Özet
Bu yazımda kısaca ailenin ne
olduğu, önemini, kuruluşunu, görevlerini farklı kaynaklardan yararlanarak ifade
edeceğim. Aynı zamanda cumhuriyetten günümüze aileyi dönem dönem ele alarak
ailedeki değişimin sebep ve sonuçlarıyla sunacağım. Sonuç olarak da aileyi ve
toplumu senkronize bir şekilde nasıl devam etmesi gerektiğini akta racam.
İçindekiler
1. Aile Ve Ailenin Önemi
2. Alenin Kuruluşu
3. Ailenin Başlıca Görevleri
Nelerdir?
4. Ailenin Yapısı
5. Cumhuriyetten Günümüze
Aile ve Ailedeki Değişim
Cumhuriyetten Günümüze
Aile Ve Ailedeki Değişim
1.
Aile ve Ailenin Önemi
Aile anne, baba ve çocuklardan
oluşan ve toplumun temelini oluşturan kurum olarak tanımlanır.
Yazarımız Hüseyin AĞCA’nın belirttiği
gibi aile insanların mutlu, güven ve huzur içinde yaşadığı bir ortamdır.
2.
Ailenin Kuruluşu
Öncelikle farklı cinsten iki
bireyin bir araya gelerek oluşturduğu bir toplumsal kurumdur. Türk Medeni
Kanununa göre ise; Aile hukuki bir işlem olan nikâhla kurulur.
3.
Ailenin Başlıca Görevleri Nelerdir?
İnsanoğlunun yaradılışı
ötürü öteki canlılara göre yavrusu son derece zayıftır. Bundan ötürü ailenin en
önemli görevi bu savunmasız ve hadsiz ihtiyacı olan yavrusunu koruyup,
kollayıp, büyütmektir. Bunun yanında; aileyi sağlıklı, güvenilir temellere
oturtmak, ailenin dirlik, düzenlik içinde devamını sağlamak, akrabalık
ilişkilerini sürdürmek, ahlaka, hukuka ve öteki toplum kuralarına uygun yolları
çalışıp kazanarak ailenin refahını sağlamaktır.
Aynı
zamanda aile; üyeleriyle ilgili insani, dini, ahlaki, hukuki görevleri yerine
getirmekle görevli kılınmıştır.
Toplumun
bir parçası olan yaşamın temelini oluşturan aile varlığını devam ettirebilmek
için üyelerine tatmin edici bir yaşam kalitesi sunmak zorundadır. Aynı zamanda
yaşam kalitesinde sürdürülebilir, yaşam kalitesinde sürdürülebilir iyileşme,
kişinin, ailenin ve ülkenin hedefi olmalıdır. Aksi takdirde kalite düşecek ve
gelecek kuşaklar için durum şimdikinden kötü olacaktır. Bu nedenle yaşam
kalitesinin ölçümü önem taşımaktadır.(Yaşam Kalitesi, 2004)
4. Ailenin Yapısı
Geleneksel
toplumlarda daha kalabalık bir grup olarak akrabalık ilişkilerinin daha yoğun
ve birliktelik arz ettiği bir yapı olmuştur. Bunun aksine modern toplumlara
gelindiğinde üye sayısı ve işlevsel özelliklerinde değişiklikler olmuş,
çekirdek bir hal almış, aynı zamanda devamını sağlamıştır.
Günümüzdeki
modern ailelerdeki değişimin en temel sebebi kadının çalışır duruma gelmesidir.
Bu tip ailelerde hane halkı sayısı sınırlı düzeydedir, görece akrabalık bağları
da zayıflamıştır, aynı zamanda karar alma mekanizmasının aile üyeleri arasında
paylaştırılmış olması ile geleneksel yaşam tarzından ayrılmıştır.(Gökçe, 2004)
Günümüz
ailenin büyüklüğünü aşağıdaki tabloda belirtilmiştir.
