21 Eylül 2013 Cumartesi

12 EYLÜL 1980 ASKERİ DARBESİ

GİRİŞ

12 eylül darbesi Türkiye’nin tarihine sürülen kara bir lekedir. Bu dönemde halk ekonomik sıkıntılar çekmiş, çeşitli işkenceler mağdur kalmıştır. İlerlemekte olan Türkiye adeta durdurulmuştur. Darbenin gerekçeleri olarak siyasi iktidarsızlık, güvenlik sorunları gibi nedenler gösterilmiştir. Asker darbe yapmak için ortamı hazırlamış daha sonra ise çeşitli gerekçelerle darbeyi yapmıştır. Şimdi Türkiye’ye sürülen bu kara lekeyi daha yakından inceleyelim.
 

12 EYLÜL DARBESİ


   12 Eylül harekatı 20. Yüzyılın 4. Harekatıdır.  Bütün darbelerde baş aktör nerdeyse aynıdır, çekirdek ittihat ve terakki cemiyetidir.
   12 eylül darbesi Türkiye’de yeni bir dönemin başlangıcını temsil etmektedir. Esas itibariyle bu dönem 1970’li yıllarda yaşanan birikim rejimi krizinin ve sınıflar mücadelesinin bir sonucu olarak görülebilir. Aslında 1980 darbesi 1971 darbesinin başarısız bir provasıda denebilir. 12 eylül osmanlıdan bu yana modernleşmenin mimarı ve baş aktörü olmuş olan ordunun yaptığı en şiddetli ve en acı darbedir. Oysa 1908 yılında Mustafa Kemal Atatürk, Samsun’a çıkmadan önce şunları söylemişti: “Ufukta tehlike bulutları görüyorum. Ordunun siyasete karışması işi artık bitmelidir. Asker kışlasına, siyasetçi siyaset sahnesine dönmezse, her şey mahvolur... Oysa bizimkiler...” (Öymen; 1986,sy9) Peki bu söze rağmen orduya darbeyi yaptırmak zorunda kalan nedenler nelerdi?
   Olaylar zinciri ilk olarak taksimde 1 mayıs işçi bayramını kutlamak için toplanan kalabalığın taranarak 34 kişinin öldürülmesiyle başladı . 6 Nisan 1978’de Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoloğlu’nun evine bomba gönderildi. Zaten gergin olan ortam Hamit Fendoloğlu’nun öldürülmesiyle iyice gerildi. Başkanın Adalet Partili olması nedeniyle bunun sol gruplar tarafından yapıldığı düşüncesiyle halk ayaklandı. Sağ ve sol çatışmaları Alevi-sünni çatışmalara dönüşmüştü ve alevilere yönelik çok şiddetli saldırılar olmuş ve bir çok sol görüşlü alevi vatandaşımız öldürülmüştür. 3 Ekim 1978’de MHP’li Recep Haşatlı’nın oğlunun öldürülmesine misilleme olarak 4 Ekim günü iki sol genç öldürülmüştür. 9 Ekim’de ise bahçelievler katliamı olarak bilinien acı olay yaşanmıştır. O dönemde kürt sorunu ile ilgili ilk sinyaller gelmeye başlamış ve 27 kasım 1978’de PKK terör örgütü kurulmuştur. 19 aralık 1978 tarihinde ise çok acı bir olay olan 120 civarı alevi vatandaşımızın öldürülmesi ve yaklaşık 5000 insanın yaralanmasına yol açan maraş katliamı yaşanmıştır. Bu olay 12 eylül öncesi belkide olayların çığrından çıkmasına neden olan olaydır. “Kahramanmaraş olayları sadece ülkeyi değil, bunca yıl terör içinde yaşanmasına rağmen, fazla ilgi duymayan batı ülkelerini de ilk defa kaygıya düşürmüştü.” (Birand; 1984,sy68). 1 şubat 1979’da Abdi İpekçi suikastı yaşanan olayların üstüne ortamın daha da gerilmesine neden olmuştur. “Abdi İpekçi’nin öldürülmesi olayı, terörün en ılımlı çevrelere de el attığının en belirgin simgesi olmuştu” (Birand;1986, sy75). 27 Bu olaylar sonucunda 13 ilde sıkıyönetim ilan edilmiş ve artık halk darbeyi beklemeye başlamıştır. Yaşana tüm bu olaylar sonucunda türkiye bir ekonomik krize girmiştir. Yaşanan bu ekonomik sıkıntılar nedeniyle uzun süre direnen IMF sonunda yardım etmeyi kabul edecek fakat bu yardım Ecevit hükümetini kurtarmayacaktır. Bu yılda güncel siyasal nedenlerle öldürülen insanların sayısı ortalama 20’yi bulmuştur. 12 Eylül 1980 tarihinden önce 26 Aralık 1978’de Maraş olayları nedeniyle Adana, Ankara, Bingöl, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Gaziantep, İstanbul, Kars, Malatya, Kahramanmaraş, Sivas ve Şanlıurfa’dan oluşan 13 ilde, yine şiddet olayları nedeniyle 26 Nisan 1979’da Adıyaman, Diyarbakır, Hakkari, Mardin, Siirt ve Tunceli’de, 20 Şubat 1980’de Hatay ve İzmir’de 20 Nisan 1980’de Ağrı’da olmak üzere toplam 22 ilde sıkıyönetim ilan edildi. Ancak Sivas ve Erzincan’da 26 Şubat 1980 ve 20 Nisan 1980 tarihlerinde sıkı yönetim kaldırıldı. Buradan da anlaşıldığı gibi bu olaylar toplumu bir iç kaosa sürüklemiştir ve ülke, devlet içindeki derin yapıların yönlendirmesiyle yönetilemez bir hale getirilmek istenmiştir. Güvenlik güçlerinin etkin olarak görev yapması engellenmiş ve güvenlik güçleri bazı olaylarda kullanılmıştır.
   Bu ortamda Genelkurmay Başkanı Kenan Evren’den ilk açık uyarı 3 Mart 1979’da gelmiştir. CHP ve AP arasında bir uzlaşmanın sağlanamamış olması darbeye zemin hazırlayan bir başka etken olmuştur. 29 aralık 1979’da ise Kenan evren darbenin sinyallerini Fahri Korutürk’e gönderdiği mektupla vermiştir. O mektubun ön yazısı şöyledir.
Sayın cumhurbaşkanım
   ülkemizin içinde bulunduğu ortamda devletimizin bekasıi milli birliğin sağlanması, halkın can ve mal güvenliğinin temini için anarşi, terör ve bölücülüğe karşı parlamenter demokratik rejim içerisinde anayasal kuruluşların ve özellike siyasi partilerin, Atatürkçü milli bir görüşle  müştereken tedbirler ve çareler araması kaçınılmaz bir zorunluluk olarak görülmektedir.
   Milli Güvenlik Kurulu’nun muhtelif toplantılarında bu konuda alınan kararların muhalefete mensup siyasi partilerin kısır tutum ve davranışları yüzünden olumlu sonuçlara götürülemediği yüksek malumlarıdır.
   Kuvvet Komutanları ile beraber yaptığım son gezilerimde, ordu ve kolordu komutanı seviyesindeki generaller ve amirallerle görüşmelerimde, milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz bu dönemde, süratle bir sonuca ulaşabilmek için gerekli müştereken tespiti amacıyla tüm anayasal kuruluşlar ve siyasi partilerin bir kere daha uyarılması bütün komutanlarca müştereken dile getirildi.
  Bu karar ışığında TSK’nın görüşlerini milli güvenlik kurulu başkanı olarak zat-ı alilere sınuyorum
  Gereğini yüksek takdirlerinize arz ederim
  Saygılarımla. (Ilıcak;2012,sy26)
 
   Bu mektupla ordunun artık ciddi bir darbe hazırlığı içerisine girdiğini görüyoruz.
Ayrıca bu dönemde bir başka sorunda cumhurbaşkanın seçilememesi sorunudur. Meclisde arası bozuk olan CHP ve AP’nin tavırları nedeniyle TBMM cumhurbaşkanı seçmekten aciz kalmıştır. Bundan dolayı cumhurbaşkanlığı görevini vekaleten meclis başkanı olan Cüneyt Arcayürek yapmıştır.

   Batıda da Türkiye’de bir darbe yapılması isteniyordu. Bunu US armed Forces dergisinin haziran 1980 sayısındaki şu sözlerden anlıyoruz: “... Türkiye’deki gelişmeler öyle bir noktaya gelmiştir ki, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin müdahalesinden başka bir çıkış noktası görülmemektedir. Türk Silahlı Kuvvetleri müdahale edecek, ancak gelişmeleri uzun vadede ordu da düzeltemeyecektir” (Birand; 1984,sy198).

   Harekat  11 Eylül 1980 günü saat 16:00’da başlamak üzeredir. Saat 17:00’da vekaleten cumhurbaşkanlığı görevini yürüten İhsan Sabri Çağlayangil’le görşümek için Köşk’e gelen genelkurmay Başkanı Kenan Evren, hiç bir şey belli etmemiş ve gündemi kısaca değerlendirdikten sonra aceleyle operasyou başlatmak için köşk’ten ayrılmıştır.(Birand; 1984,sy274-276). Gece saat 01:00’da operasyon başlamış tanklar heryeri sarmıştır.Saat 03:59’da Türkiye Radyoları (TRT) İstiklal Marşı’nın çalınmasıyla yayına başladı. Saat 04:00’da “Türkiye son 20 yıl içerisinde üçüncü defa ‘İleri, Türk ileri’ marşıyla” uyandırılıyordu(Birand;1984,sy287).  Mesut Mercan, Kenan Evren’in kaleme aldığı darbe bildirisini okuyordu.

        Yüce Türk milleti;
Büyük Atatürk’ün bize emanet ettiği ülkesi ve milletiyle bir bütün olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti son yıllarda izlediğimiz gibi dış ve iç düşmanların tahriki ile varlığına, rejimine ve bağımsızlığına yönelik fikri ve fiziki haince saldırılar içindedir...
...Atatürkçülük yerine irticai ve diğer sapık ideolojik fikirlerle, üretilerek sistemli bir şekilde ve haince ilkokullardan üniversitelere kadar eğitim kuruluşları, idari sistemi, yargı organları, iç güvenlik teşkilatı, işçi kuruluşları, siyasi partiler ve nihayet yurdumuzun en mahsur köşelerindeki yurttaşlarımız dahi saldırı ve baskı altında tutularak bölünme ve iç harbin eşiğine getirilmişlerdir...
...Vatandaşların sükunet içinde radyo ve televizyonları başında yayınlanacak bildirileri izlemelerini ve bunlara tam uymalarını ve bağrından çıkan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne güvenmelerini beklerim...
   Saat 05:00’dan itibaren sokağa çıkma yasağı uygulandı. Türkiye o gün darbeyle uyanmıştı.
12 Eylül sonrasında belediye başkanlarından kaymakamlara kadar herkes görevden alındı ve yerlerine askeri atamalar gerçekleştirildi. Meclis dağıldı ve tüm yetki Milli Güvenlik Konseyinde toplandı. Tüm sendikal faaliyetler durduruldu. Grevler yasaklandı, ücretler donduruldu, Türk-iş hariç tüm sendika, dernek ve siyasi partiler kapatıldı, DİSK’in tüm malvarlığına el kondu. 650 bin kişi gözaltına alındı. 1 milyondan fazla kişi fişlendi. 517 kişi idam cezasına çarptırıldı. Bunların 50’si asıldı.

   Darbeyi yapanlar anayasal düzeni ortadan kaldırmışlardır. Anayasanın 4,5 ve 6. Maddelerinde belirtildiği gibi millete ait olan egemenlik yine milletin verdiği vergilerle alınmış olan silahlarla elinden alınmıştır.

   Bir çok kişi cezaevlerine alındı ve akla hayale gelmeyecek işkencelere maruz bırakıldılar. Mahkumlara dışkı ve parçalanmış fare yedirilmiş, genç mahkumlara tecavüz edilmiştir. Mahkumlara elektrik şoku verilmiş, veremli mahkumların balgamlarını alınıp diğer mahkumlarada yedirilmiştir. Mahkumlar çırılçıplak soyundurulup üzerlerine kurt köpekleri salınmıştır. Bunlar son günlerde yayınlanan 12 Eylül İddianamesinde tanıkların  anlattıkları bazı işkence yöntemleridir. Tüm cezaevlerinde aynı yöntem işkencelerin uygulanması, işkencelerin bu dönemde cezaevlerinde bilinçli bir şekilde uygulandığının göstergesidir.

   11 Eylül günü akan kanlar 13 Eylül günü durdu. Çatışmalar sona erdi. Bu durum darbe öncesi askerin görevini yerine getirip getirmediğinin sorgulanmasına yol açtı.

   12 Eylül döneminin en önemli gelişmelerinden biriside 1961 anayasasının kaldırılarak yeni bir anayasa hazırlanmasıydı. Bu yeni anayasa halkın oyuna sunularak kabul edildi. Halkın büyük çoğunluğu (%91) bu yeni anayasaya evet oyu vererek kabul edildi. Yeni anayasasın bu kadar yüksek çoğunlukla kabul edilmesinin sebebi rejim muhalifi insanların hapislerde olması veya yurtdışına kaçmasından dolayıdır. Ayrıca referandum öncesi asker bu yeni anayasanın aleyhinde yazı yazmayı ve konuşmayı yasaklamış ve sadece lehine propogandalara izin verilmiştir. Referandumda mavi renk hayır, beyaz renk ise evet demekti. Oy pusulaları şeffaf olduğu için mavi oy kullananların açığa çıkacağından dolayı halkta bir korku ve endişe vardı. Hatta mavi rengi referandumda hayır oyuna denk geldiği için gazetelere sansür uygulanmıştır. Halk bu renkten dolayı bile baskı görmüştür:“’Sen suçlusun’…Derdini anlatmaya gelen okurumuz bu sesleniş karşısında şaşırdı. Ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilemez durumda sadece ‘ama niye’ diyebildi. Gazeteci arkadaşımız aynı ciddiyetle bu kez de ‘Gözleriniz mavi. Bu açıkca bir suç işaretidir. Karşılığını verdi.’”(Cemal;1986,sy30). 1982 anayasası kamuoyunun serbestçe oluştuğu demokratik bir ortamda engelliyordu.

   Anayasanın büyük çoğunlukla kabul edilmesinin bir başka nedeni ise açık oy-gizli sayım sistemi uygulanmış ve istenmeyen bir kararın önüne geçileceği açıkca belirtilmiştir.

   12 Eylül darbesi’nin tüm bu düzenlemeler dışında çok daha önemli bir anlamı vardır. Yavaş yavaş siyasete aktif olarak katılan Türk halkına, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin isteği dışında bir değişiklik yapılamayacağı gösterilmiş oldu. Türk halkı 12 Eylül karşısında çaresiz bir şekilde tepkisiz kalmakla bu dönemde syasal ahlak erozyonuna uğramıştır. Uzun süredir verilen mücadeleler bir gecede yok olmuştur. Halkın 12 eylül’le beraber siyasetle bir şeyleri değiştirebileceği inancı son bulmuştur.

   Halk 6 Kasım 1983 günü askeri yönetime son verecek ve kendisini yönetecek olan hükümeti belirlemek çin yeniden sandık başına gitti. Bu seçimler Türkiye’de siyaset sahnesine yeni bir ismi koymuş oldu: Turgut Özal.

   Sonuç olarak 12 Eylül darbesi, siyasi partilerin ve sendikaların kapatılması, inanılmaz ağır ve haksız cezaların verilmesi ile askeri diktatörlük tanımını dolduruyordu. Sözde Atatürkçü olan bu kimseler vatandaşı siyasetten ve devletten soğutmuş, inanılmaz caılar çektirmiştir. Bugün kendi devletimizin haklı olduğu konularda bile ona destek vermeyen bir nesil türetmişlerdir. 12 Eylül bir felakettir. Kenan Evren’in darbe sonrası yaptığı konuşma ise trajikomiktir:” Evlatlarım, Hiçbir zaman asker olduğunuzu unutmayın. Bu yaşlarda sakın ola ki, politika ile uğraşmayın… Ne zaman ki bir ordu politikanın içine girmiştir, o ordu yavaş yavaş disiplinini kaybetmeye ve yavaş yavaş çökmeye başlamıştır… Onun içindir ki, bizim yaptığımız harekatı kendinize sakın ola ki, misal olarak almayınız ve sakin ola ki, politikaya karışmayınız.” (Birand;1984,sy19)
 

KAYNAKÇA
Birand, M.(1984) 12 Eylül saat 04:00, İstanbul; Karacan Yayınları
Cemal,H.(1986) Demokrasi Korkusu, İstanbul; Bilgi Yayınevi
Ilıcak,N (2012) 12 Eylül kazanında bir gazeteci, İstanbul; Doğan Kitap
Cumhuriyet (12.10.1982) Mavi Gözlü suçlu Hanım, (www.cumhuriyet.com.tr) (09.03.2013)
Öymen,Ö(1986)  Bir İhtilal Var, İstanbul; Milliyet Yayınları
Cumhuriyet Başsavcılığı(2011) 12 Eylül iddianamesi (www.hukukum.com) (10.03.2013)
Ordu Yönetime El Koydu, Hürriyet, 12.10.1980, s:1.

1 yorum:

  1. «Bugünkü yönetim kimi gösterirse onu desteklerim» (1½ sütun üzerine) başlıklı Celal Bayar politik tavrını açıkladı haberi, Zafer gzt., Kıraner Ticaret Limited Şirketi Adına İmtiyaz Sahibi Muammer Kıraner, Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Serdar Sayınalp, 15 Haziran 1983 Çarşamba, Dizgi-Tetip-Baskı Yenigün Matbaası, s.1

    YanıtlaSil