5 Kasım 2013 Salı

Cumhuriyetten Günümüze Aile Ve Ailedeki Değişim


Özet


Bu yazımda kısaca ailenin ne olduğu, önemini, kuruluşunu, görevlerini farklı kaynaklardan yararlanarak ifade edeceğim. Aynı zamanda cumhuriyetten günümüze aileyi dönem dönem ele alarak ailedeki değişimin sebep ve sonuçlarıyla sunacağım. Sonuç olarak da aileyi ve toplumu senkronize bir şekilde nasıl devam etmesi gerektiğini akta racam.



İçindekiler

1. Aile Ve Ailenin Önemi

2. Alenin Kuruluşu

3. Ailenin Başlıca Görevleri Nelerdir?

4. Ailenin Yapısı

5. Cumhuriyetten Günümüze Aile ve Ailedeki Değişim




Cumhuriyetten Günümüze Aile Ve Ailedeki Değişim



1. Aile ve Ailenin Önemi

Aile anne, baba ve çocuklardan oluşan ve toplumun temelini oluşturan kurum olarak tanımlanır.

Dr. Hüseyin AĞCA aileyi “hepimizin bağlı olduğu, içinde rahat ettiğimizle, saydıklarımızla bütün bir hayatı paylaştığımız bir yuva.”(AĞCA, 1993) olarak tanımlamaktadır.

Yazarımız Hüseyin AĞCA’nın belirttiği gibi aile insanların mutlu, güven ve huzur içinde yaşadığı bir ortamdır.


2. Ailenin Kuruluşu

Öncelikle farklı cinsten iki bireyin bir araya gelerek oluşturduğu bir toplumsal kurumdur. Türk Medeni Kanununa göre ise; Aile hukuki bir işlem olan nikâhla kurulur.

3. Ailenin Başlıca Görevleri Nelerdir?

İnsanoğlunun yaradılışı ötürü öteki canlılara göre yavrusu son derece zayıftır. Bundan ötürü ailenin en önemli görevi bu savunmasız ve hadsiz ihtiyacı olan yavrusunu koruyup, kollayıp, büyütmektir. Bunun yanında; aileyi sağlıklı, güvenilir temellere oturtmak, ailenin dirlik, düzenlik içinde devamını sağlamak, akrabalık ilişkilerini sürdürmek, ahlaka, hukuka ve öteki toplum kuralarına uygun yolları çalışıp kazanarak ailenin refahını sağlamaktır.


Aynı zamanda aile; üyeleriyle ilgili insani, dini, ahlaki, hukuki görevleri yerine getirmekle görevli kılınmıştır.


Toplumun bir parçası olan yaşamın temelini oluşturan aile varlığını devam ettirebilmek için üyelerine tatmin edici bir yaşam kalitesi sunmak zorundadır. Aynı zamanda yaşam kalitesinde sürdürülebilir, yaşam kalitesinde sürdürülebilir iyileşme, kişinin, ailenin ve ülkenin hedefi olmalıdır. Aksi takdirde kalite düşecek ve gelecek kuşaklar için durum şimdikinden kötü olacaktır. Bu nedenle yaşam kalitesinin ölçümü önem taşımaktadır.(Yaşam Kalitesi, 2004)



4. Ailenin Yapısı

Geleneksel toplumlarda daha kalabalık bir grup olarak akrabalık ilişkilerinin daha yoğun ve birliktelik arz ettiği bir yapı olmuştur. Bunun aksine modern toplumlara gelindiğinde üye sayısı ve işlevsel özelliklerinde değişiklikler olmuş, çekirdek bir hal almış, aynı zamanda devamını sağlamıştır.