Frekans
|
Yüzde
|
|
1 kişi
|
320
|
5,3
|
2 kişi
|
956
|
15,8
|
3 kişi
|
1283
|
21,3
|
4 kişi
|
1693
|
28,1
|
5 kişi ve üzeri
|
1783
|
29,5
|
Toplam
|
6035
|
100,0
|
TABLO:
7
Görüldüğü
gibi geniş ailenin yerini büyük oranda çekirdek aile almıştır.
5.
Cumhuriyet’ten Günümüze Aile ve Ailedeki Değişim
Cumhuriyet Döneminin ilk
yıllarında Türk ekonomik ve toplumsal yapısı kırsal ekonomiye dayalı,
geleneksel geniş ailenin ya da ataerkil geniş ailenin kısmen de geçici geniş
ailenin egemen olduğu durumda idi. Nüfus, daha çok kırsal kesimde
yoğunlaşmıştı. Kentleşme yaygın değildi.
Sanayileşme çok hızlı
olmadığı için çekirdek ailenin gelişimi ise yavaş bir seyir takip etmekteydi.
Bu dönem toplumun yapılanma aşamasında olduğu için aile açısından fazla
çeşitlenmelerin olmadığı, yozlaşmaların fazla görülmediği, devrimlerin
yerleşmekte olduğu, çağdaş toplum olma çabasının yoğunlaştığı bir dönemdi. Bu
nedenle aile yapısında nispeten istikrarlı bir dönem yaşanmıştı. Yeni bir
toplum olarak nüfusun artması gerekiyordu. Bu nedenle nüfusun artması teşvik
edilmişti.
Lâikliğin yerleşmesine
çalışılan bir dönemdi. Bu nedenle lâikliğe ters düşen dincilikle bağnazlıkla,
gericilikle mücadele edilmişti. Kadının topluma katılması çabaları ve kadının
eğitimi gibi konular oldukça zaman almıştı. Böylece çağdaş toplumlardaki aile
yapısı model olarak alınmıştı.
Ailede var olan geleneksel
öğeler bir kenara atılmış, yeni, çağdaş bir aile yaşantısı amaçlanmıştı. Bunda
da başarılı olundu ve böylece 1950’li yıllara değin gelindi. Bu dönemde
çıkarılan Türk Medenî Yasası aile yaşamını demokratikleştirdi Erkek, kadın her
yurttaşa eşini seçme özgürlüğünü tanıdı. Böylece aile, karı ile kocanın gerçek arkadaşlığı
ve kararlarda ortaklığı üzerine dayandırıldı. Medenî yasa, kadına, kocasının
tek karısı olma hakkını getirdi.(Tezcan, 2010)
Boşanmayı isteme hakkı da
kadına tanındı. Evlenme yaşını, evlenmeye uygun biyolojik ve ruhsal gelişme
çağına uygun bir düzeyde saptadı. Kadın, ev dışında meslek edinme hakkına
kavuştu. Miras hakkı ve çocuklar üzerinde velilik hakkı bakımından kadını
erkekle eşit hak düzeyine yükseltti. Evlenmenin, kesinlikle devletin resmî
görevlisi tarafından, herkese açık bir nikâhla yapılmasını zorunlu kıldı.
Kadının isteği dışında evlendirilmesini önledi. Çok karılılığı önledi. Dinsel
nikâh ise isteğe bağlı kılındı. (Ozankaya, 1999)
1950’li yıllardan günümüze
değin Türk ailesi ise oldukça farklılaşmış, çeşitlenmiş bir görünüm kazanmıştır.
Bununla birlikte yine de kendine özgü yönleri olan bir ailedir. Bu dönemin en
önemli özelliği, sanayileşme hareketinin hızlanmasıdır. Buna bağlı olarak
kentleşme de gelişmiştir. Böylece yoğun bir iç göç yaşanmıştır. Kırsal nüfus
kentlere taşınmıştır. Aynı bağlamda yurtdışı göçler de bir başka göç biçimidir.
O halde bu dönem bir hareketlilik, dinamizm dönemi olarak nitelendirilebilir.
1990 yılı rakamlarına göre
nüfusun %60’ı kentlerde yaşamaktadır. Çekirdek ailelerin toplam hanelerin
%67’sini oluşturduğu görülmektedir. (Gökçe, 1996) 1990 istatistiklerine göre
evli nüfus %60.4, bekâr nüfus ise %34.5’tir. Akraba evlilikleri ülkemizde
kırsal yörede %25 oranında oldukça yüksektir. Sakıncalarına rağmen gelenekler
doğrultusunda halen sürmektedir.
Okuryazarlık oranı 1990
nüfus sayımına göre %80.4’e çıkmıştır. Kadın nüfusun okuryazarlık oranı %72
iken bu oran erkek nüfusta %89’dur (Gökçe, 1996)
Tüm İslâm ülkeleri arasında
Türkiye bugüne dek her düzeyde en fazla yüksek öğrenim görmüş kadın
yetiştirmiştir. Türk kadınının bir başka sorunu ise siyasetle olan
ilişkileridir. 1995 yılına göre kadınlarımız %2.3 ile parlamentoda temsil
edilmektedir. Bu rakam çok azdır. Kariyer olarak siyasetle ilgilenen kadın
sayısı giderek azalmıştır. Bu ilgisizliğin temelinde kadın-erkek eşitsizliği
rol oynamaktadır.
Toplumumuzda kadın bir
yandan çağdaşlığa yönelirken, diğer yandan tutucu güçlerin engellemeleriyle
karşılaşmaktadır. Kadın giyiminde çarşaf, başörtüsü, uzun pardösünün
yaygınlaşması, üniversitelerimizde giyim kuşamın hala gündemde oluşu, kadını
toplum yaşamından uzaklaştırma politikası, ona erken emeklilik hakkı verilmesi,
yöneticilik görevi verilmemesi gibi uygulamalar, bu tutuculuk örnekleri
arasında sayılabilir. Ayrıca kadının toplum içinde alışılagelmiş yerinin
değişmesi konusunda gösterilen kararsız tutum ve tepkilerin de rolünü unutmamak
gerekir.
Kadın-erkek eşitliği de bu
çevrelerde yanlış olarak yansıtılmaktadır. Onlar konuyu, doğanın iki ayrı cinse
vermiş olduğu nitelikler ve yetenekler yönünden ele almaktadırlar. Oysaki bu
eşitlik, toplumun insanoğluna tanıdığı haklar ve fırsatlar yönünden ele
alınmalıdır. Örneğin eğitimde fırsat eşitliği, eşit işe eşit ücret, eşit izin,
eşit emeklilik gibi.
Bu konularda çağdaşlık,
cinsiyet ayrımı yapılmaması, eşitlikçi rol tutumu yaşama geçirmektir. Çekirdek
ailede de geleneksel aile ilişkilerinin yoğun olarak yaşanmakta olduğu
gözlenmektedir.(Tezcan, 2000)
Nikâh biçimi bakımından hem
resmî, hem de dinî nikâh oranı %85’dir. (DPT, 1992) Gelirin nasıl
kullanılacağına karar veren daha çok evin erkeğidir. Fakat bu oran giderek
azalmaktadır Eşlerin ikisinin birlikte karar verme oranı yükselmektedir. Akraba
evliliği de sürmektedir. 1987 yılı verilerine göre toplam evliliklerin %17’si
akraba evliliği yapmıştır.
1960 yılından günümüze değin
boşanma eğilimi incelendiğinde, 1970 yılına değin azalma, 1970’den sonra ise
artma eğilimi görülmektedir. 6-10 yıllık evliliklerde boşanma oranı en yüksek
boyutlardadır. Türkiye genelinde toplam evli nüfusun %94 ü tek-evlilik
yapmıştır. Çok çocuklu ailelerde boşanmalar azdır. En fazla boşanma, çocuksuz
ailelerde olmaktadır.
Fiziksel şiddete ailelerin
üçte birinde rastlanmaktadır. Sözlü şiddet oranı bundan daha fazladır.
Ailelerin sahip olduğu gayrimenkulün büyük bölümünün erkeğe ait olduğu
araştırmalarca saptanmıştır. Kadınların yaklaşık üçte biri (%36) erkeğin ev
işlerine yardımcı olmasını bekliyor. Diğer üçte biri (%32), kocanın hiçbir şeye
karışmamasını, ya da fazla el-ayakaltında dolaşmamasını istiyor.(DPT,1995)
Türkiye’de yapılan
araştırmalar gösteriyor ki düşük gelirli kentsel ve yarı kentsel yörelerde ve
özellikle köylerde çocuğun zihinsel gelişmesini ve dil gelişimini
destekleyebilecek çevresel uyaranlar (örneğin, dikkat ve el becerilerini geliştiren
materyaller, oyuncaklar, kitaplar v.b. gibi) ile neden - sonuç ilişkilerine
dayanan açıklamalı - ussal sözlü tartışma ortamı ve iletişim çok yetersizdir.
Bunun nedeni düşük gelirli ana babaların az okumuş olmaları ve sınırlı sözcük
dağarcığına sahip olmalarıdır.
Bu yüzden de sözlü
tartışmaya pek girmemeleri yüzündendir. Başka bir neden de, çocukların genelde
okul yaşından önce evde de öğrendiklerinin ve eğitilebildiklerinin pek
bilinmemesi ve bilinçli bir çocuk hedefli ve çocuk gelişimi amaçlı çaba
gösterilmemesidir. (Kâğıtçıbaşı, 1990).
Bu tür çocuk yetiştirme
eğilimlerinin çocuğun konuşma ve kavrama gelişimini olumsuz yönde etkilemesi
olasıdır. Türkiye’de çocuklar için okul öncesi hizmetlerin hem nitelik, hem de
nicelik yönünden çok yetersiz olduğu bir gerçektir.
Değişmeler, Türk ailesinin
geleneksellikten oldukça uzaklaştığını göstermektedir. 1990 yılı bakımından 57
milyon nüfusun %60’ı kentsel alanda %41’i kırsal alanda yaşamaktadır. İçgöç
hareketi 1940’lı yıllarda başlamıştır. Makineleşme ve toprak mülkiyetindeki
parçalanma, tarımsal yapıda değişmeye yol açarak kırsal alandaki nüfusun
kentlere yönelmesini sağlamıştır.
Türkiye de aile
kompozisyonuna baktığımız da geleneksel büyük aileden, çağdaş küçük aile ve tek
ebeveynli ailelere kadar çeşitlenen farklı aile tipleri görmekteyiz Hane halkı
ortalaması giderek düşmektedir. 1993’de kırsal kesimde 5,4, kentte ise 4,2’dir.
Hane halkı ortalaması 4,9’dur. (Gökçe, 1996)
Bütün verilere baktığımız
zaman Türk ailesinin modern nitelikler kazandığını görürüz. Geleneksel köy
ailesinin birçok özellikleri değişmiş, kentsellik kazanmıştır. Sanayileşme,
kentleşme gibi toplumsal göstergelerin bu hususta geniş rolü olmuştur. Kısmen
geleneksel özellikler de sürmektedir. Başlık parası, kan davaları, namus
cinayetleri, akraba evlilikleri gibi feodal özelliklerin önemi azalmıştır.
Akrabalarla ilişkiler ise yine geleneksel bir uygulamadır. Bu niteliğin
gelecekte de sürmesini yararlı görüyoruz. Özellikle gelecekteki yabancılaşmayı
önleme açısından yararlı olabilir. Çünkü bireyciliğin artmakta olduğunu
görmekteyiz. Olumsuz geleneksel öğelerin bir kısmının kaynağı ise, feodal
yapının varlığıdır. Kuşkusuz demokratik bir aile için böyle bir yapının
varlığını sürdürmesi zararlıdır.
O halde farklılaşmış
çeşitlenmiş bir aile yapısının varlığını gelecekte de görmek olası. Gelecekteki
Türk ailesinden söz ederken yurt dışında yaşayan Türk ailelerinin sorunları
ağırlıklı olarak gündeme gelecektir. Bu nedenle o ülkelerle yasal ve
sosyo-ekonomik düzeyde ilişkilerimizin artacağını söyleyebiliriz.
Aile, Türk toplumunda zaman
içerisinde değişimlere uğramıştır. Etkinliğini ve önemini kaybetmemiş bir
kurumdur. Gelecekteki aile açısından 8. Beş Yıllık Kalkınma Planının
hükümlerine de bir göz atmakta yarar vardır.
• Millî ve manevî değerlerin
korunmasında ve geliştirilmesinde, millî bütünlüğün ve dayanışmanın
pekiştirilmesinde aile kurumunun güçlendirilmesi esastır.
• Ailenin toplumsal ve ekonomik değişmeye uyum sağlamasına yardımcı olacak önlemler alınacak aile bireyleri arasında bağlılık ve dayanışmayı geliştirici ve özendirici politikalara ağırlık verilecektir.
• Ailenin gelir
sürekliliğinin, sağlık ve eğitim hizmetleri ihtiyacının karşılanması ve aileye
sosyal güvenlik ve sosyal yardım sağlanması hususunda gerekli düzenlemeler yapılacaktır.(Tezcan,
1995)
Sonuç
Aile toplumun en küçük yapı
taşını oluşturduğu için ailedeki sıkıntıların toplumu, toplumdaki sıkıntıların
da aileyi etkilememesi kaçınılmaz bir sonuçtur. Burada etkisi göz ardı
edilmeyecek noktalar vardır. Sağlıklı
bir toplumun olması için, sağlıklı bir ailenin olması vazgeçilmez öncelikli
şarttır. Toplumda zamanla meydana gelen değişimlere ailenin bu değişimlere ayak
uydurmasında aşırı zorluklar çekmesi toplumu yıpratacaktır. Bunun içindir ki
birbiriyle çok sıkı bağlı olan bu iki kurum arasındaki değişimler senkronize
olmalıdır. Böylece bu kurumlardaki değişimler daha sağlıklı olur.
KAYNAKÇA
Aile-Özel İktisat Komisyonu
Raporu, 8. Beş Yıllık Kalkınma Planı, DPT Yayınları, Ankara
2001.
GÖKÇE,
Birsen, Türkiye’nin Toplumsal Yapısı ve
Toplumsal Kurumları, Savaş Yayınevi,
Ankara 1996.
AĞCA, Hüseyin, Ailede Eğitim, Kılıç Yayınevi, Ankara 1993.
KÂĞITÇIBAŞI,
Çiğdem, İnsan, Aile, Kültür, Remzi
Kitapevi Yayını, İstanbul 1990
OZANKAYA, Özer, Sosyoloji, Doğan Yayıncılık, Ankara
1999.
TERZİOĞLU,
Günsel, Ailelerin Yaşam Kalitelerini
Etkileyen Bazı Objektif ve Sübjektif Göstergelerin İncelemesi, Ankara 2004.
TEZCAN,
Mahmut, Sosyolojiye Giriş Temel Kavramlar 4. Baskı, Ankara 1995.
TEZCAN,
Mahmut, Türk Ailesi Antropolojisi,
İmge Kitapevi Yayınları, Ankara
2000.
TEZCAN,
Mahmut, Cumhuriyetten Günümüze Türk
Ailesinin Dünü, Bugünü Geleceği, Ankara
2010.
Türk
Aile Yapısı Araştırması, DPT Yayını, 9, Ankara 1992.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder