13 Temmuz 2013 Cumartesi

Necip HAN-Toplum Mühendisliği ve Medya

Toplum Mühendisliğinin en etkili araçlarından bir diğeri medyadır.
Medya  bireylerin bilgi, duygu, düşünce, inanç, tutum ve davranışlarını etkileyebilecek çok büyük bir güce sahiptir. Sadece kişilerin değil, aynı zamanda toplumsal grupların, toplumsal örgüt ve kuruluşların, kısacası bütün toplumun ve kültürün, Medyanın biçimlendirici ve belirleyici etkisinden kurtulabilmesi epey zor görünmektedir.

Gelişmiş ya da gelişmekte olan toplumlarda Medya, ekonomik açıdan büyük ölçüde devlete ve yüksek bütçeli sermaye gruplarına bağımlıdır. Hal böyle olunca, “Medyanın kimler tarafından yönetildiği, en azından potansiyel olarak kimler tarafından kontrol edilebileceği?”sorularını cevaplamak hiç de zor olmayacaktır. Medya herşeyi bir metaya dönüştüren, alınıp-satılabilecek nesneler haline getiren kapitalist kültürün yani “tek boyutlu insanların” yaratıldığı bir araçtır.

Medyanın bir diğer işlevi toplumu homojen bir yapı olarak şekillendirmeye çalışmaktır ve onu tek bir kitle haline getirmektir. Toplumun kurgulanışı hakim güç tarafından denetlendiği için topluma kazandırılmaya çalışılan mana ve  değerlerde egemen güç tarafından belirlenir.




Herbert Schiller:Medya, Toplumun hakimiyetini elinde bulunduran seçkinlerin, kitleleri kendi amaçları doğrultusunda biçimlendirmesinin vasıtalarından biridir.


Medyanın en etkili aracı hiç kuşkusuz Televizyonlardır.
Bu mecra yüzünden iletişimsizlik giderek yaygınlaşır ve derinleşir. İletişimsizlik ve toplumsal körleşmenin iç içe geçmesi de insanın yabancılaşmasını devreye sokar. İnsanları devamlı bir girdi bombardımanına tutan televizyon,insana düşünme olanağı tanımaz ve tüm yaşam alanlarından uzaklaştırdığı gibi politik yaşamdan da koparır. Politika uzmanların işi olarak görülmeye başlanır ve insanlar sadece seçimden seçime bu sürece dahil edilir.İnsanlar bu seçim oyununda etkili oldukları yanılsaması ile diğer seçime kadar politikadan uzaklaşır.

Yalnızca düşünsel süreçlere etki etmekle kalmaz televizyonlar.İnsanın tüm yaşam alışkanlıkları üzerinde etkili olur.Okumanın yerini tv seyretme alır, izlemenin yarattığı bağımlılık sebebiyle uykusuzluk, oburluk gibi çeşitli fiziksel sorunlar ortaya çıkar ve bu sorunlar insanı düşünmekten, düşlemekten alıkoyar.İnsan bedeni ve beyni üzerindeki iktidarı kaybettiğinde iktidarın bir oyuncağına dönüşür.



Televizyonun insanlara etkileri üzerine  Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan araştırma sonuçlarını aktaran Sanders’in belirttiğine göre çocuklar hergün televizyonda çeşitli görüntülere maruz kalmaktalar ve ışıkla sesten oluşan bu gösteriyle monolog bir halde edilgen izleyiciler haline gelmektedirler.Bu görüntüler Sanders’e göre: “beyine acımasızca işliyor”ve çocukların “imgelemi üzerinde silinmez izler bırakıyor”.Bu gerçek, televizyonun insan bilinci üzerindeki derin etkisini göstermektedir.
Araştırma sonuçlarına göre;
3-5 yaşları arasında, yani beynin bilişsel ve dilsel gelişiminin en önemli döneminde, bir çocuk haftada en az 28 saat televizyon izliyor. Bu çocuk 5 yaşına geldiğinde artık toplam 6000 saat televizyon izlemiş oluyor. İlkokul öğrencileri için ortalama izleme süresi haftada 25 saat, lise öğrencileri içinse haftada 28 saat. Televizyonun etkilerini düşünecek olursak; 5 yaşına gelmiş bir çocuk ortalama 6000 saat programlanmıştır diyebiliyoruz ve buda medyanın toplum mühendisliği içerisindeki rolünü gözler önüne seriyor.



*Barış Çoban-Televizyon ve Tektipleşme çalışmasından derlemedir.

Necip HAN


12 Temmuz 2013 Cuma

Bay Hiç Kimse-Sınırlı Özgürlük

En çok karşılaştığımız paradoks.

İnsanlara, özgürlüğün sınırlandırılarak öğretilmesi.
yada özgürlüğün tanımının otorite sahibi kurumlar tarafından insanlara empoze edilmesi.

A
B
C
Ç
D
E
F
5
G

Dikkatinizi çeken ne oldu?

Peki, bu bize neden ilginç geldi?
Çünkü, kuralların dışına çıkamıyoruz.
Ancak duvarların arasında özgür sayılabiliyoruz.

Bu duvarların içinde, bizim yaşamamıza yetecek imkanlar veriliyor.
''Özgürsünüz, her şeyiniz var!'' deniyor.
Peki, bu her şeyi kim belirliyor?

Tepeden baktığımızda, duvarlara hapsolmuş mahkumlar gibi gözükmüyor muyuz?
Veya, tepeden bakabiliyor muyuz?

Numaralandırılmışız.
Bir hastaneye veya bir kuruma müracaat ederken, numaralarımızı söylüyoruz.
Bu bize garip gelmiyor.
Bunun gösterdiği şey ise, özgürlüğümüz sınırlandırılmış ve biz bunu kabullenmişiz.

Şu açıdan bakalım;
bir bilim-kurgu filmi izliyoruz.
Robotlar tek sıra vaziyetinde bekliyorlar.
Anons yapılıyor:
''B-123123, ileri yürü!''
''A-234235, geri git!''
''C-32454, bugün tatil günün!''

Garip geldi, değil mi?

Şimdi iki kareyi birlikte düşünelim.
Görebildiğiniz bir fark var mı?


Bay Hiç Kimse

11 Temmuz 2013 Perşembe

Mert EYGİ - #TMMOBaDokunma

Geçen AKP Torba Yasa Tasarısı kapsamında adeta bir son dakika gelişmesi gibi bir anda Gezi Parkı eylemlerini destekleyen Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği'nin(TMMOB) “harita, plan, etüt ve projelerine ”belli parasal bedel karşılığında verdiği vize yetkisini elinden aldı. Üstelik bu önergeyi onaylayan milletvekilleri daha 1 gün önce kendi önergelerini, muhalefetin destek vermesiyle, onların önergeleri sanıp reddeden milletvekilleri. Sadece bu konu bile demokrasimizin ne kadar ‘ileri’ olduğunun bir göstergesiyken bir de kalkmışlar siyasi çıkar uğruna TMMOB’nin vize yetkisini ellerinden alıyorlar. Peki, Sayın AKP bu vizeyi Mühendisler ve Mimarlar vermeyecekse kim verecek? Ali Ağaoğlu mu? Devletin bir kurumu verecekse bu yeni bir rant kapısı demek değil midir? parayı ver –ki zaten senin adamın olacak- vizeyi al. Rantın yeterince meşrulaştığı ülkemizde artık rantı denetleyebilmek diye bir şey de ortadan kalkmıştır. Hürriyet Gazetesi yazarı Yalçın Doğan’ın da yazdığı gibi TMMOB kendi içinde demokratik bir yapıya sahip yani yönetici atama ile değil, seçim ile geliyor kurulduğu yaklaşık 60 yıldan beri. Ve yıllardır ele geçiremediği TMMOB’yi bu şekilde kin ve nefret ile etkisizleştirme politikasında bulmuştur çareyi AKP Hükümeti. Bu yapılanlar karşısında TMMOB kesinlikle sessiz kalmamıştır ve sesini çıkartabildiği ölçüde çıkarmakta eylemlerini yapmaktadır. Tabi ki bu önergeyi çıkaranlar hiçbir şekilde kâle almayacaklardır bu olanları ama onlar yine de Tarihe not düşmek adına sorumluluklarını yerine getirmektedirler. Buyurun bu da TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı’ nın TMMOB adına 10 Temmuz 2013 günü yapmış olduğu Basın açıklamasının tam metni;


"TORBA"CI AKP TMMOB‘DEN VE MESLEĞİMİZDEN ELİNİ ÇEK
 Taksim Gezi Parkı direnişinin iktidar üzerinde yarattığı sarsıntının faturasını TMMOB‘ye çıkartmak isteyen AKP, bir taraftan Odalarımızın İstanbul şubelerinin yöneticilerini gözaltına almakta diğer yandan da Meclis Genel Kurulu‘nda görüşmeleri devam eden Torba Yasaya bir gece yarısı operasyonu ile eklediği bir madde ile TMMOB‘nin ve odalarının asli görevi olan mesleki denetimi ortadan kaldırmaktadır.
Meclis içtüzüğüne aykırı olarak önergenin tamamı okunmadan Genel Kurul‘da kabul edilen 3194 Sayılı İmar Kanunu‘nun 8. maddesine eklenen bir bentle "Harita, plan, etüt ve projeler; ilgili idare kanunlarında açıkça belirtilen yetkili kuruluşlar dışında meslek odaları dahil başka bir kurum veya kuruluşun vize veya onayına tabi tutulamaz, tutulması istenemez. Vize veya onay yaptırılmaması ve benzeri nedenlerle müellifler ve bunlara ait kuruluşların büro tescilleri iptal edilemez veya yenilenmesi hiçbir şekilde geciktirilemez. Müelliflerden bu hükmü ortadan kaldıracak şekilde taahhütname talep edilemez" düzenlemesi yapılarak, TMMOB‘ye bağlı meslek odalarının meslektaşları üzerindeki denetimi tamamen kaldırılmaktadır.
Kentlerin üzerindeki kirli emellerine, rant oyunlarına engel olarak gördüğü TMMOB‘yi bertaraf ederek kendine "dikensiz bir gül bahçesi" yaratmak isteyen AKP İktidarı, dün gece yarısı yaptığı operasyonla;
-Ülke kaynaklarının talanına karşı çıkan TMMOB‘yi ve bağlı odalarını işlevsizleştirmektedir,
-Kamu kaynaklarının talanını merkezileştirmektedir,
-Yerinden yönetim kuruşları olan belediyeler ve meslek odalarının Anayasa‘ya rağmen hak, yetki ve görevlerini ellerinden almaktadır,
- Mimari projeleri Fikir ve Sanat Eserleri Yasası kapsamından ve eser olmaktan çıkarmaktadır.
Bir kere daha söylüyoruz;
TMMOB yüreğindeki insan sevgisini ve yurtseverliği, baskı ve zulüm yöntemlerinin söküp atamayacağının bilinci içinde, bilimi ve tekniği emperyalizmin ve sömürgenlerin değil, emekçi halkımızın hizmetine sunmak için, her çabayı güçlendirerek sürdürme yolunda inançlı ve kararlıdır.
TMMOB asla "Padişahım çok yaşa" diyenlerle saf tutmayacaktır, "Kral çıplak" demeyi ısrarla sürdürecektir.

Mehmet Soğancı
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı






Mert EYGİ
İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü
Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği
3. Sınıf Öğrencisi

Halkla İlişkiler-Boş Yaşıyormuşuz Daha Yeni Keşfettim

Aslında biz yaşadığımız bu hayatın değerini anlayamamışız. Bazı insanların davranışlarına, konuşmalarına tanık olunca bu söylediklerim daha da gerçeklik kazanıyor.

Hayatı boş yaşıyoruz boş, çabuk sinirleniyoruz çabuk öfkeleniyoruz, çok basit şeyleri kafamıza takıp, boş sözlere kalpler kırıyoruz. Sonra birşeylerin farkına varınca iş işten geçmiş oluyor. Ne yaparsan yap eskisi gibi olmuyor, büyü bozuluyor.
Aslında hayat ne sandığımız kadar kısa, ne de sanıldığı kadar uzun.
Ben samimiyetle şunu söyleyebilirim ki, ben de bu hataları yaptım. Genel olarak, toplum olarak bu hataları yapıyoruz. Para hırsı, kadın hırsı,  kariyer bunların hepsi boş...
İşte ben hep bu tarz şeylerden uzak durmaya çalıştım. İnsanların kalbini kırmamak için elimden geleni yaptım diyebilirm. Çünkü farkındayım bu dünya, bu hayat, bu yediğimiz en güzel yemekler, yaşadığım nice mutluluklar hepsi geçici. Asıl baki kalan hayatta ne yaşadığındır. İnsan sevgisidir. Yaptığın güzelliklerdir. Asıl baki kalan ellerini açıp dua etmektir. Çünkü şükretmeliyiz ayaklarımız sağlam yürüyebiliyoruz. Beyinimiz yerinde düşünüp, hayaller kurabiliyoruz. Çok şükür sağlığımız yerinde. Böyle olamayan insanlar var. Yürüyemeyen, düşünemeyen insanlar kimileri zihinsel özürlü, kimileri engelli. İstediklerini yapamıyorlar onların derdi ne böyle olan insanların derdi ne para hırsımı,kariyer mi ... Yoksa iki adımda olsa yürüyebilmek mi. 50 metrede olsa koşabilmek mi...
Geçen gün birisini gördüm. Üzüldüm, içimden birşeyler koptu. İçim parçalandı. Ama bir baktım ona ve sonra helal olsun dedim. Sana helal olsun  herşeye rağmen, bu kahpe dünyanın zulmüne dayandığın için. Kaderini sevip bu hayata umutla baktığın için. Herşeye rağmen pes etmediğin için. Bizi bu hayatın gerçek yüzüyle tanıştırdığın için. Hayatın ne kadar güzel olduğunu, yıldızların ne kadar beyaz olduğunu güneşin doğuşunun ve batışının bir anlamı olduğunu bizlere hatırlattığın için.
Evet o insan engelli yürüyemiyor. İstedği gibi koşamıyor. Ama aslında hiç bir şey engel değil onun için...
Sonra kendime sordum birden  ben bu adamın yerinde olsam ne yapardım.  Ve belki de ilk defa kendimi bile kandıramadım. Hiç bir şey yapamazdım dedim. Hiç bir şey yapamazdım. Belki o insanın yaşadıklarının yarısını yaşasam hayata küserdim. Psikolojim bozulabilirdi. Yaşamla bağlarımı kesebilirdim.Tek benlik bir durum değil. Herkes için öyle genel olarak böyle yapardık. Yalnızlıkla dost olup karanlıklara hapis olurduk.
Evet o insan engelleri çoktan aşmış. Şarkılarda geçiyor ya dağlar mı, yollar mı, denizler mi engel. Sana hiç birşey engel değil. Sen engellerin en büyüğünü aşmışsın.
Yaşama tutunmuşsun. Hayata umutla bakmışsın. O insan sabahları okuluna gidiyordu. Şimdi işe gidiyor. Akülü sandalyesi ile ... O da üzülmüştür. Aylarca ağlamıştır. Ama pes etmemiş , hayatında tutunacak tek bir dal varken sen dal sayılarını arttırmayı başarmışsın. Bizler hayatta tutunacak bir çok dalımız varken onları görmezden gelip yaşamın ne kadar boş olduğunu söylüyoruz.
Bence biz boşuz hayat değil. Sen bizden kat kat daha delikanlı daha cesursun. Cesaretten,kahramanlıktan bahsederiz ya bazen biz ne yaşamışız ki zaten.
Bana soruyorlardı...Hayatta en çok  neye ve kime saygı duyuyosun diye benim cevabım belli.
Ya sizin... Siz kime ve neye saygı duyuyorsunuz...
Sizce hayatı yeterince boş yaşamıyor muyuz ?

















Halkla İlişkiler

9 Temmuz 2013 Salı

Bir Zat'ın Kaleminden-Kel Alaka

Baylar bayanlar bugünkü meselemiz absürd gerçeklerin hayatımızda vukuu buluşunun dışa vurumudur: Yiğit Bulut'un Başbakanın başdanışmanı olması ve Nihat Doğan'ın Flash Tv'de Ramazan programı yapması...

Yiğit Bulut'un başdanışman olması küresel jöle lobisinin işidir desem kim inanır acaba bana?
Öncelikle Yiğit Bulut'un eski icraatlerine, yazdıklarına ve söylediklerine bi göz atalım:


Eski Yiğit Bulut
Resim yazısı ekle

 DOYMUYORLAR...isimli 2 Eylül 2006'da yazdığı bir yazı ve hala başbakan olarak makamda sevgili Recep Abisi oturmakta.Aforizmalarından Topbaş'ta nasibini alarak hesap gününün geleceğinden bahis açıyor Yiğit Bey.Çok uzun tutmayacağım midem kaldırmıyor çünkü.Geçelim 2. vakaya bu daha iyi çünkü direk kendi konuşması, bu yazıya belki ben yazmamıştım falan der ama söylediklerin nolucak denirse sesinin çıkabileceğini sanmıyorum bu konuşması için:


EKONOMİ NEREYE GİDİYOR...isimli 2008 de Siyaset Meydanı programındaki konuşması.Yiğit Bey'e göre 70 Milyon, 5 bin kişiye çalışıyor.Ve Ekonomi Bakanı bankaların %51'ini sattık diye övünüyor diyor.Buranın adı Türkiye Cumhuriyet'i oluyor....
Aynen buranın adı Türkiye Cumhiriyet'i oluyor.Dijital yayınlarla oluşturduğunuz insan hafızalarına malesef bu yazdıklarınız ve konuştuklarınız gelmiyor.Çünkü siz bu işin ustasısınız.Bu konu üzerine yapılan yorumlardan şu ana kadar duyduğum en gerçeğe yakın yaklaşım "insan değişemez mi? " yaklaşımıdır.Tabiki herşeyin değişken olduğu gibi insanda değişkendir.Lakin değişimleri belli bi açıyı tarayan bir çubuk gibi düşünürsek, çubuk zamanla, önce 5 derece yer değiştirir,sonra 10 sonra belki 20 belki sonra taradığı açı 180 dereceye ulaşmış olsa bile yani ilk konumundaki gösterdiği uç ile son konumundaki gösterdiği uç tam zıt yöne doğru olmuş olsa bile, bu dönüşümler zamanın akışıyla birim birim taranan açıların bir sonucu olarak gerçekleşir ve bu kabul edilebilir birşeydir.Özetle insan değişimi yaşarken değişim safhasındaki evreleri yaşarsa biz gerçekten o kişinin değiştiğinin dürüstçe olduğunu düşünürüz.Yanlız bir insan aniden 180 derecelik değişimi yaşarsa, değişim safhalarına gerek yok benim fıtratım bukelamunla aynı DNA'ları taşıyor diyorsa o değişimde samimiyet bulmamız imkansızlaşır.Acıyorum...Bizlerin salak yerine konmasına acıyorum hayırlısı olsun çok yaşa padişahımlarla yola devam edilsin.

Yiğit Bulut
















Sıradaki büyük değişim Nihat Doğan, ama bu sanatçımız o kadar çok değişiyor ki yakalayabilene aşk olsun.Önce "benim olmazsan taciz ederim" felsefesi , sonra "Chavez'in cenazesini kaldırmak da bize düştü" sosyal sorumluluk anlayışı, daha sonra "muhafazakar devrimci" ideolojisi ve en sonunda da Ramazan Programı yapabilecek kadar İslami ilimlere vakıf bilirkişi.Hele şu anonsa çok güldüm  "Evet şimdi ezanımızı Nihat Doğan'ın ağzından dinleyelim ezanımızı" sanki sanat müziği okuyacak mübarek.





Anlaşılıyor ki ülkemizde başarılı olmak çalışmanın bir sonucu değil, yalakalığın ve karakterini satarak medyatik olabilmenin ürünüdür.Hangi kesime hitap ettiğinde daha çabuk el üstünde tutulabiliyorsan o kesime doğru "ben sizdendim aslında"  fikrini kabul ettirebilme başarısıdır.

Bir Zat'ın Kaleminden

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Mert EYGİ-Mavi Köşk

Geçtiğimiz hafta benim de kendi üniversitemde bir parçası olduğum IEEE Öğrenci Kolu’nun 11. IEEE Türkiye Öğrenci Kolları Ve GOLD Kongresi ‘ne katıldım ve bu kongre Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde yani yavru vatan Kıbrıs’ta idi. Bu kongre çerçevesinde bizlere son gün Kıbrıs’ın tarihi bazı yerlerini gezdirdiler. Ben de bu yazımda bu tarihi gezi sırasında benim ağzımın açık kalmasına sebep olan Mavi Köşk’ü, nam-ı diyar Kaçakçının Köşkünü yazacağım.

Öncelikle bu köşk kimin köşküdür ve bu köşkü diğerlerinden ayıran özelliği nedir sorularına cevap vermeye çalışayım. Aslen dönemin Kıbrıs Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios'un avukatı olan fakat Ortadoğusunun en önemli silah tüccarı olan Rum Paulo Paolides tarafından 1957 yılında yaptırılmış. Bu köşkü de diğerlerinden ayıran şeyler de köşküm mimarisi ve köşkün içindeki ilginç teknolojilerdir. İşin mimarisinin bu kadar önemli olmasının en büyük sebebi ise, yaptığı esas iş olan kaçakçılığın bir gerekliliği olarak, köşk kaçakçılık yapabilmek için mükemmel bir konuma ve görüş alanına sahip olması ve civar bölgelerden mimarisi gereği hiçbir şekilde görülememektedir. Paulo renk takıntısı olan bir insanmış ve misafirlerini gruplandırarak ağırlamaktaymış.Mafya adamları için kırmızı, çocuklar için sarı, diğer misafirleri için ise mavi rengi seçmiştir ve bu renk takıntısını bariz bi şekilde evde görebilirsiniz. Örneğin tavernasında bu 3 renge sahip masalar ve sandalyeleri vardır. Veyahut mafya mevzularının konuşulduğu oda sadece kırmızı renktedir baştan sonra. Paolides aynı zamanda çok fazla sanata düşkün bir kişiymiş ve her odasında birbirinden ilginç tablolar bulunmaktadır. Evin içindeki ilginçlikler ise gerçekten benim nutkumun tutulmasına sebep olmuştur. Aklımda kaldığı ölçüde sizlerle paylaşacak olursam, Paulo kesinlikle çalışırken  yorulmak istemeyen bir kişiymiş ve bu yüzden çalışma koltuğu her ne kadar rahat gibi gözükse de deniz süngerinden özel olarak yaptırılmış ve bu koltuk ısıyla etkileşime girerek yaklaşık 2 saat sonra sem sert bir hale gelirmiş bu sayede de üzerindeki kişinin uykusu gelmezmiş. Ve yine bu alanda bulunan 3 kat elyaftan yapılmış olan evin günümüzdeki tek gerçek perdesinin özelliği ise çok çok büyük ölçüde dışarıdan gelen ses ışık ve ısıyı geçirmemesi.Dinlenme odasında bulunan koltuğu ise tam tersi özellikte olup kişinin dinlenmesini sağlayacak ve uykusunu getirecek bir malzemeden özel olarak yapılmış.Ve eğer yanlış hatırlamıyorsam(başka bir koltuk da olabilir evin içindeki) bu koltuğun içinde kişiye masaj yapan bir mekanizma da mevcut.Evdeki en değerli tablo olarak gösterilen ve paha biçilemeyen Meryem ana tablosunun en büyük özelliği ise tabloya nereden bakarsanız bakın elleri , ayakları ve gözleri size bakmaktadır sizi takip etmektedir..Evde bir mini dolap mevcuttur ki içi sırf aynalarla kaplıdır ve bu aynalar sayesinde içine konulan sıcak şeyler sıcak soğuk şeyler soğuk olarak muhafaza edilebilmektedir.altını çizmek istiyorum hiçbir şekilde elektrik bağlantısı vs olmadan sadece aynalar sayesinde bu gerçekleşmektedir..Evde bulunan çocuk odasının ise en büyük özelliği ise depreme dayanıklı olmasıdır. Bu oda evden bağımsız şekilde tasarlanmış, odanın kirişleri duvarlarla 2cm ayrıktır ve odanın altında raylar bulunmaktadır dayanıklılık için. Yapılan ölçümlerde çok yüksek şiddetli depremlere dayanıklılık göstermektedir. Deprem demişken, evin üst katında bir özel bir mekanizmaya sahip ve ahşaptan yapılmış bir büfe mevcuttur ve bu büfenin üstünde dengeyi simgeleyen bir balerin biblosu vardır. Olası bir sarsıntı anında bu biblo büfenin üstüne düşmektedir ve düştüğü anda büfeden içindeki mekanizma sayesinde ‘güüm’ diye bir ses çıkar ve bu ses evdeki bütün odalardan rahatlıkla duyulur böylece deprem olduğu anlaşılabilinir. Misafirlerin geceyi geçirdiği mavi odada da ise günah çıkarma bölümünde Tokyo’dan getirtilen 9 boyutlu ufak bir ayna vardır ve bu aynaya bakan kişi odaya arkasını dönmesine rağmen odanın tüm köşelerini rahatlıkla görebilmektedir. Paulo ‘nun yatak odasında ise ilgi çekici olan şey yatağının hemen arkasındaki, kendisinin de  74 harekatında kaçarken kullandığı, tüneldir. bu tünel kendisi kaçtıktan sonra bombalara patlatılmış ve tam olarak nereye çıktığı henüz bilinmemektedir. Ayrıca evde 1 adet kasa da bulunmuş. Bu kasadan 20 cent ve 1 adet anahtar çıkmıştır ve anahtarın henüz nereyi açtığı bilinmemektedir. Evde bukelemun derisiyle kaplı olan bir dolap vardır ki bu dolap da özel bir losyon ile silindiğinde mevsimine göre renk değiştirebilme özelliği göstermektedir. Tüm bunlar dışında benim için en çok afallamamı sağlayan ve asla unutamayacağım özellik ise bahçedeki bir noktada konuştuğunuzda sesinizin size ekolu olarak geldiği noktadır. Bu ekoyu sağlayan ise zemindeki döşemenin altının 8 metre uzunluğunda bir boşluğun olması. Bu noktada eve dönük bir şekilde konuştuğunuzda sesiniz yankılı olarak kulağınıza gelmektedir. Bu noktanın dışında ise bu durum çok zayıf bir şekilde olmaktadır. Kendisi Avukat olduğu için duruşmalarından önce burada çalışma yapabilmek için yaptırmış bu noktayı.


Evde daha pek çok detay var anlatmaya değer ama ben açıkçası benim hafızamda yer edenleri ve bana en ilginç gelenleri paylaşmak istedim..Gerçekten de hayal gücümün ne kadar da kısıtlı , sığ olduğunu görmemi sağlayan bu köşkü asla unutamayacağım ve eğer bir gün yolunuz Kıbrıs’a düşerse mutlaka uğramanızı ve gözlerinizle görmenizi öneririm. Ama ola ki yakın bir tarihte böyle bir planınız yoksa buyurun bu da evin videosu, her ne kadar görüntü kaliteli olmasa da fikir edinmenizi sağlayacaktır.. 



 
                                                                                                                                               Mert EYGİ
                                                                                              İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü
                                                                                  Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği
                                                                                                                    3. Sınıf Öğrencisi

6 Temmuz 2013 Cumartesi

Necip HAN-Toplum Mühendisliği ve Eğitim(2)

 Bugünkü makalemizde Toplum Mühendisliği ve Eğitim konu başlığına kaldığımız yerden devam ediyoruz.Dünyanın global bir elit tarafından yönetildiğini savunan ve İngiliz bir  yazar olan David İcke' ın "Eğitim Sistemi ile Köleleştirilen Beyinler" videosundaki nüktelerini yorumlayarak konuya açıklık getirmeye çalışacağız.


 1-)David Icke:Beynin 2 lobu vardır.Sol beyin kelime ve bu dünya gerçekliğini içerir.Sağ beyinde ise yaratıcılık ve sanat yeteneği vardır.Bunlar Corpus Colossum ile birbirine bağlanır.
Bilindiği üzere insan beyni 2 lobtan oluşmaktadır.
Sağ beynin işlevi:Yaratıcılık, Subjektif, Hatırlama, Bütünü görme, İç güdüsel, Sezgisel, Hissetme, İşitme, Duyma, Koklama, Tat alma, Ritmik, Hatırlama, Müzikal'dir
Sol beynin işlevi:İşlevleri: Adlandırma, Matematiksel işlemler, Dili doğru kullanma, İnceleme Parçayı görme, Sistemli,Analiz etme, Disiplinli, Objektif Sınıflandırma, Mantık yürütme, Sıralama 'dır
Tüm bilim adamları tarafından ulaşılan ortak sonuç dünyanın en zeki insanlarının sağ ve sol beyini aynı etkinlikte ve ortak olarak kullandıklarıdır.  
2-)David Icke:Öncelikle beynimizin az bir kısmını kullanıyoruz, neden? Açığa çıktıki yaptıkları sistem bizi sol beynimize hapsediyor.Okul ve üniversitelerde bilgiyi sol beynimize yığıyorlar ve sınav zamanında geri istiyorlar.Sana söyleneni beni ikna edecek şekilde geri verirsen sınavı geçiyorsun ve başarılı oluyorsun.
Tüm dünyada 7 yaşında okula başlayan , hayal kurmaya bayılan, resim yaparken aldığı hazzı başka bir yerde bulamayan ve oyun hamuruyla kendi rüya alemini canlandıran o mucizevi taze beyinler malesef müfredat denilen o zorunlu eğitim yöntemiyle düşünme yeteneğimizi sol beyne doğru itiyor.Sana yığınla bilgi veriyor, matematiğin reel hayatta karşılığı olmayan gereksiz labirentleriyle uğraştırıyor ve bunu sınav zamanında aynı sana öğrettiği şekilde geri istiyor.Ve eğer sen müthiş bir müzik kulağına sahip olsan, eşi benzeri bulunmayan bir çizim yeteneğine hakim olsan bile öğrendiğin bilgiyi tekrar kağıda aktaramıyor veya üç-beş gereksiz matematik sorusunu çözemiyorsan sistem gereği "gerizekalı" damgasını yemen içten bile olmuyor. 




3-)David Icke:Eğer bu bilgiyi sağ beynini kullanarak bana geri verirsen "sınıfta düzeni bozmak ile suçlanıyorsun
Bu nükteye en güzel örnek öğretmenleri tarafından başarısız ve algılama yetisinden uzak olarak adlandırılan bilim adamları ve dahilerdir: Einstein, Ludwig van Beethoven, Edison, Steve Jobs ve daha niceleri.
4-)David Icke:Doktor, politikacı, gazeteci, iş adamı, avukat vs olmak için gençlik hayatın boyunca sol beynine kaydedip sınav kağıtlarına dökmen gerekiyor.
Sistemin içerisinde birer kilit nokta değerini taşıyan  ve sistemi döndürecek birer dişli  görevini gören her bürokrat, asker, polis, avukat, politikacı ve benzeri kişiler sistemin kendilerine öğrettikleriyle ve sistemin, beyinlerine kalıp olarak yerleştirdiği çerçeveyle yetişiyor ve haliyle herkes sistemin zihinimize çizmiş olduğu kırmızı sınırların ötesinde düşünemiyor.

 5-)David Icke:Öğretmen olmak için de aynısını yapman gerekiyor.Sonra eğitim fakültesine gidiyorsun mezun oluyorsun aynısını başkalarına yapman gerekiyor ve çocukları sistemin istediği gibi yetiştiriyorsun.

Yani sistem bir süre sonra kendi kendini işleten ve döndüren bir sistem haline geliyor.Bize öğretilen gibi yaşıyor, bize öğretilen gibi düşünüyor ve bizden istenilen gibi bir birey oluyoruz.Bize öğretilen hayat bilgisinin aslında zırva olduğunu hiç düşünmüyor, tarih derslerinde verilen bilgilerin su götürmez kesinliğiyle yaşıyor, fen bilgisinde maddenin en küçük yapı taşının atom olduğunu kabul ediyor ondan daha küçüğünü hayal edemiyoruz.Ama sonra sistemden aykırı düşünen birileri çıkıp tüm bu tabuları yıkıyor.Atomdan daha küçük parçacıklar da var diyor.Afallıyoruz.
6-)David Icke:Bütün sistem sol beyin esirleri tarafından yönetiliyor.Ve bu bir kısır döngüdür.Bu herhangi bir bakanlığın eğitim sistemi değildir.Bu gizli düşüncelerin titizlikle hesaplandığı bir sistemdir ve ne yaptıklarının farkındalar.

Videonun Orjinali:



David Icke
Eğitim Sistemi İle Köleleştirilen Beyinler 

Necip HAN
 

5 Temmuz 2013 Cuma

Necip HAN-Mustafa(@ConDalton) Röportajı

Sosyal medya her geçen gün gücüne güç katan ve kitlelerin aynı anda bir çok ağ aracılığıyla etkileşim halinde bulunduğu bir platform.Bu nedenle bende sosyal medyayı ve gücünü, blogta bana ayrılan köşemden sosyal medyanın popüler kimlikleriyle, liderleriyle ve kanaat önderleriyle röportajlar yaparak aktarmak istiyorum.Röportaj teklifimizde bizi geri çevirmeyen Twitter fenomeni Mustafa(@ConDalton) Bey'e teşekkür ediyor ve sosyal medya üzerine yaptığımız ilk röportajı okuyucularımıza sunuyorum.Gerçekten Mustafa(@ConDalton) Bey bize kaydadeğer bilgiler aktarmış.Samimi ve mütevazi cevaplarını hep birlikte okuyalım:

Öncelikle bizimle Röportaj teklifini kabul ettiğiniz için tekrar teşekkür ederiz Mustafa(@Con Dalton) Bey.

1-)Biraz kendinizden bahsetmek ister misiniz?

- Adım Mustafa, mimarlık öğrencisiyim, İzmir doğumlu aslen Trabzonluyum. Yay burcuyum, DJlik ve yayıncılıkla uğraşıyorum, sosyal medya danışmanlığı yapıyorum, sanırım bu kadarı şimdilik yeterli.

2-)Sosyal Medya Danışmanı ve Sosyal Medya Aşığı olarak bize Sosyal Medyanın gücünden bahsedebilir misiniz? Bilindiği üzere günümüzde bütün basın yayın mecralarının hepsi internet ortamına aktarılmakta ve yeni nesil kuşaklara baktığımızda televizyon ve gazetelere ayırdıkları vakit sosyal medyaya ayırdıkları vakitten çok daha az olmaktadır.Sosyal Medya diğer mecra ve yayınlardan daha önemli bi hale geldi diyebilir miyiz?

-Yeni nesil çabuk sıkılıyor, popüler kültür çok çabuk değişiyor. Bir derinliği olmasa bile sosyal medya hem hızlı yayılma potansiyeli olan hem de daha etkili bir alan, günümüzde bir çok şirket ve kurum sosyal medyanın gücünü kullanıyor. Büyük bir reklam pazarı olmuş durumda. Gençler için gelir kaynağı oldu diyebilirim.



 

























3-)Sosyal Medyanın güçlü olması ile birlikte günümüzde Sosyal Liderlik kavramı ve Sosyal Liderler ortaya çıktı.Sizinde Twitter hesabınız üzerinden belki çoğu köşe yazarı ve sanatçının takipçisinden fazla takipçiniz olması nedeniyle bir Sosyal Lider olduğunuz söylenebilir.Siz kendinizi büyük bir kitleye hitap eden bir Sosyal Lider olarak görüyor musunuz?  
 

-Sosyal liderlik olayı biraz değişken, sonuçta burada sizi yazdıklarınızla yargılıyorlar. Her zaman iyi feedback alacaksınız diye bir şey yok, eleştiriye açık olmanız gerekiyor. Geçenlerde yaşanılan olaylarla ilgili yazdıklarıma istinaden böyle bir ünvanı kabul edebilirim. Yazdıklarımı destekleyenler kadar desteklemeyenleri de anlamaya çalışıyorum. Zor bir şey aslında bu kaldıramayacağınız cümlelerde yazılabiliyor, olgunlukla alakalı bu.

4-)Sosyal Medya uzmanları tarafından en çok tartışılan konulardan biri de Sosyal Medya’da popülerlik = iyi bir itibar mı? konusudur.Size göre popüler olmak binlerce takipçi sayısına sahip olmak mıdır yoksa atılan bir  Twitter mesajının 2 saat içerisinde ilgili kişileri, markaları, ya da önemli derecedeki konumları etkileyebilecek düzeyde olması mıdır?

-Takipçi sayısının bir önemi yok, ne kadar Twitter engellemeye çalışsa da fake, boot vs. accountlar açılıp, satılarak takipçi sayınız artabilir veya decklere kayıt olarak RT sayınızı arttırabilirsiniz, önemli olan iyi veya kötü aldığınız feedback tweetleridir, bununda en güvenilir ölçeği Klout'dur. Bkz. http://klout.com/#/condalton Skorunuz ne kadar yüksek ise ajanslar, bu işten anlayan insanlar gücünüzün farkında olur. Fenomen kavramı bitti artık, eğer sokağa çıktığınızda veya biriyle konuşulurken adınız geçiyorsa, tanınıyorsanız, popülersiniz demektir ki bu da çok iyi bir şey değil, sıkılabiliyorsunuz zaman zaman.



 















5-)Atılan bir twitter mesajının insanlar üzerindeki etkisi yüksek ise biz bu duruma Sosyal Medya’da Kanaat Önderliği diyoruz.Örnek vermek gerekirse bir Sosyal Medya Kanaat Önderi ile herhangi bir mankenin Twitter takipçi sayıları eşitken Kanaat Önderin’in attığı bir twit takipçilerini etkiliyor ve onların hayatlarında bazı kararlar almasına sebep oluyor ama  manken kişi için bu durum sözkonusu olamıyor.Sizi Twitter üzerinden takip eden binlerce kişi var ve siz Kanaat Önder’i olduğunuzu düşünüyor musunuz?
 

-Ukalalık gibi duruyorum ben burada, çünkü oraya yansıttığım, beni rahatlatan karakter fazla aykırı. Radyo yayınlarımda barışan çiftler oldu, yazdıklarımla siyasi düşüncesi değişenler vs. bir çok anekdot var bunun gibi, bunlar hoş şeyler. Kaanat Önderi demek ne kadar doğru olur bilemem ama beni takip eden 70 bin insan varsa takip etmeyip tweetlerime bakan 150 bin insan var bunu biliyorum.

6-)Sosyal Ağ’larda hesap açıp tanınmak isteyen ve belki bunun için meşru/gayri meşru her türlü yolu deneyen bir çok insan varken sizde takipçilerinize bu konu hakkında bazı tavsiyeler vermek ister misiniz?
 

-Bu saatten sonra tutunmak için über şeyler yazmaları gerekiyor, bir süreden sonra artık ne yazsanız yürüyor. Ben yayınlarımla, müzisyen kimliğimle destekledim olayı, arkası geldi.

 7-)Eklemek istediğiniz bir şey yada takipçilerinize buradan iletmek istediğiniz bir şey var mı?

- Beni veya başkalarını tweetleriyle yargılamasınlar, sanal dünyayı çok kafaya takmasınlar. Ben kendimi fenomen olarak görmüyorum artık o kadar seviyesiz bir ortama döndü ki, sadece eğlenceme bakıyorum. Teklifiniz için teşekkürler.
 

http://condalton.com/
https://www.facebook.com/mstfmsr
https://twitter.com/condalton

Bay Hiç Kimse-Hayat Problemi

Pozitif bilimlerin temeli olan matematikte çözüme ulaşmak için öncelikle soruyu iyi anlamak gerek.Bizlere ilkokulda havuz problemlerini çözerken öncelikle bize verilen ve istenilenleri çıkarmamız daha sonra çözüm üretmemiz gösterildi.Çünkü sorunu çözebilmek,verilen ve istenilen arasındaki ilişkiyi iyi analiz edebilmekten geçer.

İstenilen; 


Çok değişkenli hayat problemleriyle baş edebilmek ve bunları yaparken insan olmanın gerekliliklerini başarıyla tamamlayabilmek.
 

Verilen;

1-     Yaşam arzusu
2-     Korkuların giderilmesi arzusu
3-     Mutluluk arzusu
4-     Gaye arzusu
5-     Şüpheden uzak bilgi edinme arzusu
6-     Başkaları tarafından iyi davranılma arzusu

Hayat problemini çözmek için istediğiniz yolu seçebilirsiniz.İstenilen kişiden kişiye farklılık gösterse de bu ancak farklı çözüm yollarına neden olmakta ve sonuç değişmemektedir.İstenilene ulaşmak için verilenlerden yola çıkmak istenilene ulaşma zamanını kısaltacaktır.Ancak verilenleri etraflıca kavrayabilme becerisi oldukça önem teşkil etmektedir.
Araç gereçler:Kişinin sahip olduğu akıl,ruh ve kalbidir.


İnsanoğlunun günümüzde en büyük problemi karşılaştığı sorunları çözmek için değil çözmemek için fazladan gösterilen insan üstü çabadır.Ancak genel olarak problem çözme mantığı hemen hemen aynıdır,işin mantığını anlarsanız sayıların değiştirilmesi çok da önemli olmayacaktır.Bunun içindir ki sorunları çözmek için basitten başlamak ,dünyamızın ve yaşadığımızın çevrenin değişmesini istiyorsak öncelikle kendimizle olan hesaplaşmaların üstesinden gelmek ve daha sonra işe koyulmak gerekiyor.

Bir şeyi anlamaya çalışmak onu onaylamak değildir.


Modern devletlerin ortaya çıkmasıyla devlet, eğitim kurumlarıyla insanı şekillendirmeye başladı.Kendi ideolojisini insanlara enjekte etmesiyle devam ediyordu.İnternet ve televizyonun ortaya çıkmasıyla  bilgiyi aktarma şeklinde büyük bir değişime gidildi ve başkaları tarafından yorum katılmayan bilgiye ulaşımımız arttı.Bunların ortaya çıkmasıyla bilginin devletler tarafından kontrol edilemediği bir sürece girildi.Bunun sonucunda apolitik diye tanımlanan bir Y kuşağıyla karşılaştığımız söylendi ki artık siyaset bu bilgi akışı içerisinde etkinliğini ve eski gücünü kaybetti.Apolitik diye tanımlanan gençliğin üzerine gidilmesinin nedenlerinden birisi de buydu belki de.Tabi ki zamane gençliği kendi fikirlerinin ve isteklerinin olduğunu göstermek için teknolojinin de yardımıyla dünya çapında fenomen haline gelen ‘’occupy’’ hareketlerini başlattı yada başlatılana ortak oldu.Dünya çapında yüzün üzerinde ülkede meydana gelen bu hareketler siyasetin köhnemesinden sıkılanlar için  "yeni bir düzen" kurmak adeta önlerine konulan yemeği yemek kadar kolay bir hale gelmişti.İşgal hareketleri spontane bir şekilde ortak bir amacı olmadan  bir araya gelen bireylerin  isteklerini dile getirilmesi olarak da görülse bu hareketler domino etkisi gibi birbirlerinden güç aldılar.Ancak bu hareketler önceden belirlenmiş bir amaç ve ideolojiden uzak bir çok insanın bir araya gelmesiyle meydana geldikleri için bitiricilikten de çok uzaktılar. Sonuç? 

O kadar ayaklandık devrim yaptık havasına giren insanları da eli boş döndürmek olmazdı tabi isteklerinden bazıları ellerine tutuşturulacak kelle isteyene kelleler verilecekti ve de öyle de oldu.Sanayi devrimi yada Fransız ihtilali gibi tarihteki önemli geçişleri düşünün, bunlardan bazıları çağ açıp çağ kapatmışlardı.Gözümün önüne ilkokuldaki çağlar çizelgesi geliyor ve  kendimi yeni bir tanesinin açılış törenine eşlik eder gibi hissediyorum.Bu kadar ayaklanan insanın, zemini hazırlanmış olan yeni sistem oyununa dahil edilmeleri kaldı. 

Peki nasıl olacak bu yeni sistem?


İtalya seçimlerinde 5 yıldız partisi bir değişikliğe gitti ve bütün ideloji ve siyasi eğilimlerle dalga geçerek insanları meydanlarda topladı, seçim propagandalarını ise internetten yaptı.5 yıldız partisi seçimlerde parti bazında en yüksek oyu almasına karşın Teknopart başkanın aldığı %10 luk oy oranı hayal kırıklığı olmuştu.Yani açıkçası insanlar apolitik tepkiye  oy vermişler ancak bu tepkiyi üreten kişinin ülkeyi yöntebileceğini düşünmedikleri için parti başkanına yeteri kadar oy vermemişlerdi.


Bu nedenle yeni sistemde apolitik nesiller bulunacak,yeni kimlik kartları; nüfus cüzdanı,ehliyet,pasaport kredi kartı,otobüs kartı yerine kullanılacak yapılan bütün işlemler bu çipin içinde olacak ve devlet vatandaşlar hakkında istediği her bilgiye anlık olarak ulaşma imkanına sahip olacak.Tabi ki bu doğrudan demokrasiyi gerektirecek ve bir çok ülke bu yeni sistemi benimsemek mecrubiyetinde kalacaktır.


Bay Hiç Kimse

4 Temmuz 2013 Perşembe

Bir Zat'ın Kaleminden-Kişisel Gelişimsizlik

Hani insan, ilk aldığı kişisel gelişim kitabının üstündeki o iddialı başlığa bakarken,  kitabın 
kapağını açtıktan hemen sonra dünyanın en başarılı insanı olmaya başlayacağını zanneder ya.İşte bugünkü meselemiz bu.O özenle seçilmiş (belki de uydurma) hikayelerde kendini o başarılı insanın yerine koyar da kabına sığamaz hani.Soluksuz okur o başarılı insan olma yolunu.


















 
Kimi yazara göre başarı paradır, kimine göre herkesi senin yönettiğin bi çevre, kimine göre başarı; “işte bu adam, dünyanın her sorununa en zeki çözümü bulan adam” etiketini kazanabilmektir.Şuan o hayallerle kandırılan bir insan olarak yazarlarına iletmek istediğim ağız dolusu küfrü zor tutup, kendime acıyorum, o fikirlere iman edercesine sarılışıma.





















Şimdi diyenler olabilir: “ E bilader sen salaksan biz ne yapalım.Belki de verilen adımları doğru uygulayamadın nereden bileceğiz”. Zaten bu kitapları yazanlarında en sağlam savunma taktiği budur..İyi de en çok satanlar listesinde kişisel gelişim kitapları yer alıyorken, herkes bu kitapları okuyorken kimse mi gelişemiyor.Kimse mi o bahsettiğiniz villalara, yatlara, katlara, o başarılı insan profiline ulaşamıyor.Kişisel gelişim saçmalığı üzerine uludağsözlük'te gördüğüm en iyi yorumu paylaşmak istiyorum :

+ sevgi ?
- içimizde.
+ azim ?
- içimizde
+ aşk ?
- içimizde
+ başarı ?
- içimizde.
+ baba 400 tl verdik, kdvsi ?
- içinde, içinde... 
 
Bunlar insanlara hayal satıp, bahsettiklere hayallere bir nevi kendileri ulaşıyorlar asalakça.

Ahmet Şerif İzgören’in kişisel gelişim kitaplarını ti’ye aldığı Hıdır Kişisel Gelişiyor  kitabını şiddetle tavsiye ediyorum 
"Kitap, kişisel gelişim kitaplarını keşfedip kafasındaki "şef olma" hayalini o kitaplardan aldığı garip yönergelerle gerçekleştirmeye kalkışan memur Hıdır Azgören'in hikayesi."*


"Hıdır, birçok Amerikalı’nın ve Amerikan vatandaşı olmak için can verecek birçok Türk’ün ‘kişisel gelişim’ kitaplarını okur. Çoğu çok satan Amerikan kültürünü işleyen bu kitapları okudukça ‘gelişim’ gösterir. Ses tonu, bakışları, davranışları, konuşma tarzı yani ‘beden dili’ hızla değişir. Bu değişim nedeniyle sürekli komik duruma düşer.” **

Açıkçası bu adamlar size karakterinizi satın der.O kadar çok uğraşırsınki kendinle, karakterinle.Fıtratını değiştirmen mümkün olmadığından “ya ben salak mıyım, beceremiyorum” dersin.Kendini sorgularsın.Obsesif Kompulsif Bozukluğa doğru yol alırsın yavaşça.Sonra, gerçek karakterinle hayata devam etseydin eğer belki az da olsa gelişecek kişiliğine “Kişisel Gelişimsizlik” teşhisi konulur.

Doğrusu Kişisel Gelişim gazdır.Ver gazı yansın dır.Sana gazı verenler sattığı gazla, Yaşam Koçu, Kişisel Gelişim Uzmanı, Topluluklara Yön Veren Adam gibi saçma sapan o şâşaalı ünvanları kazanırlar.İyice inanırsın adama.Adam mehdi lan belki de.


 Bir Zat'ın Kaleminden

2 Temmuz 2013 Salı

Necip HAN- Toplum Mühendisliği ve Eğitim (1)

Toplum Mühendisliğinin en etkili aracı, resmi olarak insanı biçimlendirmenin en etkili yolu eğitimdir.İnsanları eğitim ile biçimlendirirken kullanılan yöntem ise Endoktrinasyondur.
"Endoktrinasyon, insanların kişiliklerinin, özgür iradelerinin ve düşüncelerinin yok edilerek, belli bir iktidarın doğrularının ve zihinsel kodlarının insanların zihinlerine yerleştirilmesidir"
 
 "Her rejim kendi vatandaşını resmi eğitim yoluyla yaratır."(Emre Kongar). Kendi vatandaşını yaratma çabasında olan rejimlerin  zorunlu eğitimde  "Milli Eğitim" aracıyla  tektip vatandaşlar üretip, onları Sistem'e itaat ettirme çabası kaçınılmız olmaktadır.Sistemin eğitim felsefesi, kişilerin sadece meslek edinmesine ve toplumun maddi refahına katkıda bulunmasına yardımcı olan iş ve insan gücünü üretmekse, Sistem sadece kendi çıkarına çaba sarfedecek köleler üretiyor demektir.Evet Sistem halkı kendi idealindeki model doğrultusunda birer kul formatına dönüştürmek istiyor ve rejiminin devamını bu şekilde garanti altına aldığını zannediyor.Halbuki düşünen ve üreten beyinlerle birlikte medenileşen halkın, Sistemi zamanın ihtiyaç ve  gerekliliklerine göre dönüştürmesi, devletleri her zaman daha kalıcı kılmıştır.Asıl olan sistemin halkı dönüştürmesi değil halkın, sistemi çağın gerekliliklerine ve ideallere göre dönüştürmesidir.Bu nedenle eğitim-öğretim bireyin kişilik özelliklerinin oluşmasına ve toplumun kaliteli bir ferdi olmasına katkıda bulunmak amacıyla düzenlenmelidir.

Otoriteye güvenen, onun buyruklarını sorgulamayan ya da bir eleştiriye tabi tutmadan kabul etme eğiliminde yetişen insanlar aynı zamanda, çoğunluğun düşüncesini kabul etmenin insan doğasına ait bir özellik olması nedeniyle eğitim yoluyla kolay bir şekilde istenilen kalıba girmektedirler.


İşte sistemin yöntemi Endoktrinasyon'sa, ezberci eğitim beraberinde geliyor ve okullarımız yaratıcılığı öldürmek üzere seferber oluyor.Çünkü herkesin aynı kalıplar içinde düşünüp, aynı ideolojiler doğrultusunda fikirler üretmesi gerekiyor.






 Okulların yaratıcılığı öldürmesi üzerine Ken Robinson tarafından yapılan bu konuşmayı şiddetle tavsiye ediyorum.Bu konuşmayı mutlaka sonuna kadar izlemeli ve Ken Robinson'un yaptığı analizlere kulak vermelisiniz.Çünkü bu tespitler günümüzde gerçekten çok fazla sorgulanmıyor. 

Ken Robinson
"Okullar Yaratıcılığı Öldürüyor" 





Necip HAN


1 Temmuz 2013 Pazartesi

Necip HAN-Toplum Mühendisliği

Günümüzün en iddialı meselelerinden biri de Toplum Mühendisliğidir.
Toplum Mühendisliğine dair ülkemizde henüz yeteri kadar akademik çalışma bulunmamaktadır ve aynı zamanda Toplum Mühendisliği kavramı kulaklarımıza henüz aşina bir kavram değildir.

Toplum Mühendisliği;
  • Toplumun inşâ edilmesi, yeniden şekillendirilmesi ve yönlendirilmesi uğraşısıdır.
  • Bu uğraşının altında aslında insanın tarih öncesinden beri gelen Tanrı olma isteği yatmaktadır.
  • Toplumları istediği yöne evirmek, istediği gibi düşündürmek, onları yönetmek ve onları kontrol etmek tiran ruhlu firavunvari insanların her zaman en yüce idealidir.
Toplum Mühendisliği günümüz iktidarlarının, büyük şirketler grubu sahibi iş adamlarının, devletlerin, lobilerin ve gücü elinde tutup insanları yönlendirme gayretine girişimiş herkesin kafa yorduğu, üzerine derin çalışmalar yaptığı bir alandır.



 

Toplum Mühendisliği konusu derin, kaydadeğer ve özel bir konudur.
Ben de bu blogtaki köşemden Toplum Mühendisliği ve  Toplum Mühendisliğinin en etkili araçları olan medya ve eğitim gibi alanlarla ilgili yazı dizisi yayınlamayı planlıyorum.Ve eğer vaktiniz varsa Dünya Hafıza Şampiyonu Melik Duyar’ın resmi internet adresinde paylaştığı video yu şiddetle tavsiye ediyorum.İnsanların aslında yönetildiğini ancak yönetilirken  nasıl yönlendirilidiğini fartketmediğini bu video tüm gerçekliğiyle ortaya koyuyor.Öncelikle Melik Safi Duyar'ın bu konuyla ilgili yazdıklarından en can alıcı yerleri paylaşalım ve video'yu sunalım :

"Yıllar önce bir devlet memuru olarak çalışırken o günkü sistemin çalışmaya kredi veren bir yapıda olmadığını anlamıştım.
Ne kadar yetenekli ve çalışkan olduğunuzdan çok kimleri tanıdığınızın daha önemli olduğunu keşfetmiştim. 
Sistemin bir parçası olmak yerine sistemi düzeltmeye gücünün olduğuna inanan genç bir adamdım. Çalışkandım, hırslıydım ve herkes televizyon izlerken, eğlenirken ben kendi kişisel gelişim ve eğitimime  yatırım yapıyordum. Sistemi düzeltmeye kararlıydım. Politikaya atılıp bu düzeni değiştirenlerden olacaktım.
Derken o bozuk istemin içinde dahi, çalışkansan ve dürüstsen senin için ilahi bir adaletin geçerli olduğunu anladım. Çeşitli burslar kazandım. A.B.D.’de ve İngiltere’de ekonomi ve liderlik konularında eğitim gördüm. Teknik bir adamdım. Sistemi düzeltmeye talipsem ekenomiden anlamam ve liderliğin püf noktalarını çözmem gerektiğine inanıyordum. Toplum karşısında konuşma ve hitabet dersleri aldım. A.B.D’nin dünyayı yönetmek için gelecek 50 – 100 yılın planlarını yaptığını anladım. Ülkemize ve dünyaya dışarıdan bakmanın farkını yaşadım. Beyaz Sarayı dışarıdan izleyen değil, o dönemin A.B.D. başkanı baba George Bush’un davetlisi olarak (ABD hükümetinden burs olan öğrenciler olarak) içini görenlerden oldum.
Bütün bu eğitimleri aldıktan ve biraz olgunlaştıktan sonra sistemi politikaya atılarak değiştirmenin tek başına mümkün olmadığını, bunun bir ekip işi olduğunu ve boşuna çalıştığımı anladım. Şüphesiz politika sistemin düzeltilmesi için daha etkili ve güçlü bir yol. Ancak sistemi politikayla düzeltmek yerine daha yavaş giden, ama çok daha etkili bir yöntemin olduğunu da keşfetmiştim. Değişimin yolu eğitimden geçiyordu. 
 Konu eğitim, kişisel gelişim ve öğrenme olunca, bunun önünde de çok önemli engeller olduğunu yaşadım ve gördüm. Toplum içindeki büyük bir kitle farkında olmadan magazinsel haberlerle, eğlenceyle vb. faaliyetlerle oradan oraya sürükleniyor. Kendi istediklerini değil, farkında olmadan kendilerine empoze edileni yapıyor ve düşünüyorlar, zamanı boşa harcıyorlar."
Artık Uyanma Zamanı!
It's time to Wake Up!
 

Necip HAN