Günümüzdeki modern ailelerdeki değişimin en temel sebebi kadının çalışır duruma gelmesidir. Bu tip ailelerde hane halkı sayısı sınırlı düzeydedir, görece akrabalık bağları da zayıflamıştır, aynı zamanda karar alma mekanizmasının aile üyeleri arasında paylaştırılmış olması ile geleneksel yaşam tarzından ayrılmıştır.(Gökçe, 2004)

Günümüz ailenin büyüklüğünü aşağıdaki tabloda belirtilmiştir.




Frekans
Yüzde
1 kişi
320
5,3
2 kişi
956
15,8
3 kişi
1283
21,3
4 kişi
1693
28,1
5 kişi ve üzeri
1783
29,5
Toplam
6035
100,0

TABLO: 7


Görüldüğü gibi geniş ailenin yerini büyük oranda çekirdek aile almıştır.



5. Cumhuriyet’ten Günümüze Aile ve Ailedeki Değişim



Cumhuriyet Döneminin ilk yıllarında Türk ekonomik ve toplumsal yapısı kırsal ekonomiye dayalı, geleneksel geniş ailenin ya da ataerkil geniş ailenin kısmen de geçici geniş ailenin egemen olduğu durumda idi. Nüfus, daha çok kırsal kesimde yoğunlaşmıştı. Kentleşme yaygın değildi. 

Sanayileşme çok hızlı olmadığı için çekirdek ailenin gelişimi ise yavaş bir seyir takip etmekteydi. Bu dönem toplumun yapılanma aşamasında olduğu için aile açısından fazla çeşitlenmelerin olmadığı, yozlaşmaların fazla görülmediği, devrimlerin yerleşmekte olduğu, çağdaş toplum olma çabasının yoğunlaştığı bir dönemdi. Bu nedenle aile yapısında nispeten istikrarlı bir dönem yaşanmıştı. Yeni bir toplum olarak nüfusun artması gerekiyordu. Bu nedenle nüfusun artması teşvik edilmişti. 

Lâikliğin yerleşmesine çalışılan bir dönemdi. Bu nedenle lâikliğe ters düşen dincilikle bağnazlıkla, gericilikle mücadele edilmişti. Kadının topluma katılması çabaları ve kadının eğitimi gibi konular oldukça zaman almıştı. Böylece çağdaş toplumlardaki aile yapısı model olarak alınmıştı. 

Ailede var olan geleneksel öğeler bir kenara atılmış, yeni, çağdaş bir aile yaşantısı amaçlanmıştı. Bunda da başarılı olundu ve böylece 1950’li yıllara değin gelindi. Bu dönemde çıkarılan Türk Medenî Yasası aile yaşamını demokratikleştirdi Erkek, kadın her yurttaşa eşini seçme özgürlüğünü tanıdı. Böylece aile, karı ile kocanın gerçek arkadaşlığı ve kararlarda ortaklığı üzerine dayandırıldı. Medenî yasa, kadına, kocasının tek karısı olma hakkını getirdi.(Tezcan, 2010) 

Boşanmayı isteme hakkı da kadına tanındı. Evlenme yaşını, evlenmeye uygun biyolojik ve ruhsal gelişme çağına uygun bir düzeyde saptadı. Kadın, ev dışında meslek edinme hakkına kavuştu. Miras hakkı ve çocuklar üzerinde velilik hakkı bakımından kadını erkekle eşit hak düzeyine yükseltti. Evlenmenin, kesinlikle devletin resmî görevlisi tarafından, herkese açık bir nikâhla yapılmasını zorunlu kıldı. Kadının isteği dışında evlendirilmesini önledi. Çok karılılığı önledi. Dinsel nikâh ise isteğe bağlı kılındı. (Ozankaya, 1999) 

1950’li yıllardan günümüze değin Türk ailesi ise oldukça farklılaşmış, çeşitlenmiş bir görünüm kazanmıştır. Bununla birlikte yine de kendine özgü yönleri olan bir ailedir. Bu dönemin en önemli özelliği, sanayileşme hareketinin hızlanmasıdır. Buna bağlı olarak kentleşme de gelişmiştir. Böylece yoğun bir iç göç yaşanmıştır. Kırsal nüfus kentlere taşınmıştır. Aynı bağlamda yurtdışı göçler de bir başka göç biçimidir. O halde bu dönem bir hareketlilik, dinamizm dönemi olarak nitelendirilebilir. 

