşuna gidecek şeyleri yaparak, önemli olduğunu hissettirerek vs. muamellelerle karşılıksız iyiylik ve yardımlarla minnet altında bırakmakta  ve kendisine yapılacak militanlık teklifi için zemin hazırlamaktadır. Polis Akademisi bünyesinde bulunan Uluslararası Terörizm ve Sınır aşan Suçlar Araştırma Merkezi (UTSAM) tarafından hazırlanan raporda Demokratik Toplum Kongresi, Siyaset Akademileri, Öz Savunma Birlikleri, Kent Meclisleri ve Demokratik Yurtsever Meclisi içinde kritik yapılar olduğu, bunların yanında Eğitim Destek Evleri, Özgür Yurttaş Dernekleri gibi yapıların elaman kazanmak için oluşturulduğu kaydediliyor (Yasa, 1970).

ÖRGÜTE KATILIMI ETKİLEYEN FAKTÖRLER


      1) BİREYSEL FAKTÖRLER
Örgüte katılımı etkileyen bireysel faktörler; 1) Ailevi sorunlar, 2) Akraba etkisi, 3)
   Arkadaş/sevgili etkisi, 4) Devam eden yargılama ve aranıyor olma, 5) Etnik milliyetçilik,  6)  İşsizlik ve ekonomik sorunlar, 7) İntikam duygusu, 8) Özenti ve takdir edilme duygusu  ve          9)Kişisel sorunlardan kaçış alt başlıklarında ele alınacaktır (Özeren, Başıbüyük ve Sözer,   2011)

1.1.AİLEVİ SORUNLAR


Kültürümüz de aile çocuğun dünyaya getirilmesinde, yetiştirilmesinde ve toplumsallaşmasında oynadığı rol itibariyle çok saygın bir müessesedir.. Özellikle de okul öncesi dönemde bireyin sosyalleşmesindeki en önemli kurum ailedir. Aile bu sebeple çocuğun üzerinde baskı oluşturup şiddete başvurması çocukta kişilik bozukluklarına ve yalnızlaşmasına sebep olabilmektedir. (Cömertoğlu, 1995) Terör örgütü de özellikle bu konuda çok sıkı çalışmaktadır çünkü sorunlu bir ailedeki çocuğun yalnızlığını ve sorunlarına çözüm üreterek bu fırsatı değerlendirmekte kandırıp devlete düşman yetiştirmektedir. 10.02.2012 tarihinde Bingöl’de çıkan çatışmada yaralı yakalanan 2 teröristlerden birisi ailevi sorunlar ve duyduğu sempati nedeniyle örgüte katıldığını belirten PKK'lı, "Katıldığıma pişman oldum. Gerçekten özellikle Roj TV'de anlatılanlar gibi değil. Mesela 'yoldaşlık, kardeşlik' deniliyor. Yok öyle bir şey. Çok yobazca ilişkiler yaşanıyor.  demiştir.

1.2.ZORLA EVLENDİRME VE BERDEL

    Zorla evlendirmeden bahsedildiğinde ilk akla gelen genelde kızların zorla evlendirilmesi olsa da, birçok erkeğin de örgüte katılım kararı almasında zorla evlendirilmesinin ya da evlendirilmeye çalışılmasının etkili olduğu görülmektedir. Örgütten kaçıp teslim olan bir örgüt üyesi bu durumu şu ifadelerle aktarmaktadır:
    “2008 yılında babamın zoru ile istemediğim bir kızla evlendirildim. Bu duruma yaklaşık bir sene sabredebildim. Kızı sevmediğimi, boşanmak istediğimi babama anlattığımda bana çok sert tepki verdi. Örf gereği o kızı boşayamayacağımı söyledi. Bunun üzerine ben de kaçtım ve İstanbul’a gittim. Burada maddi olarak zor duruma düştüm ve tanıştığım birkaç arkadaşın da tavsiyeleriyle örgüte katılmaya karar verdim.” (Özeren, Başıbüyük ve Sözer, 2011)

1.3. AİLEDE DEĞER VERİLMEMESİ ve OTORİTEDEN KURTULMA İSTEĞİ

Gençlik döneminde en etkin duygu otoriteden kurtulma isteği olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu dönemde gençler anne ve babalarından yetişkin yerine konmayı, kendilerine değer verilmesini, birey olarak kendilerine saygı duyulmasını beklemektedirler. Ailesi tarafından önemsenmediğini düşünen bir örgüt üyesi şöyle demiştir:
“Yüksekova’da bir telefoncu dükkânımız vardı. Bazı problemlerden dolayı bu dükkânı kapatmak zorunda kalmıştık. Dükkânı kapattıktan sonra sürekli internet kafeye takılmaya başladım. Bu dönemde sıklıkla evde annem ve babamla kavga ediyordum. İnternet kafede tanıştığım birisi ise bana sürekli olarak örgütü anlatıyordu. Ben de ailemi kısa süre için de olsa korkutmak ve onların beni önemsemesini sağlamak için örgüte katılmaya karar verdim. Girdikten sonra hemen örgütten ayrılmayı planlıyordum ama örgüte girdikten sonra kendi isteğimizle ayrılmamızın mümkün olmadığını anladım.” (Özeren, Başıbüyük ve Sözer, 2011)

1.4. AKRABA ETKİSİ

    Türkiye genelinde özellikle de Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde akrabalık bağlarının kuvvetli olması bunda büyük bir etkendir. Örgüte katılımda, kırsala daha önceden akrabası gitmiş kişilerin akrabalık bağlarını kullanarak örgüte katılım sağladığı görülmektedir.
Bu duruma örnek olarak bir örgüt mensubu şunları belirtmektedir:
“Dayımın oğlu ile beraber lokantada garson olarak çalışıyorduk. Lokanta kapandıktan sonra ise bulaşık ve temizlik işlerine bakıyorduk. Dayımın oğlu bana sürekli olarak ‘dağa gidelim, orada iş güç yok, silahımız olur, rahat rahat yaşarız’ şeklinde telkinlerde bulunuyordu. Ben de bunun üzerine örgüte katılmaya karar verdim.” (Özeren, Başıbüyük ve Sözer, 2011)

1.5.ARKADAŞ/SEVGİLİ ETKİSİ

İnsanların hayatın da duygusal ilişkilerin de önemli bir yer teşkil ettiği, bazı bireylerin yaşadığı duygusal ilişkinin bir neticesi olarak sevgilisinin etkisi ile örgüte katıldıkları Polis Akademisi bünyesinde bulunan Uluslararası Terörizm ve Sınır aşan Suçlar Araştırma Merkezi (UTSAM) tarafından hazırlanan raporda bir örgüt mensubu şöyle belirtmiştir:
     “Üniversitede okurken ilk senem sonunda sınıfta kalmıştım. İkinci yıl başladığında okulda kendimi çok yalnız hissediyordum. Bir arayış içerisine girmeye başladım. Daha sonra okulda benim gibi Kürt kökenli olan öğrencilerle birlikte zaman geçirmeye başladım. Bu arkadaşlarla toplandığımızda Özgür Halk, Yurtsever Gençlik gibi dergiler okuyorduk. Örgütten, gerillalardan bahsediyorduk. Tüm bunların etkisiyle ben de örgüte katılmaya karar verdim. Özeren, Başıbüyük ve Sözer, 2011)


1.6.ETNİK MİLLİYETÇİLİK

    Kürt halkının uzun yıllardır ezildiğine, terör örgütünün Kürt halkının haklarını savunan bir örgüt olduğuna ve bu hakları almak için silah kullanmaktan başka yol olmadığına inanlar vs. gibi sebeplerle PKK terör örgütü sürekli özellikle Güney Doğu da bireyleri kandırmaktadır. Etnik milliyetçilik etkisiyle örgüte katıldıklarını ifade eden örgüt üyelerine örnek olarak aşağıdaki ifadelere yer verilmiştir.
“Ben 1998’ten beri terör örgütü mensubuyum. Örgüte bilerek ve isteyerek katıldım. Amacım Türkiye Cumhuriyeti içerisinde demokratik özerk bir Kürt bölgesi kurulmasını sağlamaktır. Bu amaç doğrultusunda da yaşamaya devam edeceğim.”
“Mersin’de üniversite öğrencisi iken dergi dağıtımı ile uğraşıyordum. Bu süreçte yapılan bir operasyon neticesinde tutuklandım. Cezaevinden çıktığımda askerlik sürecim de yaklaşıyordu. Ancak askere gitmek istemiyordum çünkü devlet düzenine karşıyım. Örgütün Kürt halkının
özgürlüğü için mücadele ettiğine inandığım için askere gitmek yerine bu harekete katılmaya karar verdim.” (Özeren, Başıbüyük ve Sözer, 2011)

   
1.7.İŞSİZLİK VE EKONOMİK SORUNLAR

    Maddi durumları kötü olan çocukların ailelerine ise "Çocuklarınıza iş, para vereceğiz." deniliyor. İşsizliğin yoğun olduğu bölgede aileler, bir umuttur deyip çocuklarını terör örgütünün eline teslim ediyor. Terör örgütünün, özellikle çocuklarını götürdüğü ailelerin eğitimsiz ve fakir insanlar arasından seçilmesi dikkat çekiyor. Dolayısıyla bireyin işsiz kalması maddi sıkıntıları yanında kişisel ihtiyaçlarını karşılayamaması onun ihtiyaçlarını karşılayacak şeyleri yapmaya zorlamaktadır. Bir örgüt üyesi de söyle demektedir:
    “KATÜ Maliye’de okuduğum dönemde derslerde sıkıntılar yaşıyordum. Maddi olarak da sorunlarım vardı. Üniversiteden PKK ile irtibatlı olduğunu bildiğim birisi vardı. Onunla arkadaş oldum. Onun vasıtasıyla dergi dağıtımı ve eğitim almam amacıyla Avrupa’ya gönderildim. Ancak daha sonra İran’a gönderildim.” (Özeren, Başıbüyük ve Sözer, 2011)
İntikam duygusu, özenti ve takdir edilme duygusu, kişisel sorunlardan kaçış ta bireyin örgüte katılmasındaki diğer önemli sebeplerdendir.


2.ÖRGÜTE KATILIMI ETKİLEYEN ÖRGÜTSEL FAKTÖRLER

    Türkiye genelinde PKK terör örgütünün bir çok örgütsel faaliyetler vardır. PKK terör örgütünün uygulamaya koyduğu yöntemlerden en başta gelenler; 1) Gençlerin suça itilerek sabıkalı hale getirilmesi, 2) Kaçırılma, zorlama, tehdit, kandırılma, 3) Örgütle ilişkili yapıların eleman kazanma sürecinde kullanılması, 4) Örgütsel yayınların etkisi, 5) Cezaevi faaliyetleri, 6) Avrupa faaliyetleri

2.1.GENÇLERİN SUÇA İTİLEREK SABIKALI HALE GETİRİLMESİ

Örgüt, gençleri suça iterek onları sabıkalı hale getirmekte ve bu gençlerin ilerde potansiyel bir örgüt üyesi olmalarını sağlamaktadır. Bu örgüt açısından bir anlamda eleman kazanma sürecinde yeni adayların hazırlanması aşamasıdır. Bir örgüt üyesi bu durumu şu ifadelerle özetlemiştir:
    “Örgüte katıldıktan sonra yaşı küçük çok sayıda gencin örgüte katıldığını ve bunların büyük şehirlerde yapılan korsan gösteriler, izinsiz toplantılar, Molotof atma ve araç yakma, örgüt ve Öcalan lehine slogan atma gibi eylemler neticesinde Kürt gençlerinin suça itilerek sabıkalanmaları ve devamında terör örgütüne katılmalarının sağlandığını gördüm. Toplumsal olaya karışan veya cezaevine giren insanların gözleri daha kara oluyor ve daha çok itaatsizleşiyor. Örgüte katılımlarda bu husus önemli olduğu için toplumsal olaylara karışan veya örgüt bağlantılı bu tür bir suçtan dolayı cezaevine girip çıkan insanlara örgüte katılımla ilgili propaganda yapıldığında o insan direk olarak örgüte katılmaktadır. Taş atan çocuklar yasasının uygulanmasının yanlış olduğu kanısındayım. Bunun en büyük sebebi ise bu olaylardan dolayı gözaltına alınan gençlerin örgüt tarafından daha kolay kandırılması ve örgütün dağ kadrosuna katılmalarını kolaylaştırmasıdır.” (Özeren, Başıbüyük ve Sözer, 2011)


2.2.KAÇIRILMA, ZORLAMA, KANDIRILMA, TEHDİT

    Terör örgütünün kırsal yapılanmalarına olan yakınlığı, örgüt kamplarına ulaşımın diğer bölgelere kıyasla daha kolay olması örgütün bölge halkı üzerindeki baskısını çok daha reel hale getirmiştir. Halkın üzerinde kurulan bu baskı, korku ve şiddet, örgütün eleman kazanma stratejisinin bir parçası olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu türden baskılar veya tehditler sonucu örgüte katılan bireylerin sayısı da oldukça fazladır. Bir örgüt üyesi şunları ifade etmiştir:
    “Kaçak yollardan girdiğim İran’ın Urumiye şehrinde bir inşaatta elektrik işi yapıyordum. Ancak İran’da kaçak olduğumuz için tedirgin biçimde çalışıyorduk. Burada tanıştığım Hüseyin adlı bir arkadaş Irak’ın Süleymaniye şehrine beni götürebileceğini söyledi. Orada inşaat işlerinde çok para olduğunu, hem de daha güvenli şartlarda çalışabileceğimi söyledi. Teklifi kabul ettim ve kısa süre içerisinde yola çıktık. İran-Irak sınırına geldiğimizde geçiş yapabilmek için PKK’lılardan yardım isteyeceğimizi söyledi. Beni PKK’lı gruba teslim ettikten sonra arkadaşım ayrıldı. O dakikadan sonra tuzağa düşürüldüğümü anladığımda artık her şey için çok geçti.” (Özeren, Başıbüyük ve Sözer, 2011) Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere sadece tehdit değil, kandırma neticesinde tuzağa düşürme ve dönüşü olmayan bir yola girmeye zorlama da bu süreçte örgüt tarafından kullanılan yöntemler arasında görülmektedir.

2.3.ÖRGÜTSEL YAYINLARIN ETKİSİ

    Özellikle görsel yayınlarla kişilik gelişimini tamamlamamış, ailesi ile problem yaşayan, evinde ilgi ve alaka görmeyen, sevgiye muhtaç çocuk ve gençler üzerinde büyük etkisi vardır. F5 Habere göre "ROJ TV'nin özellikle de genç ve çocuklar üzerinde örgüte katılımı teşvik edici yayınlar yaptığı bölgede yaşayan insanlar ve bu bölgede görev yapan kamu görevlilerince sıkça dile getirilen bir husustur." "Sizce insanlar PKK'ya daha çok kendi istekleriyle mi? yoksa örgüt istediği için mi katılıyorlar" sorusuna, ankete katılanların yüzde 66.80'i "Kendi istekleriyle katılıyor. İfadesi yer almaktadır.

2.4.CEZAEVİ FAALİYETLERİ

Farklı sebeplerden dolayı sempatizan düzeyinde cezaevine giren bireylerin cezaevlerinde yürütülen faaliyetler veya baskılar neticesinde örgüte katılma kararı aldıkları aşağıdaki örgüt üyesinin beyanında açıktır:
    “Dayımın etkisiyle 1997 yılında HADEP binasına gidip gelmeye başladım. Bu süreçte parti bizi mitinglere, eylemlere gönderiyordu. Abdullah Öcalan’ın yakalanarak Türkiye’ye getirilmesi sonrasında da düzenlenen protesto yürüyüşüne ben de katılmıştım. Bu yürüyüş sonrasında yakalandım ve tutuklandım. Cezaevinde kaldığım 3 ay boyunca bana sürekli örgütün dağ kadrosuna katılmam yönünde propaganda yapıldı. Ben de bu propagandaların etkisiyle cezaevinden çıkar çıkmaz örgüte katıldım.” (Özeren, Başıbüyük ve Sözer, 2011)

2.5.AVRUPA FAALİYETLERİ

   
    PKK terör örgütü 1980’li yıllardan itibaren Avrupa ülkelerinde faaliyet göstermeye başlamış, 1990’lı yıllarda da Avrupa genelinde legal görünümlü kuruluşlar ve kadro yapılanması sayesinde geniş bir ağa kavuşmuştur. Avrupa ülkelerinin örgüt faaliyetlerine yönelik tedbirler ve yasal/idari yaptırımlar uyguladıkları görülmekle birlikte, terör örgütünün bu ülkelerin demokrasi, insan hakları gibi konulara bakışını kullanarak yasal boşluklardan faydalandıkları ve bu yolla propaganda, eleman ve finans temini faaliyetlerini sürdürdüğü bilinmektedir. Farklı Avrupa ülkelerinde konfederasyon, federasyon, dernek, birlik, merkez vs. adı altında çok fazla sayıda yapılanma mevcuttur. (Özeren, Başıbüyük ve Sözer, 2011)
    Yukarı belirtildiği gibi Avrupadaki  başta Almanya, Fransa, İngiltere, Hollanda gibi   ülkelerin yardımını, desteğini alan PKK örgütünün güçlenmesine büyük katkı sağlamaktadır.

SONUÇ
   
    Terör içten saran bir hastalık haline geldi. Dağda, kırsalsa savaşarak, öldürerek tüm vahşetini sürdürürken aynı zamanda bunu meşru gibi göstermek için demokratik adımlarda da bulunmakta, ülkenin siyasetinde yer edinmeye çalışmakta, televizyonda kendi programlarıyla varlığını ve düşünce yapısını insanlara aşılamaktadır. Bireylerin zayıf yönlerini ele alıp onların sıkıntılarına çözüm bulup daha sonrada bunların karşılığını almaya zorlamaktadır. Etnik milliyetçilikle özellikle Güney doğudaki Kürt halkına “ hakkınızı almak için savaşmak zorundasınız “ gibi fikirlerle insanların huzurunu rahatını bozup ülkeyi bölmeye çalışmakta ve anarşiye sürüklemektedir. Her gün medyada terör eylemlerine ilişkin haberlerin verilmesi insanların bu tür şiddete bir süre sonra alışmasına sebep olmaktadır. Devlet, terör örgütünün uygulamaya çalıştığı bu sistemli çalışmayı önceden tespit edip, çözüm bulması gerekir. Bu yüzden devlet özellikle Güney doğu ve Doğudaki insanlara değerli olduklarını, güvende olduklarını hissettirmesi; işsizliklerine, sorunlarına, eğitimsizliklerine çözüm getirmelidir. PKK’nın geleceğe hükmetmesini engellemek Türkiye’de herkesin görevi ancak herkesten daha çok Kürt kökenli vatandaşların görevidir. Bu oyuna gelmemeleri ve teröristlerin herhangi bir girişiminde birbirlerine yardım etmelidir.


KAYNAKÇA


Cirhinlioğlu, Z. (2004). Terör Ve Toplum, İstanbul: Gündoğan Yayınları, s: 43-85.

Crenshaw, M. (1985). An Organizational Approach to The Analysis of Political Terrorism,                 Orbis. (Özeren, Başıbüyük ve Sözer, Çev.). 29 (3), 465-489.

Cömertoğlu, Y. (1995). Terörün psikolojik temelleri, İstanbul: Strateji, s: 147-171
(Cömertoğlu, 1995)

      F5 Haber, İşte PKK'ya Katılımı Etkileyen İki TV Kanalı!, 
http://www.f5haber.com/postmedya/iste-pkk-ya-katilimi-etkileyen-iki-tv-kanali-         haberi, (SGT: 30.10.202/ ET:06.03.2013)

Hudson, R. A. (1999). The Sociology and Psychology of Terrorism: Who Becomes A
Terrorist And Why? (Özeren, Başıbüyük ve Sözer, Çev.). Library of Congress, Federal Research Division, Washington DC.

Milliyetçi Forum, “PKK Kronolojisi “  http://www.milliyetciforum.com/pkk-kronolojisi,       (SGT: 08.03.2013/ET: 08.03.2013)

Özeren, Başıbüyük ve Sözer, Bireylerin Terör Örgütüne Katılımasına Etki Eden
Faktörler   Üzerine Bir Alan Çalışması: PKK/KCK Örneği, Cilt 3 (2), 2012, ss.57-83

Özeren, S.(2010). KCK, Bölge Halkının İradesini Gasp Eden Yapının Adıdır, Bugün        Gazetesi, (2010, 18 Ekim).

    Sabah Haber, Teslim olan PKK'lıdan şok ifadeler, http://www.sabah.com.tr/Gundem,             (SGT: 10.02.2012/ ET: 10.03.2013)

   Son sayfa haberleri, PKK'nın örnek aldığı örgüt, http://www.sonsayfa.com/Haberler/Guncel,    (SGT: 02.12.2012/ ET: 10.03.2013)

Sever, M. ve Özeren, S. (2011). Neden Hakkari, Terörizm Paradoksu ve Türkiye, Ed:     Süleyman Özeren ve Murat Sever, Karınca Yayınları, Ankara, Ss. 127-160.

Shaw, E.D. (1986). Political Terrorists: Dangers of Diagnosis and An Alternative To The
Psychopathology Model, International Journal of Law and Psychiatry, (Özeren, Başıbüyük ve Sözer, Çev.).  8(3), 359-368.

T.C İstanbul Valiliği Emniyet Müdürlüğü, PKK/Kongra-Gel, Hizmete özel eğitim serisi     6/2004, İstanbul: s.333-341

Yasa, İ. (1970). Türkiye’nin toplumsal yapısı ve temel sorunları, Ankara: Yayınları, s:   72-    84 

Zafer, H. (1999). Sosyolojik Boyutuyla Terörizm, İstanbul: Beta basım A.Ş, s: 20-22















10 Ağustos 2013 Cumartesi

CUMHURİYET DÖNEMİ TOPLUMSAL YAPI

ÖZET

   Bu çalışmada; yeni Türk devletinin, devrim ve inkılâplarla şekillenmeye başladığı, Türk toplumunun adeta deri değiştirdiği, kendi kültürüyle, batı kültürünü harmanlayıp, modern çağ toplumlarına ayak uydurmaya çalıştığı bir dönemde, Türk toplumunun maddi-manevi bir takım değerleri, yaşayışları ve normlarıyla inceleyerek o dönemdeki toplumun yapısına bir göz atacağız. Giresun, İstanbul gibi şehirleri referans alarak sosyal hayattaki değişmeleri ama özelden genele ama genelden özele gözlemleyeceğiz.


GİRİŞ


    Devrimlerin yoğun olarak yapıldığı, rejimin ilkelerinin şekillendiği, bambaşka bir dönüm noktası olan Cumhuriyet Dönemi’nde toplumun sosyal, kültürel, ekonomik yapısını inceleyeceğim.


    Yeni Türk devletinin temellerinin atıldığı, yapılan inkılâplarla bir kan değişimine gidildiği, rejim karşıtı isyanların bastırılmaya çalışıldığı, 1923-1930 tarihleri arası yani cumhuriyet yıllarına genel bir bakış yapacağım.


    Prof. Dr. Fatma BAŞARAN’ a göre; “Türk toplumu geçiş halinde olduğundan Türkiye’de bir taraftan çağdaş(modern) toplumlara ait kültürel norm, değer ve tutumlar ile bunlar arasındaki çeşitli varyasyonlar birlikte yaşamakta veya zaman zaman çatışabilmektedir.”
Bu çerçevede Türk toplumunun manevi değerleri ve cumhuriyetin bu değerlere etkilerini inceleyerek başlayacağım.

TÜRK TOPLUMUNUN MANEVİ DEĞERLERİ

    Prof. Dr. Amiran KURTKAN’ a göre; “Türk-İslam değerlerine göre, Sorakin’in ideal kültür diye isimlendirdiği, maddi ve manevi değerler arasında ahenk kuran kültür, aslında insan için tabii olan kültürdür.” Buna göre; batılı düşünürlerce ideal sayılan kültür, Türk-İslam kültürüne, insanın tabiatına tam anlamıyla uymaktadır.


    Milletin manevi değerleri, tarih, ahlak, töre, anane ve sanat anlayışı bu doğrultuda cumhuriyetle de çelişmemektedir. Yapılan devrim ve inkılâplarla bir takım tabular bu dönemde yıkılmaya çalışılmış veya yıkılmışsa da Türk kültüründe büyük değişimler meydana getirmemiştir. Fakat, zamanla oluşan özellikle yazar ve sanatçı kesimini ısrarla üzerinde durduğu evveli Osmanlı Devletine dayanan batılılaşma çabaları, toplumun manevi değerlerindeki açmış olduğu küçük boşluklar zaman la genişleyerek derin hasarlara da sebebiyet verdiği görülmektedir. Bir takım romanlar, sinemalar toplumun yapısında bir Fransız ekolünü benimsetmeye çalışmıştır. Bunu kısmen de başardıklarını söyleyebiliriz bilhassa bu dönem için.


    Cumhuriyetin etkisine tekrar dönecek olursak manevi değerlerin ve bu değerleri ortaya koyan kıymet hükümlerinin genellikle dinler tarafından getirildiği sosyolojide kabul edilmiştir.Zira, insan hakları, demokrasi,eşitlik adalet, hürriyet kavramları ve bunları hedef tutan değer hükümleri, dini mahiyette olmak üzere ortaya konulmuşlardır. Sosyolojik gerçekler ve hatta İslamiyetin getirdiği kıymet hükümleri ile kesinlikle çatışmamaktadır.çoğu kıymet hükümlerimiz, hem İslam köklüdür, hem de modern sosyolojinin görüşlerine tam olarak uygundur(KURTKAN, A. 1984).


    Manevi kültürü sağlam olan milletler (uzun bir sürede) maddi kültürü kuvvetli olan milletlerden üstün hale gelirler(KAPLAN, M. 1976).

CUMHURİYET DÖNEMİNDE TÜRK TOPLUMUNDA FELSEFE

    Prof. Dr. B. Suat ÇAĞLAYAN’ a göre; “Demokrasi ve insan kavramları felsefeden uzak kaldıkça aldatıcı sözler olmaktan öteye geçemezler. Bu kavramların doğru tanımına, gerçek içeriğine ‘felsefe’ ile ulaşılır.”

    Aydınlanmacı felsefe, pozitivizm, evrim felsefesi ve maddeci felsefe, Tanzimat’tan beri aydınlarımızın ilgi alanındaydı. Meşrutiyet’ in son yıllarına gelince, olup biteni yorumlamak, bir yönden de düşüncenin yol göstericiliğinden yararlanma isteği insanların felsefeye ilgisini her zamankinden daha fazla arttırdı.

    Türkiye’deki çağdaşlaşma etkilerinin başladığı yıllara baktığımızda daha çok çeviriler bulunmaktadır. 19, yüzyıldaki ilk çevirilerin felsefeyle ilgili oluşu da dikkat çekicidir. Hilmi Ziya ÜLKEN’ in Türk Tefekkür Tarihi, İsmail Habib SEVÜK’ ün Avrupa Edebiyatı ve Biz isimli kitaplarla Batı felsefesi toplumumuzda filizlenmeye başlamıştır(KAYNARDAĞ, A. 2002).
Kültürümüzde tefekkür ve felsefe büyük bir yere sahiptir.Mevlana Celaleddin-i Rumi’den tutalım, Yunus Emre’lere, Hacı Bektaş Veli’lere hatta Gazali’ ye. Bu büyük isimler sadece dn üzerine gitmeyip, ilahiyat, yaratılış, insanın yaşama gayesi gibi birçok alanda derin düşünceler ve yorumlarıyla toplumumuzun yapısını şekillendirmiş, bir kıvam vermiştir.

    Cumhuriyet Dönemini ele aldığımızda o dönemdeki felsefi akım ve kültürümüzdeki, değer ve inançlarımızdaki felsefe zaman zaman çelişmeler göstermiştir. Bu durum toplumsal yapıda bir ayrımlara sebebiyet vermiştir. Aynı zamanda bu dönemde yapılan tekke ve zaviyelerin kapatılması gibi devrimlerle bu ayrımı gün yüzünden çekilmeye çalışılmış ve sosyal düzende bir homojenlik sağlanmaya çalışılmıştır.

CUMHURİYET DÖNEMİNDE TÜRK EDEBİYATI

    Milli edebiyat sanatçılarının, Cumhuriyetin ilk yıllarında en önemli eserlerini vermeleri nedeniyle Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı ile Milli Edebiyat arasında bariz bir ayrım yoktur.
   

    Cumhuriyetin ilanıyla çok hızlı bir şekilde yapılan devrimler, Türk aydını takip etmekte zorlandığı bir siyasi değişim yaşamıştır. Latin harflerinin kabulü, eski yazı ve yeni yazı kargaşası ortalığı karıştırmıştı.

    Cumhuriyetin ilanından sonra edebiyatımız, çağdaş anlayışlar doğrultusunda gelişmesinin başarıyla sürdürmüştür. Bu yıllarda Kurtuluş Savaşı’nın etkisiyle edebiyatta genel olarak Anadolu’ya bir yönelme başlamıştır.


    Cumhuriyet devri edebiyatının ilk dönem eserleri değişen siyasi, sosyal ve kültürel çevrenin etkilerini taşıyor. Dildeki sadeleşme hareketi gerçekleşmeye başlamış, aruz bırakılıp hece ölçüsüne geçilmiş, şiirde ve düz yazıda toplumun her kesiminden gelen sanatçılar sayesinde konular oldukça genişletilmiştir. Edebiyatımız bu dönemde toplumcu bir karakter kazanmış, gerçekçi bir anlayış güdülmüştür.


    Cumhuriyetin kuruluşuyla, II. Dünya Savaşı yılları arasında eser veren şair ve yazarlar genellikle daha önceki Milli Edebiyat akımının etkisiyle tam anlamıyla ‘yerli’ ve ‘halka doğru’ ; veya Batının özellikle Fransız Edebiyatı’nın etkisinde kişisel yollarında yürümüşlerdir. Toplumsal yapının diğer öğelerinde de görüldüğü gibi edebiyatta da yoğun bir batılılaşma çabası olmuştur.Bunlarla birlikte yeni kurulan devlet ile yapılan bazı devrimleri halka tanıtmak ve benimsetmek görevi Cumhuriyet Dönemi sanatçılarına düşmüştü. Sanatçı, siyaset ile halk arasında bir köprü olup, devrimleri yorumlamış, açıklamış ve savunmuştur.Yeni dil ve eski dil tartışmaları Cumhuriyet ile noktalanmış, siyasi güç, olayı tekeline almış ve Türk Dil Kurumu’nu kurarak dilde geri dönülmez bir yenileşme yoluna gidilmiştir. Bunun abartılı örnekler de gösterilerek Türkçe’ nin kendimize yabancılaştığı da görülmektedir(KAPLAN, M. 1976).


    Önümüzdeki bölümde de Giresun İli üzerinden Cumhuriyet Dönemi’ndeki sosyo-kültürel açıdan değişmeler inceleyeceğim.

CUMHURİYET DÖNEMİNDE AİLE HAYATI


    Cumhuriyet Döneminin ilk yıllarına bakıldığında, ekonomik ve toplumsal yapı kırsal ekonomiye dayalıyken geleneksel geniş aile ve ataerkil geniş aileler egemen durumdaydı. Kentleşme yaygın olmayıp, nüfus daha çok kırsal kesimde yoğunlaşmıştı.Yeniden yapılanma dönemi olması nedeniyle aile açısından fazla çeşitlenmelerin olmadığı, yozlaşmanın görülmediği, devrimlerin yerleşmekte olduğu, çağdaş toplum olma çabasının yoğunlaştığı bir dönemdi. TEZCAN’ a göre; “Aile yapısında nispeten istikrarlı bir dönem yaşanmıştı.” Ayrıca yeni bir toplum olarak nüfusun artması isteniyor ve teşvik ediliyordu(TEZCAN, M. “Cumhuriyetten Günümüze Türk Ailesinin Dünü, Bugünü, Geleceği”).
 Yrd. Doç. Dr. Sadık SARISAMAN’ a göre; “1920’li yıllardaki ekonomik problemler nedeni ile boşanma oranının yükselmeye başladığı görülüyor.”

CUMHURİYET DÖNEMİNDE SOSYAL HAYATTAKİ DEĞİŞMELER

    SARISAMAN’ ın analizine bakacak olursak; giyim-kuşam olarak inceleyeceğim. Köylü kadınlar peçeli ve çarşaflı iken şehirli kadınlar modern bayanlar ve bayan öğretmenler başı açık, şapkalı ve fularlı olup etek-ceket giymekteydiler.Erkeklerin kıyafetlerine bakıldığında; modern erkekler takım elbise giyiyorlar ve papyon takıyorlardı. Resmi görevdeki öğretmen ve memurlar ile işadamları ve öğrenciler papyon yerine kravat takıyorlardı.Giresun İlinde 1927 yılından itibaren balolar tertip edilmeye başlanılmıştır. İlk defa şehir bürokrasisinin katılımıyla gerçekleşen yılbaşı kutlamaları düzenlenmiştir.Görüldüğü gibi sosyal hayatta da batılılaşmanın etkileri yoğun olarak hissedilmekte giyim-kuşam, yaşayış biçimi olarak doğrudan bir yönelme, bir meyil söz konusu olmuştur(SARISAMAN, S. 1999).

CUMHURİYET DÖNEMİ TOPLUMDA KADININ YERİ

Prof. Dr. Mahmut TEZCAN’ a göre; “Laikliğin yerleşmesine çalışılan bir dönemdi. Bu nedenle laikliğe ters düşen dincilikle, bağnazlıkla, gericilikle mücadele edilmişti. Kadının topluma katılması çabaları ve kadının eğitimi gibi konular oldukça zaman almıştı.” Çağdaş toplumlardaki aile yapısı model alınarak ailedeki geleneksel öğelerden uzaklaşılıp, yeni, çağdaş bir aile yaşantısı hedeflenmiştir.Ayrıca bu dönemde çıkarılan Türk Medeni Yasası ile aile yaşamı demokratikleştirilip, kadın, erkekle eşit hak düzeyine yükseltildi.Giresun’da ilk defa Mayıs 1926’da bir kadın tarafından konferans verilmiştir. Diğer taraftan da 1928 yılı içerisinde Milli Eğitim Müdürlüğü makamına Neyyire Hanım getirilmişti(SARISAMAN, S. 1999).Batılılaşmanın da etkisiyle kadının toplumdaki ağırlığı daha da artmış, ataerkil toplum yapısı değişime mahkûm olmuştur. Bunun sonucu olarak da maalesef toplumumuzdaki boşanma oranlarında artışlar meydana gelmiştir.

CUMHURİYET DÖNEMİNDE DAVRANIŞ BİÇİMLERİ VE TOPLUMUN NORMLARI


    İnsan ilişkileri bakımından davranışlarda önce akrabalar, sonra komşular, sonra da köyün halkı önem kazanır. Dayanışma bu sıralamayı takip eder. Kasabalarda da akrabalığa dayanan dayanışma en önde yer almaktadır. Kentlerde geleneksel akrabalık dayanışmanın yanı sıra, kişisel tercihe dayanan dayanışma en önde yer almaktadır. Kentlerde geleneksel akrabalık, dayanışmanın yanı sıra, kişisel tercihe dayanan çeşitli formel dayanışma türleri gelişmiştir. Bunlara çeşitli meslek kuruluşları, dernekler, gönüllü teşekküller, kulüpler örnek verilebilir(BAŞARAN, F. 2004).


    Eğitim ve ekonomik durumları yüksek olan memur ve serbest meslek sahipleri daha çok modern davranış içindeydiler. Kentlerde orta tabaka daha geleneksel tutum ve davranışlara sahipken alt tabakada ise bilhassa kadınlar iş hayatına katıldıkça, geleneksel davranışlarda kopmalar daha çok görülmektedir. Sadece imam nikahı ile yapılan evlilikler kent ve kasabalarda yok denecek kadar az olup en yaygın davranış hem imam nikahı hem de resmi nikahın birlikte yapılmasıydı.

CUMHURİYET DÖNEMİNDE İÇ VE DIŞ GÖÇLER


1950’lerde tarıma yeni teknolojinin girmesi ve artan nüfus dolayısıyla, fazla gelen işgücü hızla kentlere yerleşmeye başlamıştır. İstanbul, Ankara, İzmir gibi kentler metropol haline gelmiştir.
1960’da Türkiye dış göç olayına ilk kez bankacılık yapmıştır. Bu göçler, her yıl yüz binlerin üstünde işçiye olanak sağlayan, memlekete bol döviz getiren ve giden göçmen ailelerin geçimini güvence altına alan, ülke ekonomisine olumlu katkı yapan bir olay olarak önem kazanır(BAŞARAN, F. 2004).


Özellikle Almanya’ya gönderdiğimiz işçilerimiz orada da büyük bir yerleşke oluşturmuş, Türkiye’deki toplumsal yapıya farklı ekoller kazandırmışlardır. Genel düşünce ve davranışlarda zaten zamanla değişen toplum yapısına renkli bir kapı açarak bu durumu popülerleştirmiştir. Yerli halk gözünden duruma bakacak olursak da ‘alamancı’ diye tabir edilen göçmenlerimize bakış çok da hoş olmamasına rağmen nispeten bir imrenme de açık bir şekilde görülebiliyordu.

CUMHURİYET DÖNEMİNDE SINIFSAL YAPI VE SİYASAL DAVRANIŞLAR

    Dr. Muzaffer SENCER’in İstanbul üzerinden yaptığı bir analize göre, birbirine uygun düşen subjektif ve objektif nitelikleriyle bir sınıfsal yapı oluşmuş olmakla birlikte, siyasal ideoloji tam anlamıyla sınıfsal yapıya göre biçimlenmemiş, başka bir deyişle siyasal parti tercihleri sınıfsal yapıyı düşeyliğine kesmiştir. Kısacası her iki ölçütle elde edilen sınıfsal yapıda da, her sınıf içinde, siyasal tercihlerin genellikle farklılaşmadığı, aşağı yukarı benzer dağılımlar gösterdiği anlaşılmaktadır. Bu durum, yeni oluşmakta bulunan ve dinamik bir hareketlilik süreci içinde olan sınıfsal yapısının, eğilim halinde belirmekle birlikte henüz ideolojik veya sınıfsal bir bilinçliliğe tam karşılık olmadığını göstermektedir(SENCER, M. 1974).

SONUÇ

    Bu araştırmada 1923-1950 yılları arasında Türkiye’deki toplumsal yapıyı İstanbul, Giresun gibi illeri de referans alarak manevi değerler, davranış tarzı, normlar, ideolojiler gibi öğeleri de inceleyerek çözümlemeye çalıştım.

    Osmanlı Devleti’nden nu yana süregel batılılaşma hareketiyle zaten değişen toplum yapısında ciddi bir yönelme görülmekte. Harf inkılâbı, şapka kanunu gibi inkılâp ve kanunlarla, devlet gücüyle, sağlanmaya çalışılmış, büyük ölçüde de başarılı olunmuştur.

    Yaptığım bu incelemelerde Türk toplumundaki değişim Osmanlı Devleti’nden, günümüze tam manasında Cumhuriyet Dönemiyle(Geçiş Dönemiyle) deri değiştirmiş. Kendi kültürümüzle, batı kültürünü harmanlayıp modern çağ toplumlarına ayak uydurulmuştur.


 
KAYNAKÇA


SARISAMAN, Sadık, Cumhuriyetin İlk Yıllarında Giresun, İstanbul 1999
KURTKAN, Amiran, Türk Milletinin Manevi Değerleri, İstanbul 1984
KAYNARDAĞ, Arslan, Türkiye’de Cumhuriyet Döneminde Felsefe, Ankara 2002
SENCER, Muzaffer, Türkiye’de Sınıfsal Yapı ve Siyasal Davranışlar, İstanbul 1974
BAŞARAN, Fatma, Geçiş Döneminde Türkiye, Ankara 2004
KAPLAN, Mehmet, Kültür ve Dil, İstanbul 1976
TEZCAN, Mahmut, Cumhuriyetten Günümüze Türk Ailesi, Ankara
TEZCAN, Mahmut, Türk Ailesi Antropolojisi, Ankara 2000
KAĞITÇIBAŞI, Çiğdem, İnsan, Aile, Kültür, İstanbul 1990

4 Ağustos 2013 Pazar

TERÖR & EKONOMİ İLİŞKİSİNİN TOPLUMSAL YAPIYA ETKİSİ


   Özet

Terör kelimesinin akıllardaki ilk karşılığı korkudur. Terör örgütünün amacı da insanları korkutarak illegal faaliyetler gerçekleştirmektir. Ülkemiz uzun yıllar boyunca terörle mücadele içindedir. Terör ülkemizin bütçesine getirdiği yük nedeniyle ekonomik kalkınmamızın önündeki en büyük engellerden biridir. Bugün terörün ülkemize maliyeti milyar dolarları bulmaktadır. Terör finansal desteğini uyuşturucu ticareti, haraç ve sahtecilik gibi yasa dışı yollardan sağlamaktadır. Terör insan kaynağını karşılayabilmek için ise insanların ekonomik yoksulluklarından yararlanır. Terörün faaliyet alanı içerisinde bulunan doğu illerimizdeki yatırım, batı illerine oranla daha düşüktür. Bunun en büyük nedeni PKK terör örgütünün yatırımı engelleyerek bölgenin toplumsal yapısını bozmaya çalışmasıdır. Terörün önlenebilmesi için halkın bilinçlendirilmesi, toplumsal yapının temel unsurları korunmalıdır. PKK terör örgütü özellikle insanların ekonomik yoksulluklarını kullanarak toplumsal yapıyı bozmaktadır. Bu sebeple insanlar ekonomik bakımdan belli seviyeye çıkarıldığında terör örgütünün propaganda malzemesi ortadan kalkmış olacak ve toplumsal yapıda düzen sağlanmış olacaktır.

  1.GİRİŞ

 
Terör faaliyetleri insanlığın başlangıcından günümüze ülkeler için ciddi problemlerin oluşmasına neden olmuştur. Ekonomilerin baş döndürücü hızı içerisinde pay sahibi olmak isteyen illegal yapılanmalar, terör örgütleri vasıtasıyla bu amaçlarına ulaşmaktadırlar.

Dünya üzerinde gerçekleştirilen terör faaliyetleri incelendiğinde mali açıdan büyük paralar gerektiren bu faaliyetlerin finansmanı konusu önemli bir konuma gelmiştir. Terör eylemleri bireysel hakların kullanımını tehlikeye sokarak, toplumdaki siyasi, ekonomik ve sosyal yapının bozulmasına sebebiyet vermektedir. Ülkemizin de uzun yıllar mücadele içinde olduğu terör, sosyal hukuk devletinin ve demokrasinin karşısında en güçlü tehlikelerden birisidir. Türkiye sahip olduğu aktif nüfus ve doğal zenginlikler nedeniyle dünya devletleri içinde önemli bir yere sahiptir. Bu sebeple ülkemiz terörle mücadele içindedir. Terörün bütçeye getirdiği ekstra yük nedeniyle Türkiye’nin büyüme hızı yavaşlamaktadır. Terör nedeniyle doğu bölgemize yapılan yatırımlar sekteye uğramaktadır. Terörün yapılan yatırımı engellemesi toplumsal yapıyı bozmakta ve bölgenin kalkınmasını engellemektedir.

1.1. Terör Ve Terörizm Kavramı


Günümüzde terör ve terörizm kavramlarının gündelik, siyasal ve akademik dilde her zaman aynı anlamı ifade eden kavramlar olmadığı görülmektedir. Ayrıca üzerinde uzlaşılmış evrensel bir terör ve terörizm tanımının da yapılamadığı görülmektedir. Bunun nedeni teröre maruz kalan ya da terörle mücadele eden devletlerin, hareketlerine meşruiyet kazandırmak için terör ve terörizm kavramlarını kendilerine göre yorumlamalarıdır. Terör ve terörizm üzerine çok sayıda farklı tanımın ya da anlamı konusunda farklı yorumların bulunması ilk başta eleştirilecek bir konu gibi gözükmektedir. Ancak, bütün bu tanımlardan ve yorumlardan terörün farklı bir yönünün ve kapsamının da bulunduğu anlaşılmaktadır (ÖRGÜN, 2002:78). Terör kelimesinin zihinlerimizdeki ilk karşılığı “Korku” dur. Eski Türkçe’deki karşılığı olan “tedhiş’de, yine Arapça kökenli “dehşet” kelimesinden türetilen şiddetli korku anlamına gelmektedir.

1.2. Terörün Maliyeti

Terörün Türkiye‘ye toplam maliyetinin 21 katrilyonu ( 21 milyar Türk lirasını ) geçtiği belirtilmektedir. (SEVİŞ, 1999)Terörün ülkemize yıllık direk maliyeti 100 milyar Türk lirası iken dolaylı maliyeti 300 milyar Türk lirasını aşmaktadır. Teröre harcanan bu para ile 7 tane GAP, 75 tane Atatürk barajı ve 350 tane boğaz köprüsü yapılabilmektedir. (ERGİN, 2013) Terör devlete getirdiği ekstra borçlar nedeniyle faizlerin artmasına neden olarak dolaylı maliyetini katlamaktadır. Ayrıca doğudaki yatırımları engellemesi istihdamı sekteye uğratarak bütçeye zarar vermektedir.

1.3. Terörün Mali Kaynakları

1.3.1. Dış Yardımlar

Yıllar boyunca terörizm, bazı devletlerin doğrudan veya dolaylı olarak kullandığı bir dış politika aracı olmuştur. Terör örgütlerinin büyümesinde dış desteğin büyük payı bulunmaktadır. Dış desteği olmayan bir terörün faaliyetlerini sürdürmesi ve ihtiyaçlarını karşılaması zordur. Terör örgütlerine destek veren ülkeler örgütlere, sığınma hakkı vererek, dernek, yayın organı gibi yan kuruluşlar açmasına izin vererek, kamp silah, cephane ve mühimmat yardımı yaparak, barınma, giyecek, yiyecek gibi lojistik imkan sağlayarak yardımda bulunmaktadır. Özellikle PKK terör örgütünün kurulduğu yıllarda doğrudan parasal olarak yapılan yardımlar halen devam etmekte fakat ABD'ye yapılan terör örgütü saldırısı sonucu terör anlayışının farklılaşması ve günümüzdeki yeniden yapılanmalar sonucu yerini kısmen dolaylı yardımlara bırakmıştır. Bu dolaylı yardımlar ise yandaş devletlerin topraklarında barınma izini, terör örgütü üyelerine verilen eğitimler şeklinde sıralanabilir. Yakalanan teröristlerin ifadelerinden Türkiye ve çeşitli Avrupa ülkelerinden Yunanistan'a gönderilen PKK terör örgütü üyelerinin bu ülkede patlayıcı madde eğitimi aldıkları anlaşılmaktadır. (BAN, 2011)

1.3.2. Uyuşturucu Ticaret

Para karşılığı takası mümkün, üretimi zahmetsiz, pazarlama ağı kolay bir mal olan uyuşturucu terör örgütleri için önemli bir gelir kaynağıdır. Türkiye'nin jeopolitik konumu düşünüldüğünde, Asya ile Avrupa'yı birbirine bağlayan Türkiye'nin, Orta Doğu'dan Avrupa ülkelerine yapılan uyuşturucu ticareti için uygun güzergâha sahip olduğu görülmektedir. PKK terör örgütü ülke içindeki uyuşturucu faaliyetlerini her aşamasında rol alarak organize etmektedir. (UYAR, 2008: 56) PKK’nın uyuşturucu ticareti yaptığı uluslararası raporlar ve Türkiye de yakalananların ifadelerinden anlaşılmaktadır. Almanya’nın Bremen ve Hamburg esrar ve eroin kaçakçılığının büyük çoğunluğunu PKK militanlarının oluşturduğu ortaya çıktı. Uyuşturucudan elde edilen gelirin direk olarak PKK ya gönderildiği belirlendi.(DEMİREL, 1996: 52) Zamanın Kaçakçılık ve İstihbarat Hareket Dairesi Başkanı Haluk BAHÇEKAPILI yaptığı açıklamalar ile PKK’nın uyuşturucu bağlantısını ortaya koydu. 1992 Aralık ayında yaptığı açıklamada Avrupa da ki uyuşturucu kaçakçılığının %80’inin PKK tarafından kontrol edildiğini söyledi. Avrupa ya giden tonlarca eroinden elde edilen gelirin büyük bölümünün ise PKK ya aktarıldığını söyledi.

 1.3.3. Haraçlar Ve Bağışlar

Terör örgüt üyesi olmayan ve örgütle bağlantısı bulunmayan kişiler gönüllü olarak veya duyulan korku nedeniyle terör örgütlerine maddi yardımda bulunulabilir. Bu bağış veya yardımlar doğrudan nakit olarak yapılabileceği gibi temel ihtiyaçları karşılama şeklinde de yapılabilir. Örgütlerce haraç toplama, koruma, zarar vermeme, tehdit gibi yöntemlerle gerçekleştirilmektedir. Bu konuda vergi adı altında kişilerden zorla para toplamaya da rastlanmaktadır. (MASAK,2013)

1.3.4. Sahtecilik

Günümüzde baskı teknolojisinin de ilerlemesi ile para basımı için gerek duyulan araç ve gereçler kolaylıkla elde edilebilmektedir. Terör örgütünün ihtiyaç duyduğu kaynak sahte para basılıp piyasaya sürülerek sağlanmaktadır. PKK terör örgütü hayatımızın her alanına girerek kendisine para kaynakları yaratmaktadır. Sahtecilikten elde edilen gelir PKK ya mali kaynak oluşturmaktadır. (BAN, 2011)
 

 1.4. PKK’nın İnsan Kaynağı

Sosyo-Ekonomik gelişmenin kuvvetlendirdiği sosyal gruplar, toplum yönetiminde güçleriyle orantılı olarak etkin olmak isterler. Bu hak kendilerine verilmediği takdirde propagandaları doğrultusunda toplumun yapısını bozmak için zorlarlar.(DENKER, 1997:18) Toplum tabakaları arasında sosyal uçurumun derinleştiği bir ortamda çaresiz kalan insanlar yasa dışı yollara veya terör örgütüne yönelebilmektedir. Bu eğilim daha çok gençlerde görülmektedir. (BÖLÜGİRAY, 1996:118) Ekonomik yoksulluk ve yüksek orandaki işsizlik PKK ya bolca insan kaynağı sağlamıştır. PKK etnik Kürt kimliği üzerine propaganda yaparak özellikle ekonomik yönden yoksul ve işsiz Kürt gençlerini kadrolarına katmıştır. İşsiz ve ekonomik durumlarından memnun olmayan gençler şiddetle başarı sağlayabileceği yönünde bir kanıya varmış ve bu da PKK’nın eylemleri için kolayca insan kaynağı sağlayabileceği bir ortam yaratmıştır. (GÜRSES, 2001: 91) Zor ekonomik şartlar, bu şartlar içinde yaşayan insanları maddi yönden etkilediği gibi psikolojik yönden de etkiler. Bu şartlar bir alt sınıf oluşturabilir. Bu insanlar medeni haklardan yoksun gecekondu mahallelerinde yaşadıklarından dolayı terör örgütü bu zor şartları propaganda malzemesi yaparak özellikle genç kesimi rahatça kandırabilmektedir. PKK insan kaynağı olarak özellikle eğitim verilmemiş insanları seçmektedir. Çünkü eğitim verilmemiş insanlar ekonomik bahanelerle kandırılmaya müsaittirler. (DENKER, 1997: 10)

1.5. PKK’nın Doğu Yatırımına Etkisi

Kalkınma ve gelişme için huzur ve güven ortamı gereklidir. Doğuda bu ortam ancak PKK’nın temizlenmesi ile mümkündür. PKK bölgeye hizmet sunmak için yapılan çalışmaları engellemektedir. (BUDAK, 1994:232)

 Binali Yıldırım’a göre, Kürt sorununu PKK sorunundan ayıracak ve çözecek en önemli faktörlerden biri Doğu ve Güneydoğu’ya yapılan yatırımlar. Bölgelerarası farkı süratle ortadan kaldıran bu yatırımlardan en fazla PKK rahatsız oluyor ve bunları engellemeye çalışıyor.“PKK, şantiyeleri bu yüzden basıyor. İş makinelerini yakıyor. Şimdi Yüksekova’ya, Şırnak’a, Bingöl’e, Iğdır’a havaalanı yapıyoruz. PKK, Şırnak Havaalanı şantiyesine saldırdı. Çünkü biliyor ki, havaalanı ve diğer altyatırımlar, ellerinden propaganda imkânını alıyor. İhmal edebiyatı yapamıyorlar. Vatandaş, yatırımlardan memnun oluyor. Batı’da ne varsa doğuda da o var. Bir ilde havaalanı olunca o il birinci lige çıkıyor. Bu nedenle PKK’yı en fazla bizim bu yatırımlarımız korkutuyor, ürkütüyor. Vatandaş hizmetten, hizmete ulaşabilirlikten, havayolundan, demiryolundan, bölünmüş yoldan, internet hizmetinden, sağlık hizmetinden memnun.”(YILDIRIM, 2012)

Doğuya yatırım yapma amacıyla ayrılan pay terörü önlemede kullanıldı. Terörü önleme amacıyla ayrılan pay GAP için ayrılanın 5 katı gibi bir rakamdır.(KILIÇ, 1995)

1.6. Terörün Önlenmesi

Terörün önlenmesi, örgütün üye kazanımını engellemek ile mümkündür. İyi bir suç önleme politikası ile sosyal ve ekonomik önleme tedbirlerine başvurarak terörün yeni üyeler kazanmasını engellemek mümkündür. Bölge halkının terör örgütüne yapacağı yardımların önlenebilmesi için halkın bilinçlendirilmesi özellikle milli birlik ve beraberlik duygusunu geliştirilip, toplumsal yapıda düzenin sağlanması için öğretmen, din adamı ve ilgili kurumlara da görev düşmektedir. (DENKER, 1997:182)

1.7. Terör, Ekonomi Ve Toplumsal Yapı

Sosyal yapı; “ekonomi, eğitim, aile, din, siyaset gibi temel sosyal kurumların karşılıklı ilişkilerinden oluşan bir bütünlüktür. Sosyal yapıda önemli olan unsur karşılıklı ilişkilerdir. Bu bakımdan sosyal yapı, toplumsal ilişkiler bütünü ve bu ilişkilerin istikrar göstermesi olarak tanımlanabilir” (KIZILÇELİK-ERJEM, 1994:506).

Terör, sosyal bir yapıdır. Sosyal olaylarda yapılacak değerlendirme ve yorumlar da sosyal içerikli olmalıdır. Terörizm, uygulayıcılarına göre suça adil bir cevaptır, adaletin saldırgan bir biçimidir ve onun sosyal kontrolüdür. 1990’lı yıllara kadar asayişe karşı fiiller olarak algılanmış olması, ülke olarak alınması gereken sosyal tedbirlerin gecikmesine, bizi bekleyen sorunların doğru teşhis edilememesine neden olmuştur. Terör örgütlerinin en büyük silahı olan korkutma, yıldırma, sindirme faaliyetlerinin tamamını toplumsal yapıya yönelterek toplumu adeta esir almak istemektedir. Bunun için de hiçbir kural tanımadan eylemlerini en şiddetli bir şekilde gerçekleştirmeye devam eder. Terör örgütleri, bir toplumun sosyal omurgasını oluşturan ekonomi, aile, eğitim, din, siyaset, kültür gibi temel sosyal kurumları, kısa sürede istedikleri yönde değiştirmeleri mümkün olmadığından dolayı, eylemleriyle öncelikli olarak bu kurumları yıpratmaya çalışır. Nitekim terör örgütlerinin genelde ekonomik değeri olan tesislere, din ve eğitim kurumlarına yönelik eylemler gerçekleştirdikleri bu güne kadar gerçekleştirilen eylemlerde görülmektedir (SEVİŞ, 1999).

İnsanların yaşamlarını düzenli bir şekilde sürdürebilmesi için ekonomik durumlarının yeterli seviyede olması gerekmektedir. PKK’nın faaliyet alanları içinde bulunan doğu illerimizde yatırım diğer batı illerine oranla daha düşüktür. Buna bağlı olarak ta insanlar arasında ekonomik uçurumlar meydana gelmektedir. Bu ekonomik uçurumlar insanları terör örgütünün açık hedefi haline getirmektedir.

Terör örgütleri insanları ekonomik yoksulluklarını kullanarak örgüt sempatizanı yapmaya çalışmaktadır. PKK özellikle yatırımın doğu illerine yapılmadığına vurgu yaparak toplumsal yapıyı bozmaya çalışmaktadır. Ancak doğuya yapılan yatırımları engelleyen bizzat terör örgütüdür. PKK’nın yatırımı engellemesinin sebebi yaşam kalitesinin yükselmesini istememesindendir. Doğuya yatırım yapıldığında doktor, öğretmen ve polis gibi toplum yapısının temel unsurunu oluşturan kişilerin atamaları daha kolay yapılabilecektir. Buna bağlı olarak toplumun refah düzeyi de artacağından, terör örgütü insanları kandırabilme yetisini kaybedecektir. İnsanlar daha bilinçli olacak ve terör örgütünün onlara vaat ettiği hayata ihtiyaçları kalmayacaktır. Bu sayede terör örgütünün insan kaynağı kesilmiş olacaktır. İnsan kaynağından yoksun bırakılan terör örgütü zamanla gücünü kaybedecek ve sonunda yok olacaktır. Terör örgütünün bölgeden çekilmesi ile yatırımlar daha da artacaktır. Batı illeri ile doğu illeri arasında ekonomik eşitlik sağlandığında terörün propaganda malzemesi yapabileceği bir unsur kalmamış olacaktır. Bu sayede toplumsal yapıda düzen sağlanmış olacaktır. 

                     

                                           Kaynakça

 Ban, Ünsal (2011). ‘PKK Terör Örgütünün Para Kaynakları’ Bugün Gazetesi (13.11.2011)

 Bölügiray, Nevzat (1996). Anarşi Ve Terör Nasıl Önlenir, İstanbul: Tekin Yayınevi

 Budak, Nazım (1994). Varlığımızı Hedef Alan Tehdit (Bölücü Terör), İstanbul: Boğaziçi Yayınları

 Demirel, Emin (1996). PKK, İstanbul: Özyurt Matbaası

  Denker, M.S (1997). Uluslararası Terör Türkiye Ve PKK, İstanbul:Boğaziçi Yayınları

  Ergin, Osman (2013). ‘Terör Ve Ekonomi’ Nehir Gazetesi (05.02.2013)

 Gürses, Emin (2001). Ayrılıkçı Terörün Anatomisi IRA-ETA-PKK, İstanbul: Bağlam Yayıncılık

 Kılıç, İrfan (1995). ‘Ekonomiyi Terör Bitiriyor’, Aksiyon Dergisi Yıl 2, Sayı 11

 Kızılçelik, Sezgin-Erjem, Yaşar (1994). Açıklamalı Sosyoloji Sözlüğü, İzmir: Saray Medikal Yayıncılık

 Masak, (2013), Terörün Finans Kaynakları, http://www.masak.gov.tr/tr/terorun-finansmani/genel-bilgi/terorun-finans-kaynaklari.aspx (erişim tarihi:05.03.2013)

 Örgün, Faruk (2002). ’11 Eylül, Küreselleşen Terör Ve Medya’ Hatay Polis Dergisi, Yıl 5, Sayı 5

 Seviş, Enver (1999). ‘Terörün Faturası 21 Katrilyon’ Cumhuriyet Gazetesi. (04.07.1999)

Uyar, Tulga (2008). Terörle Mali Ve Hukuki Mücadele, Ankara: Adalet Yayınevi

Yıldırım, Binali (2012). Yatırım PKK’yı Korkutuyor, Milliyet Gazetesi (09.03.2012)

27 Temmuz 2013 Cumartesi

28 ŞUBAT TOPLUMSAL YAPI VE SORUNU

Türk siyasi kültürüne ‘Postmodern Darbe’ olarak geçen 1997 yılının 28 Şubat’ındaki siyasete müdahale nevi şahsına münhasır bir takım özelliklere sahiptir. Modern dünyada şiddetin kansız,dolaylı ve fiziksel temas içermeyen niteliğini kanıtlayan postmodern darbe, şiddetini ustalıkla yasa ve yargı üzerinden gerçekleştirmiş, kan dökmeden ve şiddetini gizleyerek uygulamayı başarmıştır.Peki 28 Şubat’ı 28 Şubat yapan nedir? Türkiye’nin siyasi yapısını, siyasi kültürünü, uluslararası ilişkilerini, ittifak yapısını, iç siyasi sorunlarını, medya yapısını, eğitim sistemini, milletin devletle ilişkisini radikal şekilde dönüştüren bu darbeyi etraflıca incelemeye çalışacağız.

28 Şubat’ı Hazırlayan Faktörler

1945 sonrası kurulan yeni dünya düzeninde tüm dünya ekonomik, siyasi, diplomatik, askeri ve mali olarak yeniden yapılandırılmıştır. Bu yeniden yapılandırmada Türkiye’nin payına düşen en önemli kısımlarından biri ise NATO üyeliği olmuştur. 1945 sonrası artan ‘Sovyet Tehdidi’ karşısında bağımsız konumunu sürdüremeyecek hale gelen Türkiye, tercihini Batı dünyasından yana kullanmış, Batı ile ilişkilerini geliştirerek Transatlantik İttifakı’nın parçası haline gelmiştir.

Türkiye’nin NATO’ya girmesinin, ülke üzerinde önemli etkileri olmuştur. Bunun en göze çarpanlarından biri askeri liderlerin siyasetteki ve devlet yönetimindeki rolünün artmasıdır.1950’lerin Türkiye’sindeki imkanları son derece yetersiz olan siyasi liderlere karşı, NATO üzerinden dünya standartlarında eğitim alan, dünya elitleri ile birebir ilişki tesis eden, dünya görüşlerinde vizyon kazanan askeri liderler haksız rekabet yaparak, kısa zamanda öne geçmiştir.

“Askeri elitlerin yükselişinin asıl nedeni, Turk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) hiyerarşik yapısının NATO Ordularına benzer şekilde yeniden yapılandırılması, ortak eğitim programları aracılığı ile NATO orduları ile yakın ilişkiler kurması, NATO vizyonunu ve güvenlik algısını içselleştirmesi, NATO üzerinden Türkiye’nin mevcut insan kaynakları düzeyinin son derece üzerine çıkmış olmasıdır.” 

Askeri liderlerin, siyasi liderler karşısında öne çıkmasının bir takım olumsuz etkileri olmuştur.Meclis’te halkın taleplerininin tartışılması nedeniyle eğitim kalitesinin ülke standartları neticesinde aşağıya doğru çekilmesi, askeri liderlere siyaset liderlerini aşağılama ve bunu meşru görme özelliği kazandırmıştır.

“Rus tehdidine karşı, daha uzak ve dolaylı bir müttefiki kendisine ortak olarak seçen Türkiye, bu tehdidin bertaraf edilmesi için NATO’ya girmiştir.”

Ne zamanki Türkiye’nin bu tercihi tehdit altına girmiş, Türk-Sovyet ilişkileri düzelme eğilimine girmiş ya da Türkiye NATO ve Transatlantik İttifakı’nı dengelemek istemişse; Türkiye bunun karşılığını askeri darbe olarak ödemiştir. Neticede bu tercihi yapan devlet liderleri, bu tercihle birlikte devletin iradesini siyasi liderlerden alarak fiilen  askeri liderlere devretmiştir.

90’larda Türkiye’nin asıl değerinin kaynağı istikrarlı ve İslam dünyasına örnek olarak gösterilebilecek laik ve demokratik bir devlet olmasıdır.  Özellikle ABD’de Clinton Yönetimi’nin Türkiye’nin Kürt meselesi kaynaklı insan hakları karnesini görmezden gelmemesi, bu meseleyi gündemde tutarak Türkiye’yi eleştirmesi, Türkiye’nin bu dönemde ittifak yapısını da gözden geçirmesine yol açmıştır. Bu tartışmaların 90’lı yıllarda Türkiye’ye yapılan ve Güneydoğu’da terörle mücadelede kullanılan silahların satışına, Kongre’de insanhakları ihlalleri gerekçe gösterilerek ambargo konulması Türkiye’yi hem zor duruma düşürmüş hem de farklı ittifak arayışlarına itmiştir.Ülkedeki Kürt sorunu kaynaklı insan hakları ihlallerinin Türkiye’nin Avrupa ile de ilişkilerini zora sokması, Türkiye’ye insan hakları ihlallerini gündeme almayan ve Türkiye’nin silah ihtiyacınıkarşılayabilecek bir müttefik arayışına itmiştir. Türkiye ile İsrail
arasında 90’ların başında kurulan stratejik ortaklığın bir nedeni de, İsrail’in insan haklarına önem vermeyerek Türkiye’nin silah ihtiyacını karşılamayı kabul etmesidir. Türkiye ile İsrail arasında bu dönemde bir çok silah anlaşması yapılmış, F-16 uçaklarından tank modernizasyonuna kadar iki ülke arasında tamamen çıkara dayalı askeri bir ittifak kurulmuştur.

            28 Şubat’ı diğer  darbelerden ayıran en önemli özelliklerden birinin, darbenin aciliyetinin olmaması ve dış desteğinin NATO kaynaklı değil, İsrail destekli olmasıdır.Soğuk savaşın olmadığı bir ortamda sert bir darbenin desteklenmesi oldukça zor olduğundan, 28 Şubat daha dolaylı, daha uzun süren ve toplumu şekillendirici bir nitelik kazanmıştır.
Daha önceki darbelerde hedef, ekseni değiştirme kabiliyeti bulunduğu varsayılan kişilerin bertaraf edilmesi ve sonrasında bu tehdidin kurumsal tedbirlerle vesayetçi yapı tarafından kontrol altına alınmasıdır.Oysa 28 Şubat’ta asıl dış etken NATO değil İsrail’dir. 28 Şubat’ın dış etkeni diğer bir ifadeyle  İslamcı aktörleri bertaraf etme stratejik amacını iç aktörlerle paylaşan dış aktörlerdir. Elbette Transatlantik İttifakı’nın müsade etmediği bir darbenin Türkiye’de gerçekleşmesi son derece zordur. Ancak görmezden gelmekle, darbenin destekçisi olmak birbirinden farklıdır.Bu anlamda 28 Şubat orta vadeli ABD çıkarlarına zarar vermeyen bir özellik
arz etse de İsrail’in ve İsrail Lobisi’nin 28 Şubat’taki en önemli rollerinden birisi de Washington’ın ikna sürecini sağlamak, buna gerekli malzemeyi temin etmek, bu ikna süreçlerini sevk ve idare etmektir. Bu noktada İsrail Lobisi’nin Washington’ı ikna konusunda maharetli olmasının yanı sıra, 28 Şubat’ın Washington tarafından kabul edilebilir bir darbe olarak onaylanması da darbenin sessiz, kansız, gürültüsüz, gizlenebilir yani “postmodern” olarak tasarlanması ile mümkün olabilmiştir

            “28 Şubat’ın postmodernliği bir lüks ya da devletin ileri gelenlerinin merhameti ile değil, bir yönüyle de genelde dünyanın; ama özelde demokrat bir ABD başkanının ikna edilme ihtiyacıyla ilişkilidir. Bu nedenle 28 Şubat’ta asıl fail olarak Washington’a değil, İsrail’e ve Washington’daki İsrail’e bakmak gerekir.” 

Türk-İsrail İlişkilerinin Dinamiği

1990’lı yıllarda İsrail dış politikasının temel tehdidi tüm Ortadoğu’yu etkisi altına almaya çalışan İslamcı hareketlerdir. İslamcı hareketlerin toplumsal zemin kazanmaya başlaması İsrail’in orta vadede gördüğü en büyük tehdittir. İsrail’in Türkiye için önemi tam da bu noktada ortaya çıkmaktadır. Etrafı Arap devletleri ile çevrili İsrail, kurulduğundan beri bu kuşatmayı yarmak için iki temel strateji geliştirmiştir: 1. ABD’deki İsrail Lobisi üzerinden, ABD yönetimi üzerindeki etkisini kullanarak, ABD’nin Ortadoğu politikasını kendi istediği yöne çevirmek. 2. Arap devletlerini aşmak icin ikinci kuşaktaki Arap olmayan Müslüman devletlerle ilişkilerini derinleştirerek kendisine nefes alma alanı açmak (Türkiye, İran ve Etiyopya).
İlk politikasında büyük bir başarı kazanan İsrail, 90’ların ortasında ikinci politikasında da
Türkiye örneğinde, Türkiye’yi tarafsız hale getirerek nispi bir başarı kazanmıştır.
Böylece hem Arap olmayan Müslüman devletlerle işbirliği politikasına yeni bir ivme kazandırmış, hem de Türkiye’nin de ‘İslamcı’ bir yönetime kavuşmasını engelleme yani Türkiye’yi “kaybetme” riskini bertaraf etmiştir. Bu noktada, iç politikada sıkışan, halkla temas edemeyen, devlet krizini aşamayan devlet liderleri de hem İslamcı hareketi dizginlemek hem de istenen silah ve istihbaratı alabilmek için İsrail’le yakınlaşmayı gündemine almıştır.

“90’ların başından itibaren İsrail ile yürütülen işbirliği herşeye rağmen yine
de 28 Şubat’ı izah etmeye yetmezdi. İşte tam bu noktada İsrail’le İslamcılık karşıtlığı ortak paydasında organik bir işbirliği için hazır hale gelen özellikle Deniz Kuvvetleri’nde yerleşik mezhepci bir grubun İslamofobik siyasi pozisyonu, İsrail ile bu aktörleri tam bir işbirliği noktasına getirmiştir” 

            Tüm bu stratejik hedeflerin aynılaşması neticesinde kurulan bu yapısal ilişkinin güvenlik ayağındaki önemli neticelerinden biri  eğer askeri ihaleler, askeri modernizasyon, PKK ve İslamcı gruplara karşı istihbarat paylaşımı ile bölgesel işbirliği ise, siyasi karşılığı ise 28 Şubat Postmodern darbesidir.

            28 Şubat ve Ekonomik Durum

28 Şubat’ın bir diğer önemli özelliği ise darbenin hemen öncesinde ve sonrasında gerçekleşen ve Türkiye’yi tam anlamıyla iflas noktasına getirerek belki daha sonra gelecek AK Parti dönemine zemin hazırlayan ekonomik algılayıştır.

“24 Ocak kararları ile başlayan, sonrasında Özallı yıllarda özelleştirmeler, konvertibilite ve uluslararası rekabet alanlarında giderek normalleşen ekonomiye en büyük darbe bu dönemde gelmiştir. Sermaye yeşil ve normal diye ikiye ayrılarak, taşra kökenli sermaye tam anlamıyla dışarıda tutulmuş, sanayi sermayesi engellenmiş, bunun yerine rantiye ekonomisi öne çıkmıştır.”

28 Şubat döneminde gazete satışları, medyadaki el değiştirmeler, banka satışları ve devlet ihaleleri masaya yatırıldığında bu ilişkilerin sonuçları görülebilir. Hele ki 28 Şubat döneminde herkesin isimlerini bildiği bazı işadamlarının bir anda ortadan kaybolması, sermayenin aslında sabit ya da oturmuş bir sermaye olmaktan ziyade, rant dağıtımından alınan paylarla ilişkili olduğunu ortaya koyar. Bu dönemde emekli generallerin şirket yönetim kurullarına piyasa değerinin çok üstünde maaşlarla girmeleri, iş tecrübesi olmayan bu generallerin işlevinin ne olduğunu göstererek, Türkiye’de ekonomik kararlarda kimin iktidar sahibi olduğunu da göstermektedir. Zaten Türkiye’nin 28 Şubat’ın üzerinden henüz 3 yıl geçmeden tarihin en büyük finansal krizini yaşaması, banka boşaltmalar, IMF müdahaleleri de hatırlandığında, olayın vehameti daha iyi anlaşılır
.
28 Şubat ve Medya Sorunu

28 Şubat’ın bir diğer önemli özelliği özel TV ve radyolar çıktıktan sonra yapılan ilk darbe olmasıdır. 28 Şubat öncesi darbelerde en önemli hedeflerden biri TRT olmuştur. İletişim tekelini eline almak isteyen askeri liderler, hemen bir konuşma yaparak, iletişimi kontrol etmişlerdir. Ancak Türkiye’de 1990’lardan itibaren ekonominin ve siyasetin liberalleşmesine paralel olarak özel TV ve radyo kanalları da birbiri ardına kurulmaya başlandı. 28 Şubat’a geldiğimizde ise artık tek bir merkezden kontrol edilemeyecek bir özel medya çeşitliliği mevcuttu. Haliyle bu tür bir medya yapılanmasının, daha önceki darbeler gibi kontrol edilemeyeceği, aynı şekilde yönlendirilemeyeceği de açıktır. O halde medyanın 28 Şubat’ta rolü ne olmuştur?

28 Şubat, diğer darbelerden farklı olarak bir “süreç” olduğundan, medya önceden
olduğu gibi sorunun sonunda devreye giren enstruman değildir. Medya, 28 Şubat’ta tam bu “süreç” ruhuna uygun şekilde yeniden işlevlenerek, tam bir süreç kontrol ve yönetim aracına dönüşmüştür.

            “Medya 28 Şubat’ın hazırlanmasında, gerçekleşmesinde ve daha sonra sürdürülmesinde mütemadiyen ve dinamik bir rol almıştır. Bu nedenle medyanın olmadığı bir 28 Şubat’tan bahsetmek bir yana, medyanın olmadığı bir 28 Şubat mümkün dahi olamazdı denilebilir.”  

Hızlıca hafızalar yoklanırsa Ali Kalkancı operasyonundan Travestiler Kraliçesi Sisi müdahalesine, Aczimendilerden Kudüs Günü’ne kadar neredeyse tüm darbe enstantaneleri medya üzerinden gerçekleşmiştir.

“Ortalama bir demokratik düzende yasama, yürütme ve yargıyı yakından takip ederek, halk adına bu güçlerin fiillerini denetleyerek demokratik kültürün oluşmasına, ve halkın  devleti denetlemesine yarayan, bu işlevi ile ‘Dördüncü Kuvvet’ olması beklenen medya, Türkiye’de hiçbir zaman bu özelliklere kavuşamamıştır.” 

             İnsan Kaynağı ve 28 Şubat

28 Şubat’ın toplumsal alana kattığı önemli noktalardan biri de Türkiye’nin insan kaynağı kalitesinde meydana gelen dönüşümdür. 28 Şubat mağdurlarının ülkeden adeta bir hicret şeklinde çıkışı, hicret duygusuyla ülkeyi terketmeleri kayda değerdir. Üniversitelerde iş
bulamayan akademisyenler, bürokrasiden atılan tecrübeli bürokratlar, iş dünyasında yer alamayan girişimciler hep bunun örnekleri olmuştur. Ancak bunun da ötesinde başörtüsü yasağı nedeniyle ülkede okuma imkanı bulmayan binlerce kız öğrencinin başka ülkelere üniversite okumak amacıyla gitmesi gerek duygusal, gerekse de siyasal açıdan diğerleri ile karşılaştırılamaz. Aileleri ile birlikte düşünüldüğünde yüzbinlerce insanın vatan, millet, ülke, toprak algısını son derece derinden bir dönüşüme uğratan bu durumu, hem bir hınç birikimine, hem de Türkiye’deki sınırların aşılmasına, hem de bu kesimlerin insan kalitesinin artmasına neden olmuştur

28 Şubat ve Eğitim Sistemi

28 Şubat’ın yarattığı mağduriyetlerin en başta gelenleri başörtüsü sorunu ve eğitim alanındaki son derece tehlikeli değişikliklerdir. İmam Hatip okullarını engellemek için, tüm meslek liselerine karşı tavır alan 28 Şubat Yönetimi ülkedeki mağdur alt kesimleri kendisine düşman etmeyi başarmıştır. Daha çok alt ve alt-orta sınıfın, “iyi bir eğitim alamazlarsa en azından meslek öğrenirler” kaygısıyla çocuklarını gönderdiği meslek liselerini de mağdur eden 28 Şubat, bu okullara olan rağbeti azaltarak hem ekonomideki ara eleman ihtiyacını karşılayan okulları işlevsizleştirmiş hem de oyun ortasında kural değiştirerek, milyonlarca öğrenciyi mağdur etmekten kaçınmamış, siyasallaşmayan kesimlerde dahi devlete güvenini zedelemiştir.

 “Toplum mühendisliği çabasındaki gibi bu müdahaleler denetlenemeyen ve kontrol dışı sonuçlar üretmiştir. Dindar-muhafazakar kesimlerin mali yeterliliği olan kısmı bu İmam Hatip okullarının işlevsizleşmesi ile devlet okullarını seçmemiş, tersine özel okullara yönelmeyi tercih etmiştir. Bu tercih milli eğitimdeki kaliteli öğreticilere yeni alanlar açarak milli eğitim sistemini zayıflatmıştır. Bu okullar nedeniyle toplumda hem sınıfsal hem de siyasi ayrışma artmış, daha parçalı bir toplumsallık üretilmiştir. Özel okulların rağbet bulması, devlet okullarının herkese hitap eden ve eşitleştirici etkisini yok ederek, muhafazakar-dindar kesimlerin özel okulları yönetme kabiliyetini gösterebilen tecrübeli kesimlerini diğerleri önünde öne çıkarmış, haksız rekabete yol açarak bu tecrübeye sahip olanları orantısız bir güce kavuşturmuştur.”

           
28 Şubat, Devlet ve İslâmcılık

28 Şubat tüm bu alanların yanı sıra siyaset alanını da radikal olarak dönüştürmüştür. Bu dönemin en önemli özelliklerinden birisi 28 Şubat’ın ‘an’ değil bir ‘süreç’ olarak gerçekleşmesidir. 28 Şubat ne yeni bir kurum getirmiş, ne de var olanları kaldırmıştır. Bu da 28 Şubat’ın siyaseti değil toplumu tasarladığının en önemli kanıtıdır.

            “28 Şubat’ın özelde yarattığı etki İslamcılığın dönüşümünde kendisini göstermiştir. 28 Şubat’a kadar Türkiye’de toplumsallığı en güçlü organik hareket olan İslamcılık, bu süreçte uğradığı kayıplarla tamamen siyaset alanından geri çekilerek, dönüşüme uğramıştır.
28 Şubat’ın ana aktörü olan Refah Partisi’nin kapatılmasının ardından kurulan Fazilet Partisi de kısa sürede kapatılmış, süreç Milli Görüş geleneğinin ikiye bölünmesi ile İslamcılığın Saadet Partisi üzerinden devamına yol açmıştır. Diğer ve asıl damar ise İslamcılığı sorunsallaştırarak, İslamcılığın temel siyasal pozisyonu olan ümmetçilik ve Batı karşıtlığını terk ederek farklı bir parti olarak kendisini kurarak AK Parti olarak yoluna devam etmiştir.” 

            28 Şubat’ı mümkün kılan koalisyonlar dönemindeki istikrarsızlıklar, siyasi kültürde koalisyonlara karşı bir güvensizlik yaratmış, sonraki dönemde seçmenlerin oy verme davranışlarını da etkilemiştir. Aslen başka partiyi desteklediği halde, seçimlerde istikrardan yana oy kullanma kaygısıyla kazanma ihtimali olan partilere oy verme davranışı yaygınlaşmıştır. Bu da nispeten uzun süren bir tek parti iktidarına yol açmıştır. Halen başkanlık sistemi etrafında gerçekleşen tartışmalarda da asıl önemli etkenin koalisyonlara duyulan güvensizlik olması, bu etkinin halen sürdüğünü göstermektedir.
           
         Sonuç

Türkiye darbeler tarihinin istisnai anlarından biri olan 28 Şubat Postmodern darbesi bir çok açıdan nevi şahsına münhasır bir olay olarak tarihe geçmiştir. Bu darbenin gerçek maliyeti ise halen yeterince tartışılmamış, ortaya çıkardığı patolojik durumlar halen düzeltilememiş, etkisi yeterince görülememiştir.

“Diğer darbelerden farklı olarak NATO desteğine değil, dış müdahale açısından İsrail’e yaslanan bir darbe olarak kayda gecen 28 Şubat, soğuk savaş sonrasıTürkiye’nin yaşadığı kimlik ve strateji krizinin bir sonucudur.” 

            Türkiye’yi bölgesinde komşularıyla, içeride ise devleti milletle karşı karşıya getiren bu darbe, sadece siyasetin bazı aygıtlarını değil tüm toplumu dönüştürmüştür. Postmodern ve kansız olmasını daha az acı üretmesine değil, soğuk savaş sonrasının stratejik atmosferine borçlu olan 28 Şubat’ın ürettiği maliyet halen yeterince anlaşılamamıştır.

"Nuh Yilmaz-Bir Postmodern DarbePortresi 28 Şubat" makalesinden derlenmiştir.