1990 yılı rakamlarına göre nüfusun %60’ı kentlerde yaşamaktadır. Çekirdek ailelerin toplam hanelerin %67’sini oluşturduğu görülmektedir. (Gökçe, 1996) 1990 istatistiklerine göre evli nüfus %60.4, bekâr nüfus ise %34.5’tir. Akraba evlilikleri ülkemizde kırsal yörede %25 oranında oldukça yüksektir. Sakıncalarına rağmen gelenekler doğrultusunda halen sürmektedir. 

Okuryazarlık oranı 1990 nüfus sayımına göre %80.4’e çıkmıştır. Kadın nüfusun okuryazarlık oranı %72 iken bu oran erkek nüfusta %89’dur (Gökçe, 1996)

Tüm İslâm ülkeleri arasında Türkiye bugüne dek her düzeyde en fazla yüksek öğrenim görmüş kadın yetiştirmiştir. Türk kadınının bir başka sorunu ise siyasetle olan ilişkileridir. 1995 yılına göre kadınlarımız %2.3 ile parlamentoda temsil edilmektedir. Bu rakam çok azdır. Kariyer olarak siyasetle ilgilenen kadın sayısı giderek azalmıştır. Bu ilgisizliğin temelinde kadın-erkek eşitsizliği rol oynamaktadır. 

Toplumumuzda kadın bir yandan çağdaşlığa yönelirken, diğer yandan tutucu güçlerin engellemeleriyle karşılaşmaktadır. Kadın giyiminde çarşaf, başörtüsü, uzun pardösünün yaygınlaşması, üniversitelerimizde giyim kuşamın hala gündemde oluşu, kadını toplum yaşamından uzaklaştırma politikası, ona erken emeklilik hakkı verilmesi, yöneticilik görevi verilmemesi gibi uygulamalar, bu tutuculuk örnekleri arasında sayılabilir. Ayrıca kadının toplum içinde alışılagelmiş yerinin değişmesi konusunda gösterilen kararsız tutum ve tepkilerin de rolünü unutmamak gerekir. 

Kadın-erkek eşitliği de bu çevrelerde yanlış olarak yansıtılmaktadır. Onlar konuyu, doğanın iki ayrı cinse vermiş olduğu nitelikler ve yetenekler yönünden ele almaktadırlar. Oysaki bu eşitlik, toplumun insanoğluna tanıdığı haklar ve fırsatlar yönünden ele alınmalıdır. Örneğin eğitimde fırsat eşitliği, eşit işe eşit ücret, eşit izin, eşit emeklilik gibi. 

Bu konularda çağdaşlık, cinsiyet ayrımı yapılmaması, eşitlikçi rol tutumu yaşama geçirmektir. Çekirdek ailede de geleneksel aile ilişkilerinin yoğun olarak yaşanmakta olduğu gözlenmektedir.(Tezcan, 2000) 

Nikâh biçimi bakımından hem resmî, hem de dinî nikâh oranı %85’dir. (DPT, 1992) Gelirin nasıl kullanılacağına karar veren daha çok evin erkeğidir. Fakat bu oran giderek azalmaktadır Eşlerin ikisinin birlikte karar verme oranı yükselmektedir. Akraba evliliği de sürmektedir. 1987 yılı verilerine göre toplam evliliklerin %17’si akraba evliliği yapmıştır. 

1960 yılından günümüze değin boşanma eğilimi incelendiğinde, 1970 yılına değin azalma, 1970’den sonra ise artma eğilimi görülmektedir. 6-10 yıllık evliliklerde boşanma oranı en yüksek boyutlardadır. Türkiye genelinde toplam evli nüfusun %94 ü tek-evlilik yapmıştır. Çok çocuklu ailelerde boşanmalar azdır. En fazla boşanma, çocuksuz ailelerde olmaktadır. 

Fiziksel şiddete ailelerin üçte birinde rastlanmaktadır. Sözlü şiddet oranı bundan daha fazladır. Ailelerin sahip olduğu gayrimenkulün büyük bölümünün erkeğe ait olduğu araştırmalarca saptanmıştır. Kadınların yaklaşık üçte biri (%36) erkeğin ev işlerine yardımcı olmasını bekliyor. Diğer üçte biri (%32), kocanın hiçbir şeye karışmamasını, ya da fazla el-ayakaltında dolaşmamasını istiyor.(DPT,1995) 

Türkiye’de yapılan araştırmalar gösteriyor ki düşük gelirli kentsel ve yarı kentsel yörelerde ve özellikle köylerde çocuğun zihinsel gelişmesini ve dil gelişimini destekleyebilecek çevresel uyaranlar (örneğin, dikkat ve el becerilerini geliştiren materyaller, oyuncaklar, kitaplar v.b. gibi) ile neden - sonuç ilişkilerine dayanan açıklamalı - ussal sözlü tartışma ortamı ve iletişim çok yetersizdir. Bunun nedeni düşük gelirli ana babaların az okumuş olmaları ve sınırlı sözcük dağarcığına sahip olmalarıdır. 

Bu yüzden de sözlü tartışmaya pek girmemeleri yüzündendir. Başka bir neden de, çocukların genelde okul yaşından önce evde de öğrendiklerinin ve eğitilebildiklerinin pek bilinmemesi ve bilinçli bir çocuk hedefli ve çocuk gelişimi amaçlı çaba gösterilmemesidir. (Kâğıtçıbaşı, 1990).

Bu tür çocuk yetiştirme eğilimlerinin çocuğun konuşma ve kavrama gelişimini olumsuz yönde etkilemesi olasıdır. Türkiye’de çocuklar için okul öncesi hizmetlerin hem nitelik, hem de nicelik yönünden çok yetersiz olduğu bir gerçektir.  

Değişmeler, Türk ailesinin geleneksellikten oldukça uzaklaştığını göstermektedir. 1990 yılı bakımından 57 milyon nüfusun %60’ı kentsel alanda %41’i kırsal alanda yaşamaktadır. İçgöç hareketi 1940’lı yıllarda başlamıştır. Makineleşme ve toprak mülkiyetindeki parçalanma, tarımsal yapıda değişmeye yol açarak kırsal alandaki nüfusun kentlere yönelmesini sağlamıştır.

Türkiye de aile kompozisyonuna baktığımız da geleneksel büyük aileden, çağdaş küçük aile ve tek ebeveynli ailelere kadar çeşitlenen farklı aile tipleri görmekteyiz Hane halkı ortalaması giderek düşmektedir. 1993’de kırsal kesimde 5,4, kentte ise 4,2’dir. Hane halkı ortalaması 4,9’dur. (Gökçe, 1996) 

Bütün verilere baktığımız zaman Türk ailesinin modern nitelikler kazandığını görürüz. Geleneksel köy ailesinin birçok özellikleri değişmiş, kentsellik kazanmıştır. Sanayileşme, kentleşme gibi toplumsal göstergelerin bu hususta geniş rolü olmuştur. Kısmen geleneksel özellikler de sürmektedir. Başlık parası, kan davaları, namus cinayetleri, akraba evlilikleri gibi feodal özelliklerin önemi azalmıştır. Akrabalarla ilişkiler ise yine geleneksel bir uygulamadır. Bu niteliğin gelecekte de sürmesini yararlı görüyoruz. Özellikle gelecekteki yabancılaşmayı önleme açısından yararlı olabilir. Çünkü bireyciliğin artmakta olduğunu görmekteyiz. Olumsuz geleneksel öğelerin bir kısmının kaynağı ise, feodal yapının varlığıdır. Kuşkusuz demokratik bir aile için böyle bir yapının varlığını sürdürmesi zararlıdır. 

O halde farklılaşmış çeşitlenmiş bir aile yapısının varlığını gelecekte de görmek olası. Gelecekteki Türk ailesinden söz ederken yurt dışında yaşayan Türk ailelerinin sorunları ağırlıklı olarak gündeme gelecektir. Bu nedenle o ülkelerle yasal ve sosyo-ekonomik düzeyde ilişkilerimizin artacağını söyleyebiliriz. 

Aile, Türk toplumunda zaman içerisinde değişimlere uğramıştır. Etkinliğini ve önemini kaybetmemiş bir kurumdur. Gelecekteki aile açısından 8. Beş Yıllık Kalkınma Planının hükümlerine de bir göz atmakta yarar vardır.

• Millî ve manevî değerlerin korunmasında ve geliştirilmesinde, millî bütünlüğün ve dayanışmanın pekiştirilmesinde aile kurumunun güçlendirilmesi esastır. 

• Ailenin toplumsal ve ekonomik değişmeye uyum sağlamasına yardımcı olacak önlemler alınacak aile bireyleri arasında bağlılık ve dayanışmayı geliştirici ve özendirici politikalara ağırlık verilecektir. 


• Ailenin gelir sürekliliğinin, sağlık ve eğitim hizmetleri ihtiyacının karşılanması ve aileye sosyal güvenlik ve sosyal yardım sağlanması hususunda gerekli düzenlemeler yapılacaktır.(Tezcan, 1995)


Sonuç  

 Aile toplumun en küçük yapı taşını oluşturduğu için ailedeki sıkıntıların toplumu, toplumdaki sıkıntıların da aileyi etkilememesi kaçınılmaz bir sonuçtur. Burada etkisi göz ardı edilmeyecek noktalar vardır.  Sağlıklı bir toplumun olması için, sağlıklı bir ailenin olması vazgeçilmez öncelikli şarttır. Toplumda zamanla meydana gelen değişimlere ailenin bu değişimlere ayak uydurmasında aşırı zorluklar çekmesi toplumu yıpratacaktır. Bunun içindir ki birbiriyle çok sıkı bağlı olan bu iki kurum arasındaki değişimler senkronize olmalıdır. Böylece bu kurumlardaki değişimler daha sağlıklı olur. 





KAYNAKÇA



Aile-Özel İktisat Komisyonu Raporu, 8. Beş Yıllık Kalkınma Planı, DPT Yayınları, Ankara 2001.                                                                    

GÖKÇE, Birsen, Türkiye’nin Toplumsal Yapısı ve Toplumsal Kurumları, Savaş Yayınevi,  Ankara 1996.

AĞCA, Hüseyin, Ailede Eğitim, Kılıç Yayınevi, Ankara 1993.

KÂĞITÇIBAŞI, Çiğdem, İnsan, Aile, Kültür, Remzi Kitapevi Yayını, İstanbul 1990

OZANKAYA, Özer, Sosyoloji, Doğan Yayıncılık, Ankara 1999.

TERZİOĞLU, Günsel, Ailelerin Yaşam Kalitelerini Etkileyen Bazı Objektif ve Sübjektif Göstergelerin İncelemesi, Ankara 2004.

TEZCAN, Mahmut, Sosyolojiye Giriş Temel Kavramlar 4. Baskı, Ankara 1995.

TEZCAN, Mahmut, Türk Ailesi Antropolojisi, İmge Kitapevi Yayınları,               Ankara 2000.

TEZCAN, Mahmut, Cumhuriyetten Günümüze Türk Ailesinin Dünü,   Bugünü Geleceği, Ankara 2010.                               

Türk Aile Yapısı Araştırması, DPT Yayını, 9, Ankara 1992.